Avrupa Birliği Edebiyat Ödülü, bu yıl farklı ülkelerden 12 genç yazara verildi. Ödülün Türkiye’den sahibi olan Sine Ergün’le 23 Mayıs’ta Brüksel Concert Noble’de düzenlecek tören öncesi buluştuk. Hayatı, yazmayı, ödülü ve son kitabı ‘Baştankara’yı konuştuk. Ergün şu sıralar ‘saf kötülük’ konulu bir senaryo üzerinde çalıştığını, ayrıca Muhammed Atalay’la birlikte ‘yazmayı bırakan yazarlar’ antolojisi hazırladıklarını söylüyor. Dahası, ödülden sonra farklı ülkelerden ‘Baştankara’ için çeviri teklifleri gelmeye başladığını...

-Ödül haberini aldığınızdav ne hissettiniz?

İki his aynı anda geldi. İlki sevinç, ikincisi kaygı. Çok sevindim çünkü hiç beklemediğiniz anda gerçekten önemli bir değer sizi buluyor. Ama sosyal yanım çok gelişmiş olmadığı için ödül sonrası süreç beni tedirgin etti.

-‘Baştankara’ üçüncü kitabınız. Artık okurlarınız ve edebiyat çevresi ne yazacağınızı merak ediyor, kitaplar beraberinde ödüller getiriyor. Nasıl hissediyorsunuz?

Aradığım bir biçem var. Ulaştım iddiasında değilim. ‘Baştankara’ da onun arayışı. Ödüller yeni okurlara ulaşmanızı sağlıyor, bu anlamda değerli. Edebiyat çevresinin görüşleri de. Ama bu bir kendini yönlendirilmeye bırakmaya ya da onaylanma gereksinimine dönüşmemeli. Kısaca, arayışım kendi kendime ve sürüyor.

-Baştankara’dakiler dört senede yazılmış öykülerden elenenlerin derlemesi mi, yoksa çalışma odasında geçirilmiş yoğun bir yazma sürecinin ürünü mü?

Kendi kendime kalıp sürekli yazdığım dönemlerim de oluyor, ara ara, hayatın içindeyken yazdığım da. Ama çoklukla kendimi kapama gereksinimi duyuyorum. Sonra yazdıklarımı silmeye başlıyorum. Yazmanın çoğu silme aşamasından oluşuyor. Her öykünün ilk taslağı bitmiş halinden iki, üç katı uzun oluyor. Bir virgül bile çıkaramayacak hale gelene dek yalınlaştırmaya çalışıyorum. Son dönemde çıkardığım, rüyalarıma giren bölümler var.

‘Cinsiyetsiz olunmalı’

-Size göre bir öyküde fazla olan nedir? Neleri çıkartıyorsunuz yazdıktan sonra?

Çıkardığınızda öyküde eksiklik yaratmayacak her şey. Duygular. Bir sözcük listesi var aklımda. Onları kullanmaktan olabildiğince kaçınırım.

-Hangi sözcükler mesela?

Hüzün”, “aşk”, “gece”, bütün çiçek çeşitleri, “yakamoz”... Duyguyu anımsatan ya da betimleyen bütün sözcükler. Duygunun öyküye sinmesinden hoşlanmıyorum. İyi örneklerini tabii ki yadsımadan söylüyorum bunu. Aslına bakarsanız duyguların hayatta da paylaşılması ya da gündemde olması beni rahatsız eder. Öykü gereksinmiyorsa tekrarlardan da kaçınırım. Noktalama ise benim için nokta ve virgülden ibaret.

-'Baştankara’dakiler kapağında yazarının adı yazmasa bir kadının mı yoksa erkeğin mi yazdığını anlamayacağımız öyküler. Bu sizin için önemli mi?

Ciddi misiniz? Çok sevindim. Ona çok dikkat ediyorum ve becerip beceremediğimden emin değilim. ‘Ben’ kişisini çok kullansam da yazarı olabildiğince geri planda bırakmaya çalışıyorum. Bundan öte kişinin artık şu yaşadığımız çağda ve durumda; hali, tavrı ve hayata yaklaşımıyla olabildiğince cinsiyetsiz olması gerektiğine inanıyorum. Yalnızca böyle bir edebiyatın değil, böyle bir insanlığın daha tutarlı, daha mantıklı olacağını düşünüyorum. Bana tuhaf geliyor. Belki cinsiyetin getirdiği ya da götürdüğü alanlara çok hâkim olmadığım için. Kişisel olarak cinsiyetsiz olmaya çalışmaktan çok, cinsiyetim varmış gibi hissetmiyorum. Toplum anımsatana dek, tabii.

-Etkilendiğiniz metinler neler?

Peter Handke biçem bakımından çok beslendiğim bir yazar. Aynı Mario Benedetti gibi. Benedetti duyguları da betimlemeyi becerebilen bir yazar. O yazarların yalınlığı beni yapılabilirliğine ikna ediyor.

-Şiirlerinizi yayımlayacak mısınız?

Okura sunacak denli nitelikliler mi, düşünmem gerek, uzun zamandır ben de üstlerinde çalışmadım. Bakacağım, içime sinenlerini güvendiklerimle paylaşıp yorum bekleyeceğim.

‘Ayrıntıları görür, geneli kaçırırım’

Normalde etrafa karşı ilgisizimdir. Ayrıntıları görürüm ama geneli her zaman kaçırırım. Gözlem doğal olarak sahip olduğum bir yetenek değil, geliştirmek için kendimi zorluyorum.

Ergün'ün yazma ritüelleri

Hep bir not defteri taşırım yanımda. Bir şeyler birikince ve masanın başına geçecek olgunluğa geçeceğimi hissedince yazmaya başlarım. Öykü yazmaya başlamadan önce kafamın tamamen boşalması için iki, üç gün duvara bakmam gerek. O dönemde güne sözlük okuyarak başlarım. Sonra o sırada hangi kitapları okuyorsam birkaç sayfa onları okurum. Çok zor odaklanabiliyorum. Ardından masa başına geçer ve aldığım notlar üstüne çalışırım. Öyküyü bir sabah, bir akşam saatlerinde okurum. Alkollü okumayı gerekli bulduğum öyküler olur. Belli müziklerim vardır, Johnny Cash ve The Cramps’in “Green Fuz” yorumu mesela, onlarla okurum. Aksak ritim tutturmaya çalıştığım öyküleri punk müzik eşliğinde okurum. Bittikten sonra çok güvendiğim dört kişiye yorum almak için gönderirim.

Kaynak: Cumhuriyet.com.tr