Özge Özder, hem dizi seyircisinin hem de tiyatro seyircisinin yakından tanıdığı bir isim. İBBŞT’de sahnelenen Shakespeare’in “12. Gece”sinde soytarı Feste rolüyle tiyatroda, “Kehribar” dizisinde sivri kadın Adile’yle televizyonda izleniyor şu sıralar. Özge Özder’in duruşu naif ama kendisi pek öyle değil. O, hassas, kırılgan gibi gözükse de sert ruhlu bir kadın aslında...

- Kıdemli bir oyuncu olduğunuzu düşünüyor musunuz?

Kıdem iddialı bir kelime. 2000 yılında mezun oldum ve o günden beri sahneden inmedim, 16 sene oldu...

- Bunu sordum çünkü kıdemli olduğunuzu düşünüyorsanız size kötü bir haberim var! Setten gece eve geldiğiniz için belki haberleri görmemişsinizdir bu sabah. Başbakan Davutoğlu “Sürdürülebilir Kültürel Kalkınma Programı”nı açıkladı. Dikkatimi çeken şu oldu: Kıdemli sanatçıları emekli edip genç sanatçıların önünü açacağız dedikleri “Sanatçıya vefa projesi”... Buna vefa denebilir mi?

Göz ucuyla okuduğum kadarıyla emekliliğin kolaylaştırılmasından bahsediliyor. Uygulama kriterlerine yönelik detaylara rastlamadım. Uygulamada ne ile karşılaşacağımız çok önemli. Sanatın tanımından ne anladığımız, desteklenecek ekiplerde, sanatçılarda ne gibi kriterler aradığımız çok önemli. Emeklilik meselesine gelince tiyatro sahnesinde her yaştan oyuncuya ihtiyaç var. Biz sanatçılar hep iyi niyet arıyoruz ama uygulamanın altından başka şeyler çıkıyor. Umarım öyle olmaz. Emekliye ayrılma meselesi kurumlarda kadroları eritme noktasına getirecek ve tasfiye edecek duruma gelirse darbe olarak görürüm. “60 yaşına geldin, gideceksin” denilirse korkunç bir şey. Sanat deneyimle, yaşanmışlıkla paralel giden bir şey.

22 yaşında replikleri söyleyişiniz ile bakışınızla 60 yaşındaki söyleyişiniz ve bakışınız arasında dağlar kadar fark var. AKM mesela. Yeni, süper bir bina onun yerini tutmayacak. Orada kültürel bir tarih var. Şehrin hafızasını siliyorsunuz. Binalar da deneyimli, kıymetli o yüzden AKM örneğini verdim. Ayrıca okuduğum açıklamada yer bulamayan Devlet Opera ve Bale ile ilgili pozitif önermeler bekliyoruz elbette.

- Shakespeare’in ‘12. Gece’sinde Feste rolündesiniz. Feste, kıdemli bir soytarı mı yoksa? Eyvah emekli edecekler tiyatrodan...

Oynadığım karakter bir soytarı. Hayattan keyif alan, canı nasıl çekerse öyle yaşayan, insanların hiç beklemediği anda çat diye lafı gediğine koyan bir laf cambazı. Yönetmenimiz onu toplumun sesi olarak ortaya koydu. O konuşunca millet “bu da deli herhalde” diyor.

Soytarıları bilirsiniz, krallarının yanında en rahat konuşan dobra ve dürüst insanlardır, yani tek adamlığın olduğu dönemlerde bile en sert sözleri kelle gider korkusu yaşamadan söyleyebilen, krala şakalar yapan kişidir soytarı. Belki de bugünün sanatçılarının üstlenmesi gereken misyona güzel bir örnek olabilir. Ama günümüzde ne yazık ki soytarı kelimesi küçümsenen bir “eğlendiricilik” anlamında kullanılıyor. Ne yazık ki birçok eğlendirici de kendini sanatçıdan sayıyor.

Soytarı Feste toplumun muhalif sesi. Ayırt etmeden muhalif. Tek odağı yok. Herkese çok güzel cümleleri var seyirciye de var kendine de.

- Siz muhalif misiniz? Eğer öyleyse neye muhalifsiniz?

Durup dururken muhalefet edeyim diye düşünmem. O başka bir psikolojik durum, yazık bir varolma mücadelesi. Ama aklımın, bilgimin ve içgüdülerimin bana konuş dediği noktada konuşmaktan çekinmem. Sanatçı muhalif olmak durumundadır. İktidarlar değişir ama çarpıklıkları söylemek, toplumun sesi olmak, eleştirmek her daim sanatçıların görevidir.

- Yıldız Kenter ‘12. Gece’de “Olivia” karakteri ile Yıldız Kenter oldu. Bu rol sizi nereye doğru taşıyor, ne taşıyorsunuz o rolle bize?

Ben Feste’yi oynuyorum ama inanın Shakespeare’in yazdıklarına ek olarak inanılmaz anlamlı cümlelerin ağırlığı var sırtımda... Can Yücel’in sevgi duvarı şiirinin Shakespeare’in 66. sonesiyle harmanlanmış bir versiyonunu şarkı olarak söylüyorum mesela. Ya da bir repliğe Aziz Nesin’in “Öyle bir ölsem öyle bir ölsem çocuklar size hiç ölüm kalmasa’’ dizeleriyle cevap veriyorum... Yaşadığımız şu ortama, günümüze dair yaptığı göndermelerin yanı sıra Feste bir çeşit katharsis yaşatıyor insanlara. Baskıyı, despotizmi ve gericiliği temsil eden Malvolio karakterine oynadığı oyunlar ve dik başlılığı ile toplumun iç sesi oluyor.

- Shakespeare ‘12. Gece’de yanlışlıklar üzerinden komedi kuruyor. Siz yanlışlıklar üzerinden komedi kurar mısınız?

Yanlışlıklar üzerinden çıkan komik benim gerçek hayatta çok içine düştüğüm bir durum. İşin enteresanı domino taşı gibi üstüme devrilerek gider genelde ve ben eğer ortada bir malzeme varsa çok eğlenirim. Büyük pişmanlığım ise yok çok şükür. Kendimi ve başkalarını affetmeyi öğreneli uzun zaman oldu.

 

'Hayvana şiddete de hapis cezası istiyoruz?'

- Sivri misiniz?

Ortalığı yakıp yıkan cümleler kurmam. Ortalığı yakıp yıkan cümleler bazen o kadar sert oluyor ki konudan çok cümleniz konuşuluyor. Gereken yerde, doğru üslup ile konuşmak da anlaşmanın ve anlaşılmanın kıymetli bir yolu bence.

- Kurucusu olduğunuz “Bana Göz Kulak Ol Duyarlı Yaşam Derneği”nde hayvan hakları ile ilgili neler yapıyorsunuz?

Hayvan hakları ile ilgili yeni düzenlemeler var. Ne yazık ki eski yasaya daha çok güveniyoruz ve eski yasaya ek olarak hayvana şiddet ve tecavüze hapis cezası istiyoruz. Bu konu zannettiğinizden çok daha önemli.

Yapılan araştırmalarda sapkın yahut suça meyilli kişilerin ilk suç denemesini hayvanlarda gerçekleştirdiği sonra yaptığından cesaret bularak çocuğa yöneldiği açıkça anlatılıyor. Siz devlet olarak daha ilk adımda bunu çok sert cezalarla önlemezseniz bu tip sapkın ruhlar cesaretle yollarına devam ediyorlar.

Bugün ülkemizde yaşanan korkunç çocuk tacizi, tecavüzü haberleri hepimizin psikolojisini yerinden oynatıyor. Fen dersi adı altında çocuklara hayvan pornosu izleten hasta bir zihniyeti konuşuyorsak, bu bir tesadüf değil inanın bana.

Bu sapkın ruhların hayvanlara yönelik şiddet ya da cinsellik içeren her tür eylemini çok sert biçimde cezalandırmamız gerekiyor. Barınak çalışanı adı altında belediye çalışanı olup bir köpeğin kafasını kıran görevliler dahil.

 

'Elini masaya vuran kadını severim'

- ‘Kehribar’ dizisindeki Adile için toplumun istenmeyen kadını diyebilir miyiz?

Aynen öyle. Bizim bayıldığımız o az konuşan, ezilen, cici, vur kafasına al lokmasını kadınlardan değil. Hayatla mücadelesi çok sert. Pek de bulaşmasanız iyi olacak tiplerden.. Zamanında mafyaya bulaşmış, sokağı iyi bilen, sivri bir kadın. Hayatta pek kimsesi olmadığından büyük bir sevgi boşluğu var. Bağımlılıkları var, gözleri jilet yutmuş gibi bakan, her türlü sokak jargonunu, pisliği bilen bir kadın. Gerçek ismi Adele. Yarı Alman, Köln’de doğup büyümüş, ama Türk mahallesinde büyüdüğünden Adile demişler. Annesi Türk, baba Alman ama onları hiç görmemiş, yetimhaneye terk edilmiş. Sevgi nedir görmediğinden onun hayatta elinden tutan tek kişi olan Orhan’a tehlikeli bir bağımlılığı var.

- Arka sokağı bilen kadının normal hayatta istenmeyip dizide sevilmesini neye bağlıyorsunuz?

Belki komşusu olsa hiç hoşlanmaz, çünkü ona temas etmek risktir. Kendine benzemeyenle temas kurmak çekindiğimiz bir şeydir ya hani. Önyargılarına bağlı bir milletiz biz. Önyargılarımız var ve onun doğru olduğundan eminiz. Kapısını çalıp kahve, şeker istemez o kadından. Aykırı, sivri kadın komşusu olsa sevmez ama dizide seviyor çünkü o kadın TV’den uzanıp bir bardak su istemiyor ondan. Risk yok. Kadının hayatını sadece bir izlence olarak görüyor ve seyrediyor. Kötü karakterleri gözetlemeyi seviyoruz çünkü aslında hepimizin içinde şeytani dürtüler var. Benim içimde de var. Sende de var. İçimizden geçirip de yapamadıklarımızı onlar yapıyorlar.

- Siz arka sokağın kadınına ne kadar yakınsınız? Yoksa “komşu kadın” mısınız?

Ben o tip erkek gibi kadınların sempatizanı ve gözlemcisiyim. Elini masaya vuran kadınları severim ben. Benim ruhumda da her işini kendi gören bir erkeksilik var. Normal hayatta giyim tarzımla da maskülenim. Ama benim ruhum biraz daha zıpır bir erkek çocuğu kıvamında. Bu yüzdendir ki erkek arkadaşlarla daha iyi vakit geçiriyorum genelde.

- Öyle mi? Kibar, naif tahmin ediyordum sizi...

Günlük yaşantımda kadın arkadaştan çok erkek arkadaşım var. Eğlenceli, fırlama bir yapım var ama duygusal ve kırılganım da aynı zamanda. Naif görüntüm, şen şakrak oluşum biraz yanıltıcı olabiliyor çünkü ummadığınız bir anda içimden erkek gibi korkusuz bir şey çıkıveriyor.

- Peki cinselliği özgürce yaşayan kadınlar da “kötü” algılanmıyor mu?

Bir kadın hayatını istediği gibi yaşayabilmeli. İstediği her sokağa istediği her kıyafetle, istediği her saatte girip çıkabilmeli. Kadın kendi bedenini bir günah yuvası gibi algılamamalı, sevmeli. Bedenini severse korur kadın, bedenini başkalarına aitmiş gibi hissederse sesi çıkmaz. Kadına büyük bedeller ödetiliyor toplumumuzda. Kadın olmak bulunduğunuz her ortamda zor. Kadının varoluşu kötü algılanıyor. Cinselliğini yaşamasını bir kenara bırakın, bedeni bir suç aleti gibi muamele görüyor. Suçlunun işlediği suçu araştırırken tahrik unsurunu kadın bedeninde arıyoruz, daha ne olsun. Sonra da birilerinin kızı olan bu kadının intikamını yeni bir suça karışarak başkaları alıyor. Yasal cezaların ağırlığından tatmin olmuyor çünkü.


Kaynak: Cumhuriyet.com.tr