Sir William Churchill (1874-1965)
Şüphesiz önceleri sadece bir İngiliz politikacısıydı.
İkinci Dünya Savaşı’nda izlediği politika dolayısıyla dünyanın büyük “devlet adamları” arasına girdi.

O Churchill, 13 Mayıs 1940 tarihinde İngiltere’nin başbakanı olarak yaptığı ilk konuşmasında “Size kan, zorluklar, ter ve gözyaşından başka bir şeyin sözünü veremiyorum (I have nothing to offer but blood, toil, tears, and sweat) diyordu.
Bu sözlerle başlayan “icraatıyla” tarihe geçen W. Churchill beş yıl sonra girdiği seçimi kaybetti.

Ne enteresan değil mi?
Sadece beş yıllık ama ülkesi için o en kritik dönemdeki başarıları ile bu dünyanın sayılı devlet adamları arasına girmek ama bu beş yılın sonunda “politikada” kaybetmek…
Ne dersiniz buna?

Böyle bir tabloda Churchill başarılı bir “devlet adamı” mıydı yoksa altındaki sandalyeyi beş yıl bile koruyamayan, kaderin cilvesiyle bir ara başbakanlığı “kapmış” sıradan bir politikacı mı?
Her politikacının gönlünden geçen, ileride onun gibi anılmak yani “devlet adamlığı”dır tabii değil mi?

*
Türkiye bu günlerde, neredeyse pek de o günleri aratmayacak bir dönemden geçiyor. 
İlk badire bir biçimde atlatılmış görünüyor ama yine de “tedbirli olunması” gereği öncelikle devletten geldiğine göre şu ya da bu gerekçe ya da niyetle yapılacak küçük bir hata, bu ülkeyi şimdi düşünmek bile istemediğimiz büyük sıkıntılara sokabilir.
Dolayısıyla, bu günlerde ve bu kritik dönemi geride bırakacağımız günlere kadar, ülke yönetiminde sadece ve sadece devletin dirlik-düzeninin, millet ve memleketin geleceğinin esas alınması gerekiyor.
Yani, bu önemli görevler karşısında; o sıradan zamanların “politika”ları da “politikacılık”ları da bir süreliğine mutlaka ertelenmek zorunda.

Neden?
Nedeni sanırım yukarıdaki Churchill örneğinden de anlaşılıyor.
Haydi, biraz açalım:
Churchill şüphesiz, o savaş dönemi koşullarında ülkesinin kaderini elinde tutarken devletin de siyasetin de en kuvvetli adamıydı değilmi? Ama taşıdığı devlet adamlığı vasfı, ona asla bu olağanüstü döneminde sonunda yani düze çıkıldığında yapılacak seçimlerde kazanması için de bir şeyler yapması gerektiğini söylemiyordu.
İleride seçmeni olacaklara vaat ettiği şey “kan, zorluklar, ter ve gözyaşı” idi sadece.
Ve savaşı öyle kazandı.

*
Geniş halk kitleleri her zaman talepkârdır.
Yaşadığımız olaylarda en ön saflarda tepki gösterenler, hatta en büyük özverileri gösterenler, taraftarları oldukları siyaset güçlendiğinde, bu gücün kendi istekleri doğrultusunda kullanılmasını isteyebilirler, bu onlar için doğaldır…
Madem “biz kazandık” “biz güçlüyüz” o zaman bizim dediğimiz osun, önümüzde kim durabilir ki de diyebilirler…

Ama unutmayalım ki; “siyasetin” olduğu yerde yani demokrasilerde geniş halk kitlelerinin siyasi tercih ve talepleri birbirinden farklıdır. 
Dolayısıyla bir tarafın “her şeye rağmen “yapalım” dediği kimi icraat, “madem istiyorsunuz o zaman yapalım” dendiğinde, o icraat diğer tarafı rencide edip bu olması gereken “milli bütünlük” havasını bozabilir.
Bozulan mili birlik havası, o gün savunulan her şeye zarar verebilir, en azından güç kaybettirebilir.
O nedenle böyle bir dönemde sırf siyaset adına olan talepler bir biçimde frenlenmelidir.
Frenlemeyi de başta, yarın “devlet adamı” payesine ulaşmak isteyen, güç sahibi siyasetçiler üstlenmelidir.

*
Türkiye, Rus uçağının düşürülmesinden bu günlerde yaşanan olaylara kadar gelen süreçte ekonomik olarak çok ciddi kayıplar vermiş, büyük yaralar almıştır.

İçinde bulunulan durumdan bir an önce feraha çıkmak için şimdi; vatanı, demokratik rejimi, cumhuriyeti savunmak kadar, “milli ekonomi”miz için de aynı anlayışla hareket etme zorunluluğu vardır. 
Bu kritik dönem, bu dönemin koşulları asla birilerinin kendi ekonomik çıkarları için fırsat haline getirilmemeli; siyaset kurumu asla, içinde bulunulan ekonomik durumu göz ardı edip kamu imkânlarının yerli yersiz kullanılmasına, israfına yol açmamalıdır.

Durum ortada.
Uzun ince bir yoldayız.
Churchill’in dediği gibi, “şu anda kimseye kan, zorluklar, ter ve göz yaşından başka vaadedebilecek bir şey yok” aslında.
Sadece ülkemizin, devletimizin ve milletimizin bütünlüğünü, demokratik cumhuriyetimizi, bu badirenin atlatılıp “Hepimizin” kazanmasını düşüneceğiz.

Tarihte o Churchill’in bile gıpta ettiği bir kahramanı, bir büyük devlet adamını çıkaran Türk milleti olarak gücümüz de, öz güvenimiz de var.
Yolumuz açık olsun.