Türk tipi hükümet sistemi olarak  tanımlanan “Tek adam” rejimi, 7-8 Kasım 2023 tarihli yasama ve yargı darbesi ile anayasal düzeni fiilen ortadan kaldırırken, seçme-seçilme hakkını da ilga ederek tüm ülkeyi rezerv alanı haline getirmiş bulunmaktadır.  Bu darbenin hemen ardından iktidarın düzenlediği (Filistin'e destek görünümlü) hilâfet mitingleri, adliye binalarına kadar taşınan şeriat çağrıları ve Atatürk'e saldıranlar da zirve yapmıştır. Tüm bunlara partili Cumhurbaşkanının “Şeriata düşmanlık, dinin kendisine husumettir.” çıkışı eklenince, doğal olarak Cumhuriyetin laiklik ekseni üzerinde yer alan toplumsal fay hattı tetiklenmiş ve şeriat tartışmaları da bir kez daha alevlenmiştir. Bu gerilim hattının 31 Mart yerel seçimlerinden sonra, daha da yükselerek toplumsal bir  kırılmaya yol açma ihtimali kuvvetle muhtemeldir.

Ağır bir baskı ve ekonomik kriz altında ezilen topluma adalet ve kalkınma adına söyleyecek sözü kalmayan, mental ve metal olarak tükenmiş 21 yıllık iktidarın ise enerjisinin tükenmediği tek bir alan kalmıştır: Emperyalizmin Büyük Ortadoğu Projesi (BOP).

Partili Cumhurbaşkanının Eş Başkanlığını azimle sürdürdüğü bu proje; “ılımlı İslâm” siyaseti eşliğinde Ortadoğu'da ulus devletlerin kuruluş esaslarını, yurttaşlık hukuku ile birlikte demografik yapısını ve sınırlarını değiştirmeyi öngörmektedir. Afganistan, Irak ve Libya’da askeri müdahale; Tunus, Mısır ve Suriye'de ise iç savaş yoluyla iki milyona yakın sivil kanı dökülerek uygulanan bu proje; ülkemizde vatan, ulus ve egemenlik kavramları hadım edilmiş yurttaşlardan, üstüne halife cübbesi giydirilmiş tek adama körü körüne bağlı bir ümmet ile İslam coğrafyasına sözde liderlik edecek bir hilâfet devleti yaratmayı da zorunlu kılmaktadır.  

Bu ideolojik-politik hat doğrultusunda “reklam arası” olarak görülen Cumhuriyetin kurucu babalarına ve değerlerine saldıranlara sahip çıkılması; Cumhuriyetin tüm kurumları tasfiye edilirken,  dindar ve kindar nesil yetiştirmek için eğitime, devlet kurumlarına tarikatların sokulması; şeriatı övenlerin sırtı sıvazlanırken, şeriata sövenlerin evlerinin basılıp gözaltına alınmaları, tutuklanmaları hep bundandır. Böylesi bir iklimde, Erdoğan’ın şeriat söyleminin, “gündem değiştirme” çabası olarak yorumlanması ise, yeni rejimin değirmenine su taşımaktan başka birşey değildir.

1923 Cumhuriyeti eğer bir devrimse (ki, tartışmasız öyledir) şu an yaşadığımız da doğal olarak bir karşı devrimdir. Cumhuriyet devrimi nasıl saltanatı ve hilafeti ortadan kaldırarak, millet egemenliğinin, laikliğin ve demokrasinin yolunu açmışsa; karşı devrim de bunun tam tersini yaparak  saltanat, şeriat ve hilâfettin yolunu yeniden açmıştır.  Bu süreçte iktidarın önündeki en büyük engelse Cumhuriyetin, toplum tarafından en çok içselleştirilmiş olan laiklik devrimi ve düzenlemeleridir. Hal böyle olunca, toplumsal muhalefetin de bu hat üzerinde mevzilenmesi  kaçınılmazdır. Ancak, bu konuda öncülük etmesi beklenen ana muhalefet partisi CHP’nin o taraklarda hiçbir bezinin olmadığını (CB'nin şeriat çıkışına cevap veren Özgür Özel’in ağzından) yeni parti yönetimi de çok veciz bir şekilde ispatlamıştır. Aslında, Cumhuriyetin kurucu partisi CHP, altı okla simgelenen devrim ilkelerini ve laiklik mevzisini terk edeli de çok olmuştur. (Bunun için, tarihe geri dönüp, CHP'nin en önemli devrim projesi olan Köy Enstitülerinden nasıl vazgeçtiğine bakmak da yeterlidir.)  Günümüzde ise artık iyice sağa yaslanan siyaseti ile sandık demokrasisini kutsayan, söylem düzeyinde kaldığı Meclis dışında ise ciddi bir varlık göstermeyen CHP vardır. Nihayet bu siyaset anlayışı,  Kılıçdaroğlu’nun din referanslı “helalleşme” söyleminden, tarikatların devlette yuvalanmasına göz yummaya; oradan diyanet akademisinin kuruluşuna destek vermeye ve iktidarın şeriat atılımlarını “gündem saptırma” kabul edip görmezden gelme noktasina  kadar gelip dayanmıştır.

Karşı devrim süreci şeriat çığlıkları ile hızla ilerlerken ana muhalefetin bu kayıtsız ve teslimiyetçi tutumu karşısında, laikliği savunma görevi doğal olarak CHP'nin solundaki muhalefete ve aydınlara kalmış; şeriat tartışmasına ve laiklik mücadelesine sol’dan bakış da stratejik bir değer kazanmıştır.  Bu noktadan hareketle,  26.02.2024 tarihli Birgün Gazetesinde Selçuk Candansayar’ın “İktidar ve Muhalefetin Şeriat Çekişmesi” başlıklı makalesi de, sürece sol’dan bir bakış iddiası taşıyor olması nedeniyle, ciddiyetle üzerinde durmayı ve tartışılmayı fazlasıyla hak ediyor.

Candansayar  “Sol hariç muhalifler, iktidarın uygulamalarını Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlığına bağlayarak olup bitenleri bir karşı devrim süreci olarak değerlendiriyorlar. Tarihi böyle “hatırladıklarında” RTE’yi, II. Abdülhamit ve Vahdettin ile ilişkilendirerek onların ardılı olarak görüyorlar. Yıllardır, çokça insanın söylediği, uyardığı bir tuzağa düştüklerini fark edemiyorlar. RTE’nin belirlediği “siyasal söylem düzeni”nin içinde kaldıkları için tarihi bu gözle okuduklarının farkında değiller.” diyor. Burada “sol hariç muhalifler”den  kastettiği sosyalist sol dışındaki muhalefetse, bu muhalefetin başında CHP geliyor olmalıdır. Ancak yukarıda da ifade edildiği üzere; bu konuda CHP'nin tutumu çok açık olup, onlar olup bitenleri karşı devrim süreci olarak değil, gündem saptırma olarak görüyorlar. Candansayar'ın tezinin aksine, bu durumda süreci karşı devrim olarak görenler de CHP'nin solunda kalanlar oluyor. “İktidarın Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlığı” konusunda ise neredeyse tüm muhalefet mutabıktır. CHP'nin solunda kalan muhalefet ise bu düşmanlığın arkasında yatan esas nedenleri tabii ki emperyalist projelerden ayrı düşünmüyor. Yine Candansayar’ın tezinin aksine CHP'nin solunda kalan kesim, iktidarı II.Abdülhamit ve Vahdettin ile ilişkilendirerek onların (organik olmasa da) zihinsel  ardılı görüyor. Sonuç olarak, burada bir “tuzak” varsa o da, CHP'nin bu konudaki söylemine inananların içine düştüğü tuzak olmalıdır. Dolayısı ile Candansayar’ın makalesinin başlığı da bu nedenle sorunludur; zira  bugün iktidar ve muhalefetin şeriat çekişmesi değil, anayasal düzenle birlikte laik Cumhuriyete karşı ciddi bir kalkışma vardır.

Nitekim, CHP’lisinden sosyalistine içinde birçok aydının yer aldığı Laiklik Meclisi de geçtiğimiz eylül ayında bu tespitler çerçevesinde laikliği savunmak amacıyla kurularak, laiklik günü ilan ettiği  3 Mart’ı Ankara'da kutlamaya karar vermiştir. Başta CHP olmak üzere, tüm muhalefet partileri ile demokratik kitle örgütlerini ve yurttaşları laiklik mevziinde buluşarak bugünü birlikte kutlamaya ve birlikte mücadeleye davet etmiştir.

 

Cem Alptekin (Avukat-Yazar)