“Fethullahçı Terör Örgütü” üyesi olduğu iddiasıyla tutuklanan eski HSYK 1. Daire Başkanı İbrahim Okur, savcılığa verdiği ifadede yargıdaki Fethullahçı yapılanmayla ilgili o dönem MİT’ten veya diğer devlet kurumlarından kendisine bir uyarının gelmediğini, 7 Şubat krizi sonrası görüştüğü MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın da kendisine bir bilgilendirme yapmadığını kaydetti. Okur, Yargıtay’a 2011’de atanan 160 üyeden cemaate 110 kontenjan ayrılmasını konusunda Fethullah Gülen cemaatine mensup yüksek yargı üyeleriyle anlaşmayı hükümetin istediğini kabul etti.

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na 153 sayfalık ifade veren İbrahim Okur’a, yargıdaki FETÖ yapılanması konusunda MİT ve diğer devlet kurumları tarafından uyarılıp uyarılmadığı soruldu. “Ben görev yaptığım hiçbir dönemde belirttiğimiz şekilde bir uyarı almadım” diyen Okur, MİT’ten herhangi bir görevli ile bu konuda görüşme yapmadığını savundu. Okur, sadece 7 Şubat krizinde bir kez Müsteşar Hakan Fidan ile makamında görüştüğünü belirterek, şunları kaydetti:

“Bu görüşmede de konu 7 Şubat 2012 tarihinde kendisinin İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından ifadeye çağrılması konusu üzerine bilgi verdi. Bu kapsamda örneğin o tarihte medyada bilahare yansıyan ve Diyarbakır DTP İl Başkanlığı’nda bulunduğu belirtilen belgelerin aslında orada bulunmadığını ve Brüksel’de yabancı bir servis tarafından Türk Emniyet yetkililerine servis edildiğini anlattı. Bu servis olayından sonra belirtilen il başkanlığında bulunmuş gibi işlem yapıldığını söyledi. Bu spesifik soruşturma dışında yargı içerisindeki paralel yapı ile ilgili bir bilgilendirme yapmadı.”

İbrahim Okur, sorgusunda Hasan Erbil’in Yargıtay Başsavcılığı’na seçilmesinin ardından o dönem AKP kapatma davasında rol alan Yargıtay Cumhuriyet Savcıları Ömer Faruk Eminağaoğlu ve Zafer Ediş’in arasında bulunduğu 16 ismin gönderilmesini de anlattı. 2011 yaz kararnamesinin sonuçlandırılıp bağlandığı sırada kurul üyeleri ile Gölbaşı’nda bulunduklarını aktaran Okur, şöyle konuştu:

“Bu esnada yanımıza Yargıtay İdari Savcısı olan İsmail Hakkı Şentürk geldi. Bana Başsavcı’nın yazdığı Yargıtay’dan gönderilmesi gereken 16 ismin yazılı bulunduğu resmi yazıyı HSYK’ye verdiğini söyledi. Ben kararnamenin bağlanmak üzere olduğunu, bu şekilde bir tasarrufun olamayacağını söyledim. Akabinde de Başsavcı Hasan Erbil’i aradım. Ona da aynı durumu söyledim. Hatta Ankara’dan savcıların gönderildiğini, sayı fazla olması nedeni ile yeni savcıları istemediklerini, bizim de alınanlar yerine Ankara’ya savcı veremediğimizi belirtti. O ise bana kendisinin seçildiği zaman selam vermeyen hayırlı olsuna gelmeyen, kafasını çeviren kişiler ile çalışmak zorunda olmadığını belirtip yetkisini kullanarak bu isimlerin gönderilmesini istediğini belirtti. Yargıtay Başsavcısı’nın kanundan kaynaklanan bu yetkisini gündeme getirdim. Yargıtay Başsavcısının yolladığı 16 isim arasında Zafer Ediş, Ömer Faruk Eminağaoğlu gibi isimlerin olduğunu gördüm. Bu isimlerden bir kısmının YARSAV üyesi olduğunu, hatta Yargıtay Başsavcılığı’nda siyasi partilen bürosunda çalıştıklarını öğrendim. Kurulda Nilgün Hanım bu hususa karşı çıkmıştı. Ancak netice itibarıyla bu 16 kişinin Ankara dışına tayinini gerçekleştirdik.”

‘Cemaatle anlaşmamızı hükümet istedi’

İbrahim Okur’a 2011’de Yargıtay ve Danıştay’a cemaatçilerin atanmasına ilişkin “Yargı teşkilatının 1/10 sayısına ulaşan bir yapıya 2/3 oranında kontenjan verilmesini nasıl açıklıyorsunuz” sorusu da yöneltildi. Okur, bu konuda dönemin Adalet Bakanlığı Müsteşarı Ahmet Kahraman’ı sorumlu tutarak, şunları iddia etti: “Fethullah Gülen cemaat mensuplarına Yargıtay için ayrılan kontenjan 110 civarındaydı. Belirtilen dönemde yaklaşık 230 Yargıtay üyesi bulunmaktaydı. Bu üyelerden 160’ı Mahmut Acar’ın etkisi altındaydı. 35 kişi ise sol olarak bilinen farklı kültür yapısına sahip üyelerdi. 40-45 kişi ise muhafazakâr ve milliyetçi kişilerden oluşuyordu. O dönem Yargıtay’da bulunan vesayetçi yapıyı kırmak için Yargıtay’da üye sayısı artırılmıştı. HSYK seçimleri sonucu Fethullah Gülen cemaat mensubu üyesi olan kurul üyeleri ile birlikte hareket etmediğimiz durumda yüksek yargıdan gelen kişiler ile anlaşmamız gerekirdi. Bu kişiler ile anlaştığımız zaman mevcut vesayet sistemini kıramayacaktı. Çünkü onlar da belli sayıda üye isteyeceklerdi. Seçime gidilmesinin nedeni mevcut vesayetin ortadan kaldırılması olduğundan bu şekilde davranışın hükümet tarafından da uygun olmadığı belirtildi. Fethullah Gülen cemaat mensupları 160 kişiden 140’ını kendilerinden olmasını isteyince biz bu duruma karşı çıktık. Durumu Müsteşar Ahmet Kahraman Bey’e ilettik. Onun gidin, anlaşın yüksek yargıdan gelen üyeler ile anlaşma söz konusu olamaz dedi. Bunun üzerine Fethullah Gülen cemaat mensuplarına Yargıtay için 110’a yakın, Danıştay için 37’ye yakın kontenjan vermek zorunda kaldık. Bu şekilde davranmamız konusunda bize talimatı bizzat Ahmet Kahraman vermiştir. Bunun dışında kimse vermemiştir. Ahmet Kahraman da bu durumu Fethullah Gülen cemaat mensuplarına iyilik olsun diye vermemiştir. Durumun getirdiği bir gereklilikten dolayı bu şekilde bize talimat vermiştir.”

Kaynak: Cumhuriyet.com.tr