Bir dünya haritası düşünün rengârenk: Beyaz, sarı, kırmızı, siyah ülkeler... Renk koyulaştıkça, özgürlük daralıyor. Denklem böyle. Türkiye’nin rengi kırmızı. Batısı sarı-beyaz. Doğusu kara-kızıl.

Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün (RSF) bu yılki Basın Özgürlüğü Endeksi’nin haritası bu. Türkiye 180 ülke arasında 151’inci sırada. Hani kimse beklemiyor zaten Finlandiya’yla, Norveç’le, Hollanda’yla aşık atsın. Hayallerimizin (maalesef) sınırları var. Ama bu topraklarda büyümüş bir gazetecinin ağırına gidiyor: Afganistan’daki, Uganda’daki, İsrail’deki, Filistin’deki, Rusya’daki, Mali’deki meslektaşlarımızdan daha mı acıklı yani halimiz? Evet, diyor harita. Akabinde bir rapor daha açıklanıyor. Bu kez Freedom House’dan. Notlar verilmiş tek tek. Türkiye sınıfta kalmış. “Basının durumu: Özgür değil” denilmiş.

33 gazeteci tutuklu

İktidardaki siyasetçilere göre bu gibi raporlar gerçekleri yansıtmıyor. Türkiye’de basın hiçbir yerde olmadığı kadar özgür, diyorlar. Ama bir yandan gazeteler kapanıyor, el değiştiriyor, ilan alamıyor, maaş ödeyemiyor, televizyon kanallarına el konuluyor, yönetimleri değişiyor, yüzlerce gazeteci işsiz kalıyor, tartaklanıyor, yargılanıyor, hapse atılıyor. Birkaç sayı verelim: Tutuklu Gazetecilerle Dayanışma Platformu’nun son verilerine göre, Türkiye’de şu anda 33 gazeteci tutuklu. Bunların önemli bir bölümü, çatışma bölgelerinde haberler yapan Dicle Haber Ajansı muhabirleri. Daha yeni, elinizde tuttuğunuz bu gazetenin iki köşe yazarı iki yıl hapis cezasına çarptırıldı. İki yöneticisi halen casusluktan yargılanıyor. Başka gazetelerin başka muhabirleri mütemadiyen mahkeme kapılarını aşındırıyor. Bu arada Cumhurbaşkanı’na hakaret iddiasıyla en az 1845 (yazıyla: bin sekiz yüz kırk beş) kişiye kovuşturma izni çıkmış. Yalnız doğruya doğru, bunların hepsi “gazetecilikten yargılanmıyor”. Kimi karikatürist, kimi sanatçı, kimi 13 yaşında bir çocuk.

 

‘Ey BBC, ey CNN, ey Reuters...’

Liste uzuyor. Artık bu toprakları da aşmış, sınırlarımıza sığmamış, taşmış bir ‘basın özgürlüğü’ anlayışı hâkim. Türkiye bugün Almanya’dan ABD’ye mizah programlarına malzeme olan, sınır ötesi ifade özgürlüğü davaları açan, kimi elçiliklerden yayımlanan muhbirlik davetleri nedeniyle kınanan bir ülke. “Ey BBC, ey CNN, ey Reuters...” diye başlayan cümlelerin artık kanıksandığı bu topraklarda sadece ulusal basın yayın organlarında çalışan gazeteciler değil, yabancı gazeteciler de -hani tabiri caizse- ‘topun ağzında’.

Sadece son bir hafta içinde: Türkiye’de yaşayan Amerikalı bir gazetecinin ülkeye girişine izin verilmedi; Yunan bir foto muhabirin Türkiye üzerinden Libya’ya geçmesine izin çıkmadı; Alman bir muhabirin Türkiye’ye girişi engellendi; Rus bir gazeteci Türkiye’ye alınmadı; Türk kökenli Hollandalı bir gazeteci Cumhurbaşkanı’na hakaret ettiği iddiasıyla gözaltına alındı, yurtdışına çıkış yasağı getirildi, kendisi şimdi Türk vatandaşlığından çıkmayı düşünüyor.

 

‘Gidip de dönememek var’

Hükümet, bu gazetecilerden bazısının “güvenlik riski” oluşturduğunu, bazısının basın kartı bulunmadığını ve “yasal prosedür” gereği ülkeye sokulmadığını ve bir “yasaklı gazeteciler listesi” bulunmadığını söylüyor. Yabancı gazeteciler nezdinde ise artan bir tedirginlik havasından bahsetmek mümkün. Zaten akreditasyonlarını uzatma konusunda son dönemde giderek artan sorunlar yaşarken bir de şimdi başka nedenlerle kapı dışarı edilme korkusu üzerlerinde. Kimi son bir haftada yaşananların da etkisiyle kuşkusuz ‘gidip de dönememek var’ endişesi taşıyor. Basın örgütleri, hükümetin ulusal medyayı zaten bir şekilde kontrol altına aldığı, editöryal olarak kontrol edemeyeceği yabancı gazetecileri de bu şekilde yıldırmak istediği kanaatinde. Hükümet bu gibi iddiaları kesin bir dille reddediyor.

 

Sur’dan haberler yazdı

David Lepeska, bu hafta Türkiye’ye geri alınmayan yabancı gazetecilerden biri. Guardian, Al Jazeera, Atlantic, National, Foreign Affairs gibi birçok uluslararası mecrada yazıları yayımlanıyor. Ayrıca bu gibi gazetecilik faaliyetleri dışında, Dünya Bankası’nda da editörlük görevi yürütüyor. Lepeska’nın Twitter hesabında en tepede, Guardian gazetesine Diyarbakır’ın Sur semtinden şubat ayında yazdığı bir haberin linki duruyor. Lepeska şu an Chicago’da. Sorularımıza yanıt olarak şöyle diyor: “Havaalanında Ankara’dan gelecek nihai kararı beklemem söylendi. Yaklaşık 20 saat karar çıkmadı. Ben de işverenlerimin ve bir danışmanın tavsiyesiyle ülkeden ayrılmaya karar verdim. Türkiye’ye neden giriş yapmama izin verilmediği bana açıklanmadı. Ama bunun yaptığım haberlerle ilgili olduğunu tahmin ediyorum.”

 

‘En zor karar’

Yetkililer, Lepeska’nın basın kartı olmadığını, bir basın kuruluşunda istihdam edilmediğini ve bu nedenle sorun yaşandığını söylüyor. Lepeska da zaten basın kartı olmadığını, Dünya Bankası’ndaki işi üzerinden çalışma izni bulunduğunu ve bu iznin gazetecilik faaliyetlerini kapsamadığını söylüyor. Peki ama hükümet neden yıllardır serbest gazetecilik yapan bu kişiye şimdi engel çıkarıyor? Üç yıldır Türkiye’de yaptığı haberler nedeniyle bir kez bile uyarı almayan Lepeska neden şimdi ülkeye sokulmuyor? Kurallar neden şimdi katılaşıyor? Bilinmiyor.

“O uçağa binmek hayatımda aldığım en zor kararlardan biriydi. Geride dolu dolu bir hayat bıraktım,” diyor Lepeska. Umudunu da ekliyor: “İstanbul’un her köşesine âşığım. Bana ‘hoş geldiniz’ demenin tam tersi şekilde davranmış olsa bile Türkiye’ye de hâlâ âşığım. Hayatıma kaldığım yerden devam edebilmeyi umuyorum.”

Bir gazeteci ve geçmişte ‘misafirperver’ olmakla övünen bir ülkenin bir vatandaşı olarak elimden ancak bunları buraya yazmak ve “Umarım yakında İstanbul’da görüşürüz David” demek geliyor.

Kaynak: Cumhuriyet.com.tr