Bu makale İstanbul Barosu seçimi sonucunda yapılan bir açıklama ile ilgilidir..

Yazının içeriği,  kişiselleştirmeden tamamen uzak olup, sarf edilen cümlenin yaprak yaprak açılımını hedeflemektedir.

İyi okumalar…..

“Biz omurgaya sahip olduğumuz için kazandık”, demek,

Aynı zamanda “siz omurga sahibi olmadığınızdan kaybettiniz” demek değil midir?

Her kaybetme bir omurgasızlık ise, günün birinde seçimi kaybettiklerinde biz “omurga sahibi olmadığımızdan kaybettik” mi diyeceklerdir?

Demokrasilerde seçmek kadar, yönetime talip olmak ve seçilmek de, temel bir hak değil midir? Hatta kaybetmek de olağan ve katlanılması gereken bir sonuç değil midir?

Acaba bu çıkış, ikinci baronun kurulması ile oluşan boşlukta, sanal bir muhalefet yaratma çabası mıdır?

Veya amaç, Atatürk sevgisi ve cumhuriyet değerlerini içeren vizyonu şahsında muhkemleştirmek midir?

Muhatap ve 300 kişiden müteşekkil kemik kitlesi ile “bu kaleyi asla bırakmayacağız” derken, kale Baro, sahibi de biziz mi demek istemektedir?

O kadarını bilemeyiz. Ancak, bu perspektiften baktığımızda cevaplanması gereken o kadar çok soru var ki.

Tesellimiz şu ki, seçimi sürpriz şekilde kazanmış olmanın verdiği heyecanla sarfedilen bu cümle, baro seçmenleri tarafından da, muhalif gurup üyeleri tarafından da, hatta kendi gurubu içerisindeki sağduyulu meslektaşlar tarafından da kabul görmemiştir. Muhatap “Sözlerim çarpıtıldı” dediğine göre, kendisi de bu cümlenin uygunsuz olduğunu ve maksadı aştığını görmüştür.

Gerçekten de demokrasiyi ve cumhuriyet değerlerini içselleştirmiş bir meslektaşın bu ifadedeki kastı asla “kinaye” olamaz.  Zira, bir ülkede siyasetin dili ne kadar seviye kaybederse etsin, kelimelerin gücünün farkında ve İstanbul Barosu gibi ciddi bir kurumu temsil edecek olan bir hukukçunun, yazarken, konuşurken, hatta demokratik bir sürecin sonunda rakiplerine göndermede bulunurken kendisinden, sözcükleri en azından asgari nezaket kurallarına göre tarttıktan sonra ifade etmesi beklenir. Bu cümle olsa olsa seçim heyecanının sebep olduğu bir dil sürçmesinden ibarettir. Bundan şüphem yok.

O halde, bu çıkmaz yoldan gitmeyi bırakıp, rotayı başlıktaki soruya yöneltelim. Hangi omurga?;  

Kinayeli omurga mı ? (bunu eledik)

Biyolojik omurga mı?  

Yoksa fiziksel (taşıyıcı) omurga mı?

Hemen belirtelim ki, bu söylemde kastedilen, biyolojik  omurga da değil, fiziksel(taşıyıcı) omurgadır. Bu söylem “biz omurga sahibi olduğumuzdan” değil “Biz omurga olduğumuzdan seçimi kazandık.”  Manası içermektedir. Daha açık bir ifade ile, burada kastedilen omurga, Baro tüzel kişiliğini taşıyacak olan (genç meslektaşları işaret eden)  fiziki omurgadır. (Geminin omurgası, sektörün omurgası gibi.) Nitekim  muhatabın seçim zaferinin hemen ardından genç meslektaşların sorunlarına daha duyarlı olmaları gerektiğini itiraf etmesi de bunun kanıtıdır.

Yeri gelmişken, eşitlik, özgürlük ve bağımsızlık kavramlarını  bayrak yapan ve  dünyanın en uzun yılı olarak da tanımlanan öğrenci hareketinin üyesi olan  68’lilerden, vefat edenleri minnetle anıp, bu gün hayatta olanları da saygı ile selamlayalım.

Ancak, hukuksuzluğun sıksık, hukukun ise arada bir nüksettiği, hukuk güvenliğinin giderek zayıfladığı bir ülkede, mesleğin zorluklarını en fazla genç meslektaşların hissettiğini ve yaşadığını biliyoruz. Zira, bizde aynı süreçlerden geçtik. Diğer taraftan, bu gün İstanbul Barosuna kayıtlı avukatların tümüne nazaran,  genç nüfus oranının %70 üzerinde olduğunu da biliyoruz.

Günümüzde yaşam baş döndürücü  bir değişim içerisindedir. “Değişmeyen tek şey değişimdir” diyen Moğol atasözü bile değişime uğramıştır. O da değişimin hızıdır. Yeni sorunların eski bildik yöntemlerle çözülemediğinin, aksine hep ötelendiğinin de farkındayız.

Bu yüzden, kurumlarda her kuşağın, kendi dönemi içerisinde muhatap olduğu sorunlara yeni ve çağdaş çözümler üretmek üzere, adaylığını açıklamak, yönetimde olmak istemesinden daha doğal bir şey olamaz. Böyle bir girişime de asla kinayeli omurgasızlık yakıştırması yapılamaz.

Geçmişte (bilgisayar internet gibi araçların olmadığı) bilginin Henüz anonimleşemediği ve kolay erişilemediği  dönemlerde bilgiyi tekelinde bulunduran tecrübe sahibi kıdemli adayların, seçmenler nezdinde daha fazla göz doldurması ve seçilmesi çok daha kolaydı.

Zira, rekabet ortamında hem hızlı değişime uğramayan bilgi birikimine, hem de tecrübeye sahip olması, seçmen karşısında, bu kıdemli meslektaşlara, gençlere nazaran büyük bir imtiyaz sağlamaktaydı. Nitekim, İstanbul barosunun tüm geçmiş başkanlarının resimlerine bakarak bile bu tezi doğrulayabiliriz.

Halbuki bu gün bilgiye ulaşmak en kolay şey. Bir rivayete göre günümüzde bir bilgi 20 ile 40 gün arası bir sürede güncelliğini yitirmektedir. Bilginin bu hızlı değişimi ve “gençliğin görece yüksek farkındalık düzeyi” ve enerjisine  nazaran, bilgi’nin değişim hızına yetişemeyen ve sadece tecrübesine güvenerek görev yapan ve muhtemelen sağlık sorunları ile de uğraşan kıdemli meslektaşların, içinde bulunulan çağın sorunlarını çözebilmesi pek mümkün gözükmediği gibi,  bu kıdemli meslektaşlarımızın samimi çabası ve enerjisi (doğal olarak) sadece ve ancak  statükoyu korumaya yetmektedir.

Maalesef İstanbul Barosu bu gün itibariyle 68 kuşağına takılı kalmıştır. (üyesi olduğum) 78 kuşağının üzerinden ise, 12 Eylül ihtilali silindir gibi geçmiş ve ne yazık ki  bu kuşak (Baro tarihi) sahnesinde fazla iz bırakamamıştır.

Bu sebeple, sırası gelen ve geriye doğru en azından 20 yılı temsil eden  88 kuşağı, haklı olarak ve ısrarla baroda görevi devralmayı beklemektedir. 98 kuşağının aramıza katılmasının ise eli kulağındadır.  Gerçekten de her kuşak kendi döneminde, etki alanında olan sorunlar hakkında üzerine düşeni yapabildiği oranda toplumsal ilerleme sağlanabilir ve kurumsal yapıdan(Barodan)  randıman alınabilir.

Yoksa yüzyılı aşan geçmişi olan İstanbul Barosu, fedakar baro çalışanları sayesinde zaten bir saat gibi çalışmaktadır. Burada asıl sorun, dünyanın belki halen en büyük barosunun yönetimine talip olanların  bu sisteme ne gibi bir katma değer sunabileceğidir.

Toparlarsak, bu gün baronun gerçek omurgası 68 kuşağı değil, (50 yaş ve altı) 88 kuşağıdır. Günü geldiğinde, bu kez 98 kuşağı omurga olarak bu görevi devralacaktır. Mesele bundan ibarettir.

Sonuç olarak, geçmiş süreçte baroya katkılarını inkar edemeyeceğimiz 68 kuşağının, aklımıza düşürdüğü bu omurga kavramından hareketle, bundan sonraki seçimlerde baronun asıl omurgası olan (güven tesis eden, ekip çalışmasını bilen, projeleri olan, genç kuşağa daha yakın, sorumluluk sahibi) gençliğe fırsat tanınması, meslektaş bireylerden başlamak üzere, baroya ve ülkeye taze kan akışı  olarak yansıyacak ve genç beyinlerdeki yararlı  inovatif düşünceyi eyleme dönüştürecektir.   

                                                                                                                     04.11.2021                  

                                                                                                      Saygılarımla…

                                                                                                     Avukat Sami AKDAĞ