Türk sporu, son 5 yıldır kötü yönetiliyor. Altın dönemini 2000’li yılların başında yaşadıktan sonra, yıllarda, büyük bir ivme kaybeden spor dünyası, sadece Türkiye’nin köklü kulüpleriyle, Eczacıbaşı, Anadolu Efes, Vakıfbank gibi firmaların çabasıyla ayakta kalmaya çalışıyor. Kuşkusuz ki, bu gerileme sürecinde Türk sporunun 1 numaralı sorunu ‘doping’. 2012’lerde, yasaklı madde kullanım yaşının neredeyse 12’lere inmesi, halter, boks, atletizm gibi branşlarda doping olaylarının artışı, ne yazık ki ülkemizi uluslararası arenada ‘kara listeye’ almış durumda. 2012 olimpiyatlarında 1500 metrede 1. ve 2. olan Aslı Çakır Alptekin-Gamze Bulut’un doping nedeniyle madalyalarını kaybedişi Türkiye’nin yüzünü kızartan en önemli gelişme.

Gençlik Spor ve Spor Bakanı Akif Çağatay Kılıç’ın göreve gelişi sonrası azalsa da kökü bir türlü kazınamadı. Doping gibi, amatör branşların bir büyük sorunu da ‘ithal’ sporcular. Atletizmde ‘Afrika’ merakı, Anadolu çocuklarının önünü tıkamış durumda. Ve geride kalan son 7 yılda Türk sporunun bir diğer önemli sorunu; özerkliğin ihlali. 2008 sonrası yapılan her federasyon seçimine müdahil olan iktidar partisi AKP, futbol dışındaki 61 branşın neredeyse tamamında yönetimlere, ya AKP’li belediye çalışanlarını, ya da partiye yakın isimleri monte etti. Delege sisteminin SGM ağırlıklı olması özerkliği uygulamada rafa kaldırırken, liyakat sahibi birçok spor adamı sistemden uzaklaştı. Seyircisizlik ise Türk futbolunun passolig sistemine geçildiği günden bu yana kanayan en büyük yarası. Aktifbank’ın uygulaması olan passolig (elektronik bilet) sistemi, seyirci sayısını ilk 3 yılda yüzde 70 azaltırken, teşviklerle bu kayıp ancak yüzde 50’lere geriletildi. Sadece Beşiktaş ve Konyaspor’un istenen seyirci ortalamasını bulduğu Süper Lig’de, kulüpler büyük bir gelir kaybına uğrarken, şiddeti bitireceği varsayılan bu sistem, futbol kavgalarının da önüne geçemedi. Spordan gelen ve sporun asıl sahibi olanlar ise bu politik ağırlıklı uygulamalara “hayır” diyor.

Kaynak: Cumhuriyet.com.tr