Durum kötü mü?

Kötü de ne ki; tam bir felaket…

Memleket gümbür gümbür gidiyor.

Sermayenin yatırım ve üretimden çekilmesinden başlayıp dışarıya kaçmasına; dış ticaret açığından borcu çevirecek gücümüzün tükendiğine; çarşı pazardaki fiyatlardan işsizliğe kadar ve tabii ki o işsizliğin sonucunda da açlığa, sefalete kadar uzanıyor işin boyutları ki, bunlar saymakla bitmez.
 

“Düzeltelim” o zaman diyeceğiz ama işe neresinden başlamalı?

“Reform” yapmalı mesela deniyor ya…

-Nasıl yani? Açsana şunu.

Adı üzerinde “Re-form” yani Türkçesiyle “yeni şekil”.

İyi de bu işler “esastan” mı değişmeli yoksa “şeklen” mi?

-Sence yapılacak bir re-formla sadece “icra”nın şekli yani “formu” değişirse bir şey fark eder mi?

Hani şu fıkradaki; halkın padişahtan “bari köprü üzerindeki zaptiyelerin sayısını ikiye çıkarın, işe geç kalıyoruz” dediği gibi.

Sonuç değişmez: Ha öyle, ha böyle.

Düzen değişmeli düzen…
 

Yani reformsa “Toptan reform”

Ama sen hala ve hem de “bu düzenin eliyle ucundan kenarından “işin “şeklini” değiştirirsek bayağı bir şeyler düzelir sanıyorsun be iyi niyetli kardeşim benim.

Unutma, bir kötü düzen hiçbir zaman kendini dizginleyecek, hakimiyetini kısıtlayacak esaslı bir reforma izin vermez.

Onun yapacağı ya da izin verdiği reform ancak kendisi içindir, “daha bi düzen” olabilmek içindir.

*

Yunus Emre.

1241-1320 yılları arasında yaşamış ünlü halk ozanımız.

Bakın nasıl da taa o zamanlardan çözmüş olayı:

“Yerden göğe küp dizseler

Birbirine bent etseler

Aradan birin çekseler

Seyreyle sen gümbürtüyü”
 

Neymiş?

Demek ki, aynen bizim demokrasimiz gibi, aynen anayasal düzenimiz gibi; bir “düzen” her şeyden önce Yunus’un dizelerinde geçen birbirine bend edilmiş yani bağlantısı kurulmuş, birbirini tamamlayan, birbiriyle uyumlaştırılmış kurallardan oluşuyor.

Ve sen; bunların bütünlüğünü göz ardı edip içlerinden birini çekip aldığında aynen Yunus’un dediği gibi: “Seyreyle sen gümbürtüyü”.
 

Hem iki anlamda da çıkar bu gümbürtü:

Kötü düzenden bir küpü çeksen de,

İyi düzenden bir küpü çeksen de o “düzen” gümbürder.

Kötü “düzenler” asla aradan bir küpün çekilmesine izin vermez, veremez. Çünkü o küplerden biri çekildiğinde “silsile” yani kendi zincirleme işleyiş düzeni bozulur.

Sistem kasılır kalır.
 

Örneğin İstanbul’da belediye el değiştirince çok şeyler kasılmadı mı siyasette?

Örneğin gösteri hürriyetini getir bakalım geriye, bak ne oluyor düzen…

İyi niyetlisin, diyorsun ki “asgari ücret düşük mesela, düzeltelim”

Hadi yükselt bakalım. Peki, dön bir de onu ödeyecek esnafa, sanayiciye yani parayı verecek olana…

“Hadi hadi öde bakalım” de bakalım.

Dersin demesine tabii ama beş dakika sonra bu sefer de çalıştıranın feryadına bakıp bakıp “Yazık değil mi bu adamlara, bak işveren batıyor, kepenkler iniyor, siftah yapamıyorlar, nerede ki ücret ödeyecek” demeyecek misin?

Demek ki sorun düzenin daha derinliklerinde.
 

“Bari vergisini almasınlar”

İyi de hem bütçen ardına kadar açık, hem “ben her kazancı vergilendiririm, ücret de bir kazançtır, adalet için onu da vergilendiririm” diye baştan yanlış ve ekonomiyi gözeten değil "tahsilatçılık esaslı" bir modele evet demişsin ne zamandır. Nasıl tornistan edeceksin?
 

“Sermaye kaçmasın, patronlar yatırım yapsın, yeni işler kursun”

Kabullendiğin düzenin temeli “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” ise kimin o sınırlardan geçişini durdurup da “otur burada yatırımını yap” diyebilirsin ki?

Hele mesele yerli yabancı fark etmeden “küresel piyasa” rüzgarına göre yönleniyorsa niye kazanmadığı yerde dursun, kazanamıyorsa çalışsın ki adamlar?
 

“Servetleri vergilendirelim, birilerinde çok para var nasıl olsa”

Bak kardeş; hem bizde de sermaye biriksin, bizde de güçlü şirketler olsun, milli, tasarruflar çok düşük, biraz yükselsin” diyorsun hem vergiyi bunlara yıkalım diyorsun. Nasıl olacak bu iş? Sen şimdi sermayeyi çağırıyor musun, korkutuyor musun?
 

“Memlekette kanun yok, kimse uymuyor”

İyi de bu düzen bir taraftan örneğin neredeyse her ihaleye göre bir kanun değişikliğine izin veriyorsa, yapacağı her işe bir kanun yazabiliyorsa “işleri kanuna uydurmak” dediğin şey sonuçta “işlere kanun uydurmak” olmayacak mı? Kanunla neyi değiştirebileceğini umuyorsun?
 

“Ama bir konuda da reform yapılamaz mı?”

Tamam olsun, yapılsın da o reformları bir kalemde indirip bir kalemde kaldırmak ya da “gerekli görülmesi halinde” yeniden şekillendirmek iktidarın ya da hizaya sokmak istediğin “icranın” tekelindeyse bununla neyi bir esasa bağlayacak, bir şeyleri sağlama aldığını düşünebileceksin?
 

“Olsun, yine de bir şeylerde bazı reformlar yapılmalı”

Bunu sen yapıp kime kabul ettireceksin peki? Bir düzen hiç kendi kendine gem vurabilir mi? Kendi düzenini yani kendi doğasını değiştirebilir mi?

Değiştiremez.

Çünkü değiştirdiğinde o artık kendisi olmaz.

Değiştirmek istediğin düzenin küplerinden birini çek al; mesela vergi de hukuk de, ekonomik dengeler de, denetim de, dış politika de, liyakat de: bak ortaya nasıl da bir başka gümbürtü çıkıyor.
 

Türkiye kendini, -hadi devrim demeyelim ama- ille de yumuşak bir ifade ile söylemek gerekiyorsa, “islahat” da diyebiliriz buna eski adıyla; Gerçek islahat bir ya da birkaç alanla sınırlı reformla değil, “genelde” olabilir. Memleket, sadece şu reform küplerinin yerden göğe yani tabandan tavana üst üste yeniden ve birbiriyle uyumlu biçimde dizilmesiyle toparlayabilir. Bu da aslında “devrim”dir, yani gerçek bir “düzen değişikliği”dir. Hani büyük kurtarıcının “idare-i maslahatçılar asla yapamaz” dediği o düzen değişikliği.
 

Evet, kurtuluşu için Türkiye, yerden göğe bütün küplerini yeniden dizmelidir.

En baştan; En alta, temele, tabana konacak küp demokrasidir bir kere, yani söz hakkının halka ait olmasıdır.

Oradan başlayıp üzerine sırasıyla hukuk küpünü, hukukun üzerine ekonomiyi, ekonominin üzerine vergiyi, istihdamı dizerseniz ancak o zaman işler düzelme yoluna girebilecektir.

Bunda bile aman dikkat; bunları birbirine bend edemez, biraz o dostun dediği gibi olsun, biraz bu dostun istediği gibi der, yani o küpleri kendi aralarında da uyumlaştıramazsanız yine olmaz.
 

Sonuç olarak:

Beğenmediğiniz düzen, hiçbir zaman kendi eliyle işleyiş düzenini değiştirmez. Herhangi bir konuda dişe dokunur bir değişme, düzenin kendini zaafa düşürmesi, sonrasında yok etmesi demektir. Çünkü kötü bir gidiş de olsa her düzen kendi içindeki dengelerini koruma eğilimindedir.
 

Bunu toptan değiştirmenin yolu, zincirin halkalarından birinin değil topunun değişimini sağlayacak güçlü bir tablonun ortaya çıkmasıdır.

O tablo şu ya da bu şartlarda çıkar bir gün çıkmasına şüphesiz, ama bu fırsat değerlendirilirken yeni düzenin ille de kendi içerisindeki tüm birimlerinin uyumlu biçimde düzenlenmesi gerekir dedik ya; işte o da konuyu bir bütünsel modele götürür. O model, -ki aslında bir ideoloji- bir dünya görüşüdür, sol, sosyal demokrat görüş falan demektir örneğin.
 

Peki bunu kim yapacak o zaman?

Tabii ki o “yeni düzen”i vadedenler, “Biz gelince her şey güzel olacak” diyenler.

Ama bir şartla: Eğer “hele bir iktidara gelelim, gerisini o zaman düşünürüz” deyip yolda bulduklarıyla iktidara gelmeyi değil, şimdiden bir dünya görüşünü iktidara getirmeye kararlı, şimdiden hazırlıklarına başlamışlarla yola çıkılmışsa, gerçekten isteniyor ve sadece buna kilitlenilmişse olur bu işler..