Napolyon’un şu sözü son günlerde yine sıklıkla aklıma geliyor:
“Coğrafya, ülkelerin kaderini belirler.”

Tarihte, savaş sonrası yapılan ilk anlaşmanın Kadeş Anlaşması olduğu kabul ediliyor.
Kadeş; bugün Suriye toprakları içinde, Suriye-Lübnan sınırının hemen iç kısmında, Asi Irmağı kıyısında. Tarihi kentten bugüne az da olsa kimi izler kalmış.
Kadeş Savaşı, Mısır Firavunu
Ramses’le Anadolu’da kurulu Hitit imparatorluğunun kralı Hattuşili’nin, “bölgenin birinci gücü olma” mücadelesinin en önemli parçasıydı. İ.Ö. 1286’da başlayan savaş İ.Ö. 1270’te anlaşmayla sona erdi.
Tarihçilere göre uzunca süren savaşın son günlerinde Hititler bir savaş hilesine başvuruyor. 4 Hitit askeri bilerek Ramses’in askerlerine yakalanıyor. Sorguya çekiliyorlar. Diyorlar ki:
“Hitit ordusu korktu, tümüyle çekildi. Biz de çekilirken yakalandık.”
Ramses rahatlıyor. Ancak kısa sürede anlaşılıyor ki; Hitit ordusu 3 kilometre ötede. Mısır ordusu geri çekiliyor. Arada Asi Irmağı kalıyor. İki taraf da kendi ülkelerine,
“savaşı biz kazandık” haberi veriyor. Anlaşma da bu anlatıma uygun bir dille yapılıyor!

***

Coğrafyamızın kaderi ya da gerçeği, bu topraklar tarih boyunca hep uzun süren savaşlara, kısa süren barışlara sahne oldu.
Hitit tabletlerine göre 4 bin yıl önce Hititlerin iki ana sorunu şuydu:
Bölge güvenliği ve iç barış.
İmparatorluk sınırları içinde konuşulan dil sayısı 9’du.
O günden bu güne 35 uygarlığa beşiklik etmiş Anadolu’da kurulan devletlerin sorunu, özünde değişmedi.
Bu kadar uzak tarih yeter, yakın tarihe gelirsek...
Soğuk savaşın bitimindeki bütün sıcak durumlar bölgemizde yaşandı. Biz de bu sıcaklığı ensemizde hissettik.
Balkanlar’da yaşanan tüm acılar bizim de sinir uçlarımıza dokundu. Coğrafi yakınlık bir yana, gerek Balkan ülkelerinde yaşayan Türk kökenliler, gerekse Türkiye’deki 10 milyonu aşkın Balkan kökenli, Ankara’yı da
“acil çözüm arayışlarının” tarafı yaptı.
Benzer tablo Kafkaslar’da da yaşandı. Kafkas ülkelerinin kendi aralarındaki gerilim, Rusya’nın
“arka bahçe” politikasından ödün vermeyen tutumu ve Türkiye’deki yaklaşık 6 milyon Kafkas kökenli yurttaşımız...
Soğuk savaşın hemen sonrasında NATO’nun kriz haritalarında yer alan 25 sorunlu noktanın 16’sı Türkiye’nin etrafındaydı.
Türkiye o süreçte, sorunun değil, çözümün parçası olmaya özen gösterdi. Uluslararası toplumla birlikte hareket etti.
Ülke sınırları dışındaki soydaşlarına da şu iki temel ilkeyi benimsetti:
- Kimliğinizi ve kültürünüzü koruyun.
- Bulunduğunuz ülkenin yasalarına uyun.

***

Bugün bambaşka bir dış politika anlayışıyla karşı karşıyayız.
Çözümden çok sorunun parçasıyız.
Uluslararası toplum Türkiye’ye
“gerilimi yükseltmemek için kontrol altında tutulması gereken ülke” muamelesi yapıyor.
Etrafımızdaki ülkelerin içinde taraf tutuyoruz. Tutmakla kalmıyor, her türlü yardıma ve özel işbirliğine giriyoruz.
Yönetim anlayışı olarak, dışımızdaki sorunlara iç işimiz gibi öncelik veriyoruz.
Böyle bir dış politika sürdürerek hiçbir sorun çözülemez.
Tam tersine bu anlayış yeni sorunları beraberinde getirir. Üstelik bu sorunlar içimizdeki gerilimleri artırıcı sonuçlar doğurabilir.
Bugün Suriye krizinde öyle bir noktaya geliyoruz ki; neredeyse
Esad’dan daha yalnızız.
Bir güç ne kadar büyük olursa olsun, yalnızlaştıkça güçsüzleşir.
Tamam; coğrafya ülkelerin kaderini belirler ama, ülkeler de o kaderi yönetebildikleri kadar vardır.