Perşembe günü TBMM’de kadın kuruluşları ile birlikte artık dayanılmaz hale gelen “çocuk tecavüzleri ve kadın cinayetleri”ne, tecavüzcü ve katillerin “en ağır şekilde cezalandırılmaları gerekirken insanı çıldırtacak şekilde serbest bırakılmalarına” dur demek, bu adaletsizliği haykırmak için yaptığımız eylem medyanın büyük ilgisiyle karşılaştı. Yerli yabancı çok sayıda TV ve gazete oradaydı, gün boyu konuyla ilgili TV programları yapıldı, haberlerde yer verildi ve bizler de konuşarak anlatarak bu “hayati önem taşıyan ama nedense Meclis’in dikkatine bir türlü mazhar olamayan” dehşet tablosunu anlatma imkanı bulduk.

YİNE ATLATMA

Aynı gün Ayşe Paşalı cinayet davasının duruşması olması ve “en ağır ceza” kararı çıkması beklenirken kararın Mayıs ayına bırakılması aslında bizim eylemimizin ne kadar haklı ve yerinde olduğunu anlatmaya yeterdi. Eğer bu hakimler “kendilerine dava açılamaması için çıkarılan” yasalara güvenerek yanlış ve eksik kararlarında, canavar denecek suçluları cezadan kurtarma gayretlerinde devam ederlerse bu ülkenin en azından kadın kuruluşları ve vatandaşları onların da peşini bırakmayacak bilmiş olsunlar.

‘YOK OLSUN’

Eylem sırasında da, konuştuğum TV programlarında da çocuk tecavüzü ve aile içi tecavüz (yani baba, ağabey, amca vb denen ama gerçekte canavar olan tecavüzcüler) ve kadınları bıçak darbeleriyle, boğazını keserek öldüren yamyamlar için ‘idam cezasının geri getirilmesi’ gerektiğini söyledim ki dün haberlerde Ayşe Paşalı’nın annesinin kızının katili olan eski kocası için “Yavrumu yok etti, o da yok olsun” dediğini duyduk.

İşte çocukları “her tür cinayet veya cinayetten farksız trafik olaylarında” öldürülen, çocuklarının hayatı tecavüz vahşetiyle karartılarak ölmekten beter edilen anaların duygusu budur. Ve adalet ‘o duyguları tatmin etmek’ için ve aynı şeye yeltenenleri caydırmak için vardır.

İDAM GERİ GELMELİ

Türkiye medeni bir ülke olsaydı, eğitimin her türlüsü ve affa-indirime uğratılmayarak cezaların uygulanması sağlansaydı bu olaylar bu sıklıkta duyulamazdı. Hapis cezaları hileyle indirildiğine ve hatta “bir fırsat yaratılarak” suçlular serbest bırakıldığına göre tek çözüm idamın geri getirilmesidir.

Daha çok kadınlara tecavüz edildiği, onlar öldürüldüğü için, en azından kendi ailelerindeki kadın ve çocuklar bile onları ilgilendirmediği için olmalı erkek vatandaşlar da siyasetçiler gibi (bazı sorumlu haberci ve TV programcısı dışında) bu sorunda yoklar. Ama ne olursa olsun bu ülkenin kadınları artık işin peşini bırakmayacak ve TBMM açıldığı gün orada olacaklar.

Kadın ve çocuklara (kendi aileleri içinde de) şu anda zarar vermekte veya bunu düşünmekte olan canavarlar yaptıklarının cezasını teşhir edilerek ve en ağır cezayla mutlaka ödeyeceklerini bilsinler ve o alçak ellerini kadın ve çocuklardan uzak tutsunlar!

***


YGS skandalını temizlemek zor!

YGS sınavındaki skandalın ülke çapındaki yankıları sürüyor, dün öğrencilerin “Bizi de tatmin edin”, “Bizim hiç şifremiz olmadı anne” gibi ilginç pankartlar taşıdığı gösterileri izledik. Çok da haklılar tabii..

Milyonlarca öğrencinin hakkının yendiği, soru kitapçıklarında bir şifre olduğu ve bu durumda bir kesim öğrencinin pek de kolayca soruları çözmüş olabilecekleri açıkça ortaya çıktı. ÖSYM Başkanı Ali Demir ağzıyla “sınavda şifre olduğunu” söyledi ama son zamanlarda polisle özdeşleşen “sehven” yani “yanlışlıkla” lafı da konuşmasından eksik değildi.

ÖSYM eski Başkanı Ünal Yarımağan bu olay üzerine “KPSS sorularının organize şekilde çalındığı yönünde haber çıkınca biz sınavı iptal ettik ve ben görevimden istifa ettim, şimdiki Başkan da istifa etmeli, bunu yapmazsa şaibe kalkmaz” dedi. Doğru, Ali Demir elbette istifa etmelidir, sınav kesinlikle iptal edilmelidir, başka yolu zaten yoktur.

Ama enteresan noktalardan biri eskiden olmayan “sınavlarda şaibe” hatta tüm sınavlarda şaibe durumunun neden son zamanlarda ortaya çıkmış olması.. Neden herşey şaibeli, bu sorunun cevabı aranmalı.. Ayrıca Ankara Cumhuriyet Başsavcısı “YGS ve KPSS sınavları ile ilgili soruşturmanın devam ettiğini” söyledi. Bu soruşturma devam ettiğine göre örneğin Cumhurbaşkanı Gül ve Başbakan Erdoğan nasıl oldu da daha ÖSYM Başkanı’nın açıklamasını bile beklemeden “tatmin olduklarını, bir sorun olmadığını” söylediler?

Bu yargıya müdahale değil mi ve onlar da “bazı durumlarda” bu konuda çok hassas olduklarını söylemiyor ve başkalarını eleştirmiyorlar mı? Türkiye’de artık kurallar, ölçüler, güven iyice kayboldu olmasına da öğrencileri ve ailelerini daha çok üzmeden şu sınavı iptal edip Başkan’ın da istifasını istesinler bari!

***


‘Fransız kalma’ meselesi..

Başbakan Erdoğan’ın daha önce “Davos’taki çıkışı”nın seçimde iş yapması bu kez de seçim öncesi Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nde benzer çıkışları propaganda gündemine getirmiş belli çünkü basında genel hava da “onun Avrupa’ya değil, Türkiye’ye hitaben konuştuğu” yönündeydi. Her neyse, konuşmalarını hazırlayan ekibin gayet uyanık olduğu belli.

Ben ise en çok şu “Fransız olma” konusuna takıldım, gerçi hitaben söylediği Fransız kadın parlamenterin Kadıköylü olduğu, Türk kökeniyle gurur duyduğu filan kendi ağzından yazıldı, “Başbakan bana ‘Fransız kalmışsınız’ diyerek büyük hata yaptı” dedi ama.. Bir de bu lafın nereden akla geldiği var ki ayıptır söylemesi ben biraz üstüme alındım.

Deyim tabii ki bana ait değil ama ben en sık kullanan yazar olabilirim çünkü çok severim bu lafı.. Son olarak 8 Nisan’daki yazımda ‘TV’ye bakıyorum kadına şiddet başlığı altında tartışmalar yapılıyor. Sanki Paris’ten yayın yapıyorlar, bize o kadar Fransız yani’ cümlesinde yazmışım ve 5 gün sonra 13 Nisan’da AKPM konuşmasında geçmiş. Başbakan’ın konuşma metinlerini yazan ekip köşelerden esinleniyor ve “yeri gelirse bunu kullanabilirsiniz” diyor olabilir mi dersiniz?