Kısa süre önce çıkan “Devlet Olma Zanaatı” (İletişim Yay.) adlı kitap Osmanlı’dan bugüne kamu icraatına bakan makalelerden müteşekkil. Marc Aymes ve Benjamin Gourisse’yle birlikte derleyenlerden olan Elise Massicard ise kitapta “Kamu görevlisi mi değil mi? Türkiye’de muhtar Figürü” başlıklı makalesiyle yer alıyor. Muhtarlar, Türkiye’yi yakından takip eden Massicard’ın özel ihtisas alanı. Bu kitapta 1829’da ortaya çıkışından beri muhtarlığın hem devlete/merkeze, hem de yerele/halka uzanan bir köprüde, geçirgen, kimi zaman muğlak ve özgün konumunu ele almış. Fakat makale 2013’te yazıldığından, özellikle e-devlet uygulamasının yerleşmesiyle muhtarların görevlerinin fiilen azaldığı noktada bitiyor. Oysa ki geçen yıldan bu yana zamanında kendisi için “Muhtar bile olamaz” denilen Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın dün 33’ncüsü yapılan buluşmalarıyla, muhtarların sıcak siyaset aktörü olduğu bir dönem yaşıyoruz. Erdoğan “Ülkemizin dört bir yanından gelen muhtarlarımızla, başmuhtar konumundaki cumhurbaşkanı arasındaki bu muhabbeti göremeyenin gönül gözü kapalı demektir” demişti. Bu “muhabbeti” işin uzmanına sorduk.

-Erdoğan’ın dediği gibi muhtarlar “demokrasinin çekirdeği” midir?

Muhtarlar, Osmanlı İmparatorluğu’nda seçilen en eski unsurlardır. Bugün dahil, vatandaşlara hem coğrafi, hem de sosyal anlamda en yakın seçilenlerdir diyebiliriz. Öbür kamu görevlilerinden daha kolay ulaşılabilirler. Ancak kamu görevlisi olarak devletten gelen mecburiyetleri olmasıyla diğer seçilenlerden ayrılırlar. İcraatları beğenilmiyorsa sakinler tekrar oy vermez. Demokrasilerde rolleri önemli ve özel. Zaten bence demokrasinin tek bir çekirdeği yok, bir sürü var.

Erdoğan’ın tarzı

-Muhtarlığın dünyada özgün sayılabilecek idari bir pozisyon olduğunu anlatıyorsunuz. Bu muhtar buluşmaları ne kadar özgün, benzeri var mı?

Kesinlikle özgün. İlk kez bir cumhurbaşkanı muhtarlarla bu kadar ilgileniyor. Normalde siyasi iktidar, özellikle de uzman politikacılar pek değer vermez. En değer verdikleri zaman, oy potansiyelleri yüzünden seçim kampanya dönemleridir. Bu buluşmaların 2015 cumhurbaşkanı seçimlerinden birkaç ay önce başlaması tesadüf değil ama sadece seçim çerçevesinde yorumlamak da yanlış. Kaldı ki Erdoğan da sıradan bir cumhurbaşkanı değil. Halk tarafından seçilen, önce belediye başkanı olmasıyla da yerelden gelen ilk ve tek cumhurbaşkanı. Bu buluşmalar onun halkla ilişkisini gösterme tarzı olarak yorumlanabilir.

Gücü hissettirmek

-Erdoğan kendini başmuhtar olarak tanımlayarak ne yapmak istiyor? Başmuhtarlık nasıl bir yönetim biçimi?

Gerçekten de cumhurbaşkanı ve muhtarlar arasında benzerlikler var. Bir kere ikisi de hem seçilmiş, hem de parti üstü. En azından resmen öyle olmaları lazım; tabii fiiliyatta durum ikisi için de biraz karışık. Erdoğan kendisini başmuhtar olarak tanımlayarak, Aksaray’da bulunmasının yarattığı halkla arasındaki mesafeyi, hatta kopukluğu gidermek istiyor. Aynı zamanda başmuhtarlık tepeden ucuna kadar devletin tekliğini vurgulamak demek. Davet edilen muhtarlara devletin gücünü hissettirmek, devlete aidiyetlerini artırmak gibi bir amaçtan da bahsedilebilir. Mesela muhtarların ödeneği son dönemde çok arttırıldı. Ocak 2014’te 457 TL’den 871 TL’ye çıkarılmıştı. Ocak 2016’da ödenek 1300 TL yapılarak asgari ücrete eşitlendi. Bu, muhtarların vatandaşın ödediği “mühür tasdik ücretine” bağlılığını azaltıyor ve onları memuriyete daha çok yaklaştırıyor.

-Kimileri bu buluşmaları grup toplantısına benzetiyor. Tüm evrene, tüm ulusa, bazen iç ve dış mihraklara muhtarlar üzerinden sesleniyor. Erdoğan karşısında tam olarak kimi görüyor?

Bu yeni tür “aracılık”, nadir de olsa bazı muhtarların öğle yemeği karşılığında eziyet çekerek “süs oluyoruz” yakınmalarına neden oluyor. Muhtarlar süs mü oluyor, hakiki bir aktör mü? Bu buluşmalar kesinlikle sadece muhtarlara yönelik değil. Bence bir sürü farklı kitleye aynı anda sesleniyor. Katılan muhtarların bir kısmı, kendi sorunlarından bahsedilmediğinden ya da süs olduklarından şikâyet etti. Gerçekten de muhtar buluşmaları bir ritüel haline gelmiş durumda. Muhtarların inisiyatiflerine, mesela soru-cevaba ya da diyaloğa yer az. Yukarıdan aşağı mantık hâkim, aşağıdan yukarı pek yok. Bu açıdan aracılık tek yönlüyse de bence muhtarlar sadece süs değil orada. Araç demek daha doğru.

Devletle ilişkisi iyi olan

-Geçmişte imamlara ait kimi görevleri üstlenmesiyle muhtarlığın bir sekülerleşme adımı sayılabileceğinden söz ediyorsunuz. Bu buluşmalarda yeniden tanımlanan muhtarlık, daha çok Türk-İslam sentezi bir tektipleşmenin aracı olarak görünüyor. Bu dönüşümü nasıl yorumlarsınız?

Ben Türk-İslam sentezi çerçevesinde değil, daha çok devletin iktidarın birçok alandaki kontrolünü artırma teşebbüsü olarak yorumluyorum. Muhtarların mahalle bazında seçilmesi tektipleşmelerine engel oluyor. Ancak şunu da söylemek lazım ki belediyeyle ya da kaymakamlıkla ilişkisi iyi olan muhtar, resmi kaynaklara daha kolay yaklaşıyor, daha etkin çalışabiliyor. Aksaray’a davet edilen muhtarların neye göre seçildikleri bu açıdan önemli. Parti ya da siyasi görüş bazında belirlendikleri yönünde yorumlar yapıldı. Bu doğruysa o zaman devlet görüşmek için “kendi muhtarlarını” seçiyor demektir. Bu da muhtarlığın demokrasinin önemli bir unsuru olmaktan çıkması anlamına gelir.

'MUHTARLAR’ 2017’DE YAYIMLANACAK

Fransa Ulusal Bilimsel Araştırma Merkezi ve Paris Uluslararası Araştırma Merkezi’nde araştırmacı. “Negotiating Political Power in Turkey: Breaking up the Party” (Londra, Routledge, 2012) adlı kitabı Nicole Watts ile yayına hazırladı. Türkiye’de siyaset sosyolojisi, toplum-devlet ilişkileri üzerine çok sayıda makalesi mevcut. 2015’te Paris Sorbonne Üniversitesi’ne sunduğu profesörlük tezinin konusu Türkiye’de muhtarlar. Bu çalışma 2017’de Fransa’da Karthala Yayınevi tarafından basılacak.

'Sivil aktörleri devlet için harekete geçirme çabası’

-Erdoğan’ın son dönemde “Muhtar kendi mahallesinde, köyünde hangi evde kim oturuyor? Bunu bilmeyecek mi? Bilmez mi? Bilecek. Bu terörist midir, değil midir?” diyerek verdiği ihbar ödeviyle, Osmanlı’nın muhtarları merkezi denetim ve istihbarat ağı içinde konumlandırışı arasında paralellik kurmak mümkün mü? Bir Osmanlı “canlandırması” mı var burada?

Ben daha çok yerelde sivil aktörleri devlet için harekete geçirme çabası şeklinde görüyorum. Muhtarlar sakinlerin gündelik hayatları konusunda, resmi evraklarda olmayan bir sürü şey biliyor ya da öğrenebiliyor. Büyük mahallelerde bu zorsa da en azından bildikleri tahmin ediliyor. Muhtarlar buluşması bu bilgiyi devlete kazandırma girişimi olarak yorumlanabilir. Bu girişim kamu ve özel arasındaki sınırı da bulanıklaştırıyor. Bunu, Erdoğan’ın Kasım 2014’te Esnaf ve Sanatkârlar Şûrası’nda seslenmesine benzetiyorum. Ne demişti o zaman? “Bizim medeniyetimizde bizim millet ve medeniyet ruhumuzda esnaf sanatkâr gerektiğinde askerdir, alperendir. Gerektiğinde cephede vatanını savunan şehittir, gazidir, kahramandır. Gerektiğinde asayişi tesis eden polistir. Gerektiğinde adaleti sağlayan hâkimdir, hakemdir.” Hakikaten muhtarlar devlet, özellikle de emniyet için, hep bilgi kaynağı olagelmiş. Bu ne yeni bir durum, ne de sadece bir Osmanlı geleneği. Bugün bu görev onlardan sadece daha yüksek sesle isteniyor. Muhtarların mahalle sakinleri tarafından seçildiğini de görmek lazım. Muhtarın görevi sadece “teröristleri” değil, aynı zamanda örneğin kaçak askerleri, kaçak inşaat yapanları da ihbar etmek. Tekrar seçilebilmek için mahalle sakinlerinin çoğunun güvenini kazanması, bir denge kurması lazım. Yani sadece merkezi denetim ağı içinde konumlandığında muhtar olmaktan çıkar. Sizi bir suçla itham edecek kimseye oy verir misiniz?

Kaynak: Cumhuriyet.com.tr