Bir meslektaşımız Cuma günkü yazısında kendi kendisiyle bir röportaj yapmıştı ve sorular arasında bulunan “Bazen kendinizle çelişkiye düştüğünüzü fark ediyor musunuz” sorusuna da; “Fark etmem mi? Takıntılı olmayan her yazarın başının belasıdır çelişkiye düşmek” cevabını vermişti. Diğer cevaplarına diyeceğim yok ama bu cevap ‘bütün yazarları kapsadığı ve çok okunan bir gazetede yazıldığı için’ tartışılmayı hak ediyor.. Mesela ben hiç aynı fikirde değilim, bence belli birikime, deneyime, dünya görüşüne sahip, değerleri yerine oturmuş yazarların çelişkiye düşmemesi için mutlaka “takıntılı olması” hiç mi hiç gerekli değildir.

Doğru ile yanlış elbette bazı konularda göreceli olabilir, kişiden kişiye değişebilir ama çoğunlukla “evrensel doğrular ve yanlışlar, değerler” değişmez. Örneğin; geçmişi belli, bir askeri müdahaleyi asla onaylamayacağı açıkça bilinen bir bilim insanına hiçbir demokratik ülkede konuşmasından alınan tek bir cümleye bin mana yükleyerek “darbe istediği” söylenmez. Tek ses haline gelmiş bir medyada “çoğunluk bu şarkıyı söylüyor diye” günlerce aynı sözler tekrarlanmaz.

SUÇLU SERBEST, ŞÜPHELİ İÇERDE

Örneğin; demokrat ve hakka-hukuka saygılı bir toplumda hangi lider olursa olsun, hangi dönemde olursa olsun, milletin kesesinden alınan 12.5 trilyonluk (ben böyle diyorum, ufaltmaya gerek yok) bir borcun çıkarılan bir yasaya son dakikada madde eklenerek 1 trilyona indirilmesi kabul edilemez. Hiçbir hükümet “millete karşı işlenmiş büyük bir suçu affetme” yetkisine sahip olmamalıdır. Bunun gerçekleştirilmesine, ülkeyle ilgili en ciddi kararların da “tek bir partinin Meclis’teki çoğunluğu ile, milli iradenin seçtiği muhalefet partilerini dışlayarak” alınmasına ve emrivaki ile, “ben yaptım oldu” mantığıyla kabul ettirilmesine gazeteci tepki vermek zorundadır.
Eğer siz ‘parti veya insan ayırımı yapmaksızın’ herkesin hatasına ve her iktidar döneminde karşı çıkmışsanız çelişkiye de düşmezsiniz. Ama bazı kişileri, eylemleri söylemleri bir kenara ayırıyor, bazılarının ise veryansın üstüne gidiyorsanız orada en azından “tarafsızlığınız, dürüstlüğünüzle ilgili” ciddi bir çelişki var demektir. Buna da örnek vereyim; mesela Süheyl Batum ’un sözlerinin suç olduğuna mı inanıyorsunuz, o zaman ‘daha önce bu suçun alasını işlemiş siyasetçi ve gazeteciler’ ve dahi en ağır hakaretli manşetler için de aynı şeyleri yazar, söyler ve yalnız ona değil hepsine yüklenirsiniz, böylece ortada çelişki filan kalmaz.

KİMLER KORUNUYOR?

Erbakan’ın 12.5 trilyonluk borcunu devlete-millete ödemekten kurtarılmasına, suçu sabit katillerin tecavüzcülerin tahliyesine karşı çıkarsınız.. Eğer ordunun “halen görevde” olan mensupları bile (çok sayıda yanlış yapıldığı, hatta cep telefonlarına kendileriyle alakasız yüzlerce numara yüklendiği ortaya çıkmış iddialarla ve değiştirilen yargıçlarla) darbe yapacaklardı diye toplu şekilde tutuklanıyor, sanıkların hastane odaları aranıyor, refakatçileri bile tutuklanıyorsa o zaman “gerçekleşmiş darbe ve muhtıraların” da hesabının sorulmasını istersiniz. “Bazı isimlerin özel olarak korunduğu” tabloya karşı çıkarsınız, “sehven” denilen yanlışların nasıl yapılabildiğini de sorgularsınız o zaman millet çelişkinizin olmadığını anlar.

HAK NEREDE ARANACAK?

Ve tabii “eşitliğe-gerçeklere saygılı olmak”la “takıntılı olmak” arasındaki farkı da.. Bütün bu olaylar yaşanırken ve suçlanan-bundan sonra da suçlanacak vatandaşların hakkını arayacağı “bağımsız mahkemeler” ortadan kaldırılmışken “Avrupa standartlarının bile üstünde adalet sarayları yaptırmak”la övünmemiz neye yarar ki?
İçinde “adalet olmayan” sarayla gurur duyulabilir mi?

*****

Acaba darbe mi bekleniyor?

Silivri’deki duruşma sırasında, tutuksuz yargılanmakta olan ve ‘aynen senaryosu yazılmış bir film sahnesi gibi’, hepsi kaçacak azılı suçlularmış gibi tutuklanan 163 kişiden 27 askerin eşleri Cumartesi günü Beşiktaş’ta toplanarak olayı protesto ettiler. Bazıları “ kocama isnat edilen hiçbir suç yok, şu anda bile neden tutuklandığını bilmiyoruz, biri bize o delilleri göstersin. Demokrasi bir ülkenin askerini yok etmek midir” derken, bazıları “bizim endişemiz hukukun işlememesi, artık mahkemelere nasıl güvenebiliriz ” veya “bu üçüncü tecrübemiz, maddi-manevi tükenmiş durumdayız” benzeri tepki açıklamaları yaptı.

AİLELERİN GÜNAHI NE?

Şimdi, yine Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ’la yaptığım röportaja “flash back” yapıyorum ister istemez, zira gündemde Genelkurmay’ın “tutuklu asker ailelerine verdiği destek” de var, bu da adeta suç gibi soruluyor. Başbuğ’la konuşmamızda “aileler” konusuna da değinmiş ve “tutuklanan askerlerin maaşları kesildiği için ailelerin, özellikle ‘ani şok yaşayan çocuklarının’ manevi, annelerinin ise maddi-manevi büyük sıkıntı çektiğini, okul taksitlerini, askerlerin avukat paralarını ödeyecek bir kaynak bulamadıklarını” anlatmıştı. Son duruma bakınca ve ailelerin söylediklerine kulak verince “iddialarla aylar, yıllar boyu cezaevinde tutulan, defalarca tutuklanıp bırakılan” asker ailelerinin isyanını yok farz etmek hiç de insanca görünmüyor.

Yani artık gösteri yapmak ve yaşadıklarını duyurmak istemeleri son derece doğal. Bu bir yana, “muvazzaf askerlerin tutuklanması” gerçekten açıklama gerektiren bir durum. Artık olayın ne olduğunu anlamak çok zorlaştı ama görev başındaki askerlerin tutuklanmasının “yıllar öncesinde hazırlandığı iddia edilen Balyoz Planı” ile nasıl bir alakası olabileceğini anlamak iyice imkansız. Bu “halen bugün de darbe bekliyoruz” anlamına mı geliyor?
Seçime kadar yine “hergün darbe olabilir” duygusu mu yaşanacak? Bu konuda bir açıklama vatandaşların hakkıdır!