Türkiye Barolar Birliği (TBB) Başkanı Prof. Dr. Metin Feyzioğlu’nun geçen pazartesi günü Ankara’da düzenlenen adli yıl açılış töreninde yaptığı eleştirel konuşma, sadece duruşu, içeriği ve üslubu bakımından değil, muhataplarının kimler olduğu itibarı ile de önemliydi.
Geçiştirilmesi kanımca imkansız olan bu konuşma, her adli yıl açılış töreninde olduğu gibi bu yıl da en üst düzeydeki devlet ve hükümet ricalinin, yani Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın mevcudiyetinde yapıldı.
Ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, TBB Başkanı Feyzioğlu’nun konuşmasını beklendiği gibi geçiştirmedi.
Sayın Başbakan’dan Feyzioğlu’nun gayet faydalı ve yapıcı bulduğumuz eleştirilerini aynı doğrultuda not almasını temenni ederdik. Ama Başbakan G-20 zirvesine katılmak için gittiği St. Petersburg’da Feyzioğlu’na karşı olumsuz tepkisini kendi dünya görüşü ve üslubu dairesinde dile getirdi.
Şunları söyledi:
“Yargıtay Kanunu’nda orada baro başkanı da konuşur diye bir madde yok. Neymiş, teamülmüş. Yok öyle bir şey. Hakkı yok. Orada gözümüzün içine baka baka bize hakaret ediyor. Cevap verme hakkımız da yok. Ama söyledim, bir daha adli yıl açılış töreninde bunlar konuşacaksa ben gitmeyeceğim. Gidersem de Yargıtay Başkanı konuştuktan sonra çıkacağım.”
Feyzioğlu’nun konuşmasını içinde Başbakan’ın şikayet ettiği “hakaret”i aramak maksadıyla bir kez daha okudum; bir hakaret bulamadım. Sadece tespitler, eleştiriler ve öneriler vardı.  
İşte o konuşmadan bazı satır başları:
* “Adil yargılanma hakkının hukuk uygulamacıları tarafından içselleştirilmediği, dolayısıyla sık sık ihlal edildiği toplumlarda bireyler, temel hak ve özgürlüklerinin her an devlet tarafından ihlal edilebileceği korkusuyla yaşarlar; kendilerini ifade etmekten çekinmeye başlarlar; devlet aygıtını bir hizmet aracı olarak değil, korkulan bir büyük abi olarak algılarlar (...) Mahkemeler ve hakimler bağımsız ve tarafsız olmadıkları takdirde adil yargılamadan ve dolayısıyla yargının adalet dağıttığından da söz edilemez”.
* “Milli irade tabiri daha ziyade, seçimle iş başına gelmiş, ancak çoğulculuk yerine çoğunlukçuluğu benimsemiş ve giderek otoriter eğilimler sergilemeye başlamış siyasi iktidarların tercihi olmuştur. Çağdaş demokrasiler ise çoğulcudur. (...) Milli irade tabirini kullanmaya devam etmek isteyenler, bu tabirin içinde siyasi iktidara muhalif düşüncelerin de yer aldığını, hükümetlerin parlamentodaki çoğunluklarına dayanarak her istediklerini yapamayacaklarını (...) akıldan çıkarmamalıdır.”
* “Askeri darbelerin ne kadar büyük felaketlere yol açabileceğinin en güncel örneği, Türkiye’nin bu yönden haklı tepkisini ortaya koyduğu Mısır’da yaşanmaktadır. Bu tepkinin dünya kamuoyu üzerinde etkili olabilmesi için, ülkemiz içinde insan haklarına ve demokratik özgürlüklere azami saygı gösterilmesi gerektiği kuşkusuzdur.”
* “Elbette, dünyanın neresinde zulüm varsa, Sudan’da, Irak’ta, Suriye’de, Mısır’da zulmün karşısında, mazlumun yanında samimiyetle durmalı, zulme karşı çıkarken her türlü siyasi hesaptan kaçınmalıyız. (...) Bir devletin zulüm karşısında dünya devletlerini harekete geçirebilmesi için, öncelikle kendi ülkesinde düşünce, ifade, toplantı ve gösteri ve basın özgürlüklerine ve tüm insan haklarına azami ölçüde saygılı olması gerektiğini asla göz ardı etmemeliyiz.”  
Daha fazla alıntı yapmak isterdim...
Başbakan Erdoğan bu minvaldeki eleştirel bir konuşmayı öncelikle kendi huzurunda yapıldığı için “hakaret” addedebiliyor ve konuşma sahibinin bu görüşleri ifade etmeye “hakkı olmadığını” söyleyebiliyor.
Başbakan yüksek yargıya baskı yaparak bir sonraki adli yıl açılış töreninde bir TBB başkanının bu şekilde eleştirel bir konuşma yapmasının önünü şimdiden kapatıyor ve böylece ifade özgürlüğünü bizzat sınırlandırmış oluyor.
Başbakan’ın bu tepkisi bile Feyzioğlu’nun eleştirilerinde ne kadar haklı ve doğru bir yerde durduğunu gösteriyor.