Kıbrıs’ta derdest edilip, Atatürk Havalimanı’nın apronunda bekley(ebil) en bir grup tarafından, üstelik devletin gözaltındayken linç edilen Barbaros Şansal, hem yaşadıklarını hem de Silivri’deki hücresinde geçirdiği 56 günü yazdı. Şansal’ın kaldığı hücrede şu günlerde Die Welt gazetesinin Türkiye muhabiri Deniz Yücel tutuluyor. O ise bir süredir Belçika’da yaşıyor. Söylediğine göre bu bir ‘ülkeden gidiş’ değil; düşünce ve ifade özgürlüğünü koruması adına bir süreliğine yurtdışında yaşamaya ihtiyacı var. Şansal’la kitabı ve yaşananları konuşmak üzere Destek Yayınları’nın ofisinde buluşuyoruz. Yanında devletin yetkilendirdiği koruması olmadan gelmiş. Bizi kocaman gülümsemesi ve yüksek enerjisiyle karşılıyor. Sorulardan kaçmıyor, “Bu konuları konuşmak istemiyorum” demiyor, tüm dobralığıyla bir bir cevaplıyor. Sohbetin sonunda elinde tepsi, masadaki bardakları toplayıp mutfağa taşırken, “Yarın bir Cumartesi Anneleri yaparım” diyor...

‘Orada ölseydim o ben olmayacaktım’

-Kitabın tümünü içeride mi yazdınız?

Evet. Tecritte ve hücrede. 9. kısım L tipinde. Kapısında Ergenekon ve Balyoz davasında tutuklananlar ve diğer hukuksuzluklar için direndiğim, gaz yediğim, tazyikli su yediğim cezaevini içeriden görmek de kısmetmiş. Ben KHK, OHAL, terör veya FETÖ’den tutuklanmadım. Gözaltı, tutuklama ve hapis cezası olmayan bir iddianameyle 56 gün hücreye ve tecrite atıldım. Mücadelemi yazarak sürdürdüm. Haftada 300 lira harcama istihkakım vardı. Tuncay Özkan’ın başına gelenlerden sonra açık gıda tüketmediğim için bu hakkımla kantinden gazetelerim, sigaram, temizlik malzemelerim ve yiyeceklerimi aldım. Haftada bir gün kullanabildiğiniz bir hak bu. Hatta son haftalarda istediklerimin kalmadığını söyleyerek beni cezaevi yemeğine itmeye çalıştılar. Ama her hafta iki harita metot defteri ve 10-12 tane ucuz tükenmez kalem alabilecek bütçem vardı. Haftada dört paket etimek, bir paket zeytin, bir kalıp peynir, birer kilo domates ve salatalık, bir kilo meyve, bir paket kuru ceviz, bir paket kuru kayısı, 50 gram kadar kahve ve süt tozu, bir paket de bisküvi yetiyordu bütçeme.

-56 gün boyunca Musa Kart ve cezaevi görevlileri dışında kimseyi görmediniz mi?

Hücrem cezaevinin en sonundaki koridorun da en sonundaydı. Kapımın önünden geçilmesine bile izin vermediler, insan göremedim. Duvarda iki sivrisinek leşi vardı canlılığı gösteren bana, bir de eski bir örümcek ağı, o kadar. Benden hemen sonra Silivri’nin avluları kafeslendi. Benim yanımdaki hücrede veganarşist Osman Evcan, onun yanındaki hücrede de çok değerli bir eski müşterimin eşi Özdemir Sabancı’nın faillerinden İsmail Akkol kalıyordu. Arkamda Meral Danış Beştaş, önümde bir tane IŞİD’çi. Kanalizasyon rögarlarından iletişim kurulabiliyordu. Bir kere alt koridordan götürdüler beni, hiç götürmezlerdi, Musa Kart’ı o zaman gördüm.

-Medyada hakkınızda çıkanları görünce “Tarafsız gazetecilik taraflı ticarete dönüştü” yazmışsınız kitaba...

Sizin hayatınızı, başınıza gelenleri, mahreminizi perakende olarak, hiçbir telif ödemeden satıyor medya. Ama Ajda Pekkan’ı, Gülben Ergen’i başyazar yapıp onlara milyonlar ödeyebiliyor. Sizin havalimanında linç edilen görsellerinizi perakende satıyor ve özel jetine binip gidip Lübnan’da elbise diktirebiliyor.

-Hiç siyasi partilerden teklif aldınız mı?

Çok! Saçımı boyatmam, SGK’den bedava mutluluk çubuğu taktırmam, ihale almam, rüşvet vermem, almam. Bizim gibi ülkelerde en az yüzde 35’i kadın değilse, ‘ötekiler’ dediğiniz insanların o parlamentoda teslimiyet hakkı yoksa, liderlik suntası devam ediyorsa benim orada işim yok. Bağımsız bir ülkeden bahsediyorsunuz, parlamentomuzda bağımsız milletvekili yok. Neyi konuşuyoruz?

-Emniyet ve cezaevi görevlilerinin hakaretlerini yazmışsınız kitapta. Hiç kötü muameleye maruz kaldınız mı?

Fiziki hiçbir şiddet görmedim. Hücreye geçtikten sonra giriş kapısında beni karşılayan ve “Pis hastalıklarını bize bulaştırmaya mı geldin” diyen sağlık görevlisi her gece bana “Hapın var” diye ilaç vermeye kalktı. Ne hapıydı bilmiyorum, kabul etmedim. Sonunda vazgeçti. En enteresanı şu: Gece 11.30’da tahliye edilirken, girerken alınan parmak ve avuç izlerimi sistem kabul etmedi ve tahliyeme izin vermedi. Çünkü girerken alınan dijital parmak izlerim bilgisayara kaydedilmemişti. Yeniden kayıt alıp beni tahliye ettiler. Yani bilgisayar sistemine göre ben yaklaşık 2 dakika kadar Silivri’de yatmış görünüyorum. Ben orada ölseydim o ben değildim.

‘Devletin gözaltında linç edildim’

-Doğru bildiğini en sert şekliyle söylemekten vazgeçmediğiniz için hayatınız boyunca pek çok kere saldırıya uğradınız, tutuklandınız, devlet şiddeti gördünüz, algı operasyonuna maruz kaldınız... Bu son linç ve ardından gelen süreç ne değiştirdi hayatınızda?

Hiçbir şey. Kamburlarımı daha çok cilaladı benim, daha büyük bir silaha dönüştürdü. Beni uluslararası bir mücadeleye taşıdı.

-Uluslararası alanda neler yapıyorsunuz?

Epey bir şey. Yakında göreceksiniz. İlk önce IATA, ICAO gibi uluslararası sivil havacılık örgütleriyle linç faillerim olmalarına rağmen hâlâ Atatürk Havalimanı’nda çalışan görevliler hakkında çalışıyorum. Atatürk Havalimanı güvenliğini uluslararası bir soruşturmaya çevirmeye çabalıyorum. Bu tüm sivil yolcuların güvenliği için yaptığım bir şey. 15 Temmuz’da uçakların altında selfie çekmiş bir halktan bahsediyoruz. İki saat sonra o uçaklar havalandırıldı. IŞİD baskınına uğramış, yaklaşık 50 kişinin öldürüldüğü bir havalimanından bahsediyoruz. Ben NATO ve Amerikan uçaklarının lojistik aldığı apronda ve pistte linç edildim. Devletin gözaltındayken, uçakta 200 yolcu varken, Anadolu Ajansı uçuş bilgilerimi yayımlamışken... Herkesin davası 5-10 sene sürüyor. Benimkini apar topar dört ayda sonuçlandırdılar. Panik halindeler. Art arda, süratle bütün davalarımdan beraat ettiriliyorum. Şimdi Kuzey Kıbrıs İdare Mahkemesi’nde açtığım dava da sonuçlanmak üzere. Çünkü sınır dışı edilmek yok Kıbrıs’tan. Kıbrıs’tan ben uluslararası bir organize mafya şebekesi tarafından yasadışı bir operasyonla alındım.

-Kitapta evinizin önünde uğradığınız faili meçhul saldırıdaki failleri bulduğunuzdan bahsediyorsunuz. Peki linci teşvik edenler kim?

Bunun da faillerini biliyorum. Meselesi 29 Aralık’ta başlayan bir operasyon. Kıbrıs’ta kumar oynayan bir kadının onun kumar oynadığını yazdığım için bana kızması üzerine gelişen olaylar. Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği de biliyor kim olduğunu. Damat da biliyor. Sabah gazetesi de biliyor.

'Sürgünde yaşamak çok zor'

-Hayatımda hiçbir şeyi değiştirmedi diyorsunuz ama daha önce yaşadıklarınızda ülkeden gitmediniz. Şimdi neden yurtdışında yaşama kararı aldınız?

Bu bir ülkeden gidiş değil. Uluslararası baskıyla bana devlet koruması verdiler. Fakat ben korumasız geziyorum. Benim yüzümden o garibana bir şey olmasın. Ben ülkemi terk etmedim. Mülteci değilim. Kendi düşünce ve ifade özgürlüğümü koruyabilmek için bir süre yurtdışında yaşayacağım. Kolay mı? Sürgünde yaşamak çok zor. Bir kere dünyanın neresine giderseniz gidin bu pasaportla size potansiyel radikal İslam teröristi muamelesi yapılıyor. Bilmediğiniz bir kültür, dil ve insanlar... Ama gelişmiş demokrasiler insan temelli en azından. Herkes ‘günaydın’ diyor, yaya geçidine girdiğiniz an bütün arabalar duruyor, kimse sokağa tükürmüyor, işemiyor, kimse sokakta size “i*ne” ya da “p*şt” diye bağırmıyor. Şu an yaşadığım ülkenin başbakanı evli ve eşcinsel. Ve benim devlet başkanımın eşi onun eşinin yemeğine gidiyor. Ne söylenebilir ki?

-Sosyal medyada yoksunuz artık...

Şu an kullanmıyorum. Twitter Türkiye masası Budapeşte’de, Facebook Türkiye masası Dublin’de. İkisinin de Türkiye masasının başındakiler benim çok yakın dostlarım. Sosyal medya hesaplarımdaki bütün iletilerimi siliyoruz şimdi. Çünkü Sera Kadıgil’e yaptıkları gibi beş, on sene önce yazdıklarıma yönelik dava açabilirler. Twitter’ımı açacağım yakında.

‘Cürüm almış başını gidiyor’

“Ben kutlanacak bir bayram görmüyorum. Zehirlenen askerler, tutuklu gazeteciler, milletvekilleri, tacize uğrayan çocuklar, ahlaki yozlaşma ve cürüm almış başını gidiyor. Adalet Yürüyüşü bir adımdır. Umarım bu toplum bir gün aydınlığa koşmayı öğrenecek. İşte o gün bayramı kutlayalım biz. Bütün dava arkadaşlarıma şunu tavsiye edebilirim: Yaşadıklarını sineye çekmesinler. Yazsınlar, ses kaydı alsınlar, fotoğraf veya video çeksinler. Bu sürecin hafıza bankasını oluşturalım ki ileride delil olarak dünya toplumlarının önüne koyabilelim. Bu mücadeleyi ne şartlarda kazandığımızı, Türkiye Cumhuriyeti’ni, Atatürk devrimlerini ve dava arkadaşlarını, ödenmiş bedelleri bütün dünyaya anlatabilelim. Ödevimizi ve görevimizi bilelim, mücadelemize devam edelim. Biz deliyiz, deliye her gün bayram. Ama asıl bayram ben inanıyorum ki hiç uzak değil.”

‘Cesur değil, korkusuzum’

“Korkularla yönetiliyorsunuz. Öldürsünler, dövsünler, sakat kalalım. Ne olacak yani? Bilinmeyen bir şeyden, görmediğiniz bir şeyden korkuyorsunuz. Zehirlenmişsiniz. Ben bütün bu korkulardan arındım. Cesur değilim, korkusuzum.”

Kaynak: Cumhuriyet.com.tr