Yazar Levent Gültekin, yaşanan süreçte bütün Türkiye'nin hedefte olduğunu ve yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kaldığını söyledi. Gültekin, “Hedeflenenlerin içerisinde cemaatler var, mezhepler var, ateistler var, çoluk çocuğumuz var… Yani geleceğimiz, yaşamımız, hayatımız… Hepsi hedefte ve şu anda zaten enkaz altında. İç savaşı göze almış bir lider var” dedi.

HÜSEYİN KELEŞ- ÖZGÜR DÜŞÜNCE GAZETESİ

Türkiye adına konuşulacak bir şey kaldı mı?

Bu ülkeden başka yaşayacak yerimiz yok. Mecburen konuşup sorunlarımızı çözeceğiz. Bu enkazdan kurtulup burayı yaşanabilir bir ülke yapmamız gerekiyor. Bir insanın kişiliğine, ahlakına, çalışkanlığına zerre kadar katkısı olmayan; yani iyi insan olmamıza etkisi olmayan etnik köken, inanç, ideoloji farklılıklarını bir tarafa bırakıp herkesin huzurla yaşayabileceği bir ülke yapmalıyız. Bunun için konuşup, yazıyoruz.

1000 TL MŞ ALAN ADAMIN SEÇTİĞİ ADAM MALINA EL KOYUYOR

Bu kadar kutuplaşmanın had safhada olduğu bir ortamda bahsettiğiniz dayanışma nasıl sağlanacak?

Kutuplaşmadan yakınıyoruz ama bu kutuplaşma bize bir şey gösterdi. Ne kadar ayrışırsak ayrışalım, ne kadar koparsak kopalım kaderimiz birbirimize bağlı. Birbirimizden farklı bir hayat kuramayız. Ne demek istediğimi açıklayayım. Mesela; “Ben İstanbul'da yaşıyorum, iyi bir işim var ve çok da güvenlikli bir sitede oturuyorum. Kürt sorunundan bana ne” diyordu kimileri geçmişte. Demek ki öyle değilmiş.O sorunun neden olduğu ateş sonunda gelip seni de yakıyormuş. Aynı şekilde, “başörtüsü sorunu benim sorunum değil” diyenler şu anda o sorunun yarattığı arızanın bedelini ödüyorlar. Yani başörtülülerin öfkeyle, kızgınlıkla yaptığı tercih o sorunu görmezden gelenlerin hayatını da çekilmez yapıyor. Ya da milyar dolarlık iş adamısın. Ülkedeki yoksulluk umurunda değil. Ama kaderin ayda 1000 TL alan adamın elinde. Çünkü onun siyasi tercihi senin geleceğini belirliyor. O 1000 TL alan adamın seçtiği iktidar gelip senin malına el koyuyor. Sen çocuğunu en iyi lisede, üniversitede okut ama o okumayan çocuğun siyasi tercihiyle ortaya çıkan ülkede senin iyi okullarda okuyan çocuğun da yaşıyor veyahut yaşayamıyor. Bu da bize gösteriyor ki ülkenin bütün sorunları aynı zamanda hepimizin sorunu. Ülkede eğitim sorunu varsa o sorun senin sorunun. Çünkü cahil kalmış insanların seçtiği iktidarların yönettiği ülkede yaşamak zorunda kalıyorsun. Ya da Kürt sorunu varsa o sorun senin sorunun. Ya da Aleviler mutsuzsa o mutsuzluğun kaynağı senin de sorunun. Bu de demek oluyor ki Kürtler mutsuzsa sen de mutsuzsun, Aleviler mutsuzsa sen de mutsuzsun, dindar mutsuzsa sen de mutsuzsun, solcu mutsuzsa sen de mutsuzsun. Yani hiçbirimizin ötekinden bağımsız bir hayat kurma şansı yok. Hepimiz bir bütünün parçalarıyız. O parçalardan biri hasta olursa bütün işlevini yerine getiremez. Ayakta kalamaz. Bu nedenle önce ötekinin mutluluğunu hesaba katmamız gerek. “Sen mutlu değilsen ben de olamam ki” diyecek bir yaklaşım. Bunun için de demokrasiyi kendimiz için değil, “öteki” için istememiz gerekiyor. 

ERDOĞAN ESKİ MAHALLESİNE KAÇTI

AK Parti'nin ilk 2 döneminde bu bahsettiğiniz birliktelik var mıydı?

Türkiye'de hiç bir dönem böyle bir yaklaşım tam olarak uygulanmadı. Kısmen Tayyip Erdoğan 2009'a kadar kutuplaşmayı azaltıcı bir politika izledi. Fakat 2010'dan sonra bu politikasından vazgeçip tekrar geçmişte olduğu gibi ayrımcılıktan beslenen siyasete yöneldi. 

Oy oranları hep yüksekti, neden böyle bir şeye ihtiyaç duysun ki?

Birincisi; barışçı politikalarını sürdürecek demokrasi kültüründen yoksundu. İkincisi; One Minute çıkışı nedeniyle dış dünya ile bağı zarar görünce, içeride güçlü bir taban oluşturma ihtiyacı hissetti. Üçüncüsü; İslamcı kültürün zihinsel yapısından dolayı. Yani İslamcılar hep kendi mahallelerinde yaşadılar. Türkiye'deki diğer farklı kesimler gibi. Bu nedenle ötekiyle nasıl diyalog kuracağını bilmiyorlardı. El yordamıyla kurulan diyalogla bir yere kadar gelebildiler. Sorunlar büyüdükçe, meseleler çetrefilleştikçe demokrasi kültürleri yetersiz kaldı. Daha sahici çözümlere ihtiyaçları vardı onu da başaramadılar. Bu yüzden Erdoğan, kendini sağlama almak için güvenli gördüğü mahalleye geri kaçtı.

Zaman zaman bu dönem 28 Şubat'la karşılaştırılıyor.

Bu 100 yıllık ertelenen sorunların bir patlamasıdır. Çözülmeyen sorunlar çığ gibi büyüyüp sonunda ülkenin üzerine düştü. Erdoğan, var olan bu sorunları kendi iktidarı için kullandı ve ülkeyi o sorunların altındaki bir enkaza dönüştürdü.

BUGÜNKÜ ORTAM, AK PARTİ'YE OY VERENLERE DE ZARAR VERECEK

Aslında söylediklerinizden sonra biraz detay kalacak ama Davutoğlu'nun azledilmesi meselesi var. Davutoğlu neyi yaptı ya da neyi yapmadı ki azledildi?

Davutoğlu'nun başına gelen teferruat, Binali Yıldırım teferruat, her şey teferruat. Bir tarafta Türkiye var bir tarafta Erdoğan var. Çünkü ülkesini gözden çıkarmış bir lider ve o ülkede yaşayan 78 milyon var. Bunun dışındaki her şey bana göre teferruat. Çünkü Erdoğan'ın yaptıklarından, ülkeye verdiği zarardan ona destek olan yüzde 49'da olumsuz etkileniyor, etkilenecek. Türkiye'den yana mı olacağız Erdoğan'dan yana mı? Erdoğan'dan yana olunacaksa Türkiye'den, Türkiye'den yana olunacaksa Erdoğan'dan vazgeçmek tercihiyle karşı karşıyayız. Davutoğlu'nun ki tamamen kayıkçı kavgasıydı.

ERDOĞAN HERKESİ KENDİ MAHALLESİNE HAPSETTİ

Peki bu durumu AK Partililer niçin göremiyorlar?

Çünkü Erdoğan ülkeyi kutuplaştırdı. Herkesi kendi mahallesine hapsetti. Ve ötekinden gelecek sesi duymayacak hale getirdi. AK Parti seçmenine ulaşıp gidişatı anlatan, onları anladığını, korkularını, hassasiyetlerini, önemsedikleri değerleri anladıklarını gösteren kimse yok. AK Parti seçmeninin önemli bir kısmı Erdoğan'ın hâlâ değişmediğini eski o “dürüst” lider olduğunu düşünüyor. Bunun böyle olmadığını gösterecek, sözüne güvendikleri biri de yok. Zaten ne yazarların, ne gazetecilerin, ne aydınların, ne de muhalif siyasetçilerin AK Parti seçmenine ulaşmak, onları ikna etmek gibi bir dertleri yok. Bunu yapacak dil de bulamıyorlar zaten. Öyle bir hassasiyetleri de yok. Seçmen Erdoğan'ın elinde rehin.Dini Erdoğan'ın elinden saygıyla, hürmetle alacak sonra toplumu bu hipnotize halden çıkaracak ve olup biteni anlatacak bir stratejiye ihtiyaç var . Fakat kimsenin böyle bir derdi yok. Sabah akşam Erdoğan'a kızmayı, AK Parti seçmenine hakaret etmeyi marifet sanan bir muhalif kesim var. Hiç bıkmadan 10 yıl daha suçu AK Parti seçmenine atabilirler ama bu sonucu değiştirmeyecek. Muhalif kesim kibirlerinden kurtulup o seçmenle diyalog kuramıyorlar seçmen de “size inat böyle davranacağım” diyor.

BİR BÜROKRATA, ‘İÇ SAVAŞ ÇIKARSA ÇIKSIN' DEDİ

Türkiye'yi gözden çıkarmak? Ne demek bu?

Türkiye'nin yararına olan her şey Erdoğan'ın aleyhine. Erdoğan'ın işine yarayan her şey ise Türkiye'nin aleyhine. Ne yazık ki böyle bir durum var artık. Kendi pozisyonunu sağlama almak için, kendi seçmeni dâhil bütün ülkenin hayatını tehlikeye atıyor. Adını vermeyeyim, çok üst düzey bir bürokrat, emekliye ayrılma aşamasında Tayyip Bey'le vedalaşmaya gidiyor. Tayyip Bey o bürokrata, yapacakları ile ilgili bazı şeyler anlatınca bürokrat diyor ki ‘Bu dediklerinin yarısını yap, iç savaş çıkar bu ülkede' Tayyip Bey de “çıksın, ezer geçeriz” diye karşılık veriyor. Yani iç savaşı göze almış bir lider var. Ne için? Kişisel hırsı. Başka bir gerekçesi yok.

Nereden duydunuz bu diyaloğu?

Bürokratın kendisinden dinledim. Mesela şu andaki Kürt meselesine yaklaşım. Sorunu çözmüyor, ülkeyi bölüyor. Dış politikadaki hamasi söylem, kabadayı tavır ülkeye ağır yükler getiriyor. Bunun gösterilmesi gerekiyor. Fakat muhalefet ne yazık ki bunu topluma gösterecek siyasi zekâdan yoksun. Eğer Erdoğan'ın dediği gibi bir üst akıl varsa, o mekanizma Türkiye'yi bölmek için uğraşıyorsa “üst akıl”ın iş tuttuğu insan Erdoğan'dır diye düşünüyorum. Bu o kadar açık ki.. Çünkü şu andan ülkeyi Erdoğan'dan daha çok bölen, parçalayan ikinci bir isim yok. Toplumun yarısını düşman, hain ilan edip “üst akıl”ın safına itip sonra da o “üst akıl”dan şikâyet etmek büyük marifet doğrusu.

Neden?

Üst akıl eğer Türkiye ile uğraşıyorsa, lidere düşen içeride barışı sağlamaktır. Duygu birliği sağlamaktır. Ayrılıklara son vermektir. Ülkeyi içeride daha güçlü bir birlikteliğe kavuşturmaktır. Madem bir üst akıl var, o zaman bizimle neden uğraşıyorsun? Diye sormamız gerekmez mi?

YAZININ TAMAMI İÇİN TIKLAYINIZ


Kaynak: Cumhuriyet.com.tr