Bugün, göz boyayan pırıltılı estetiğiyle dikkat çekmeyi; çarpıcı bir başlangıç sekansıyla izleyicisini hemen fethetmeyi amaçlayan filmler giderek çoğalıyor. Dünyayı değiştirmek için sinema yaparken, dünyanın değiştirdiği sinemaya mı mahkûm olduk yoksa? sorusuyla başlıyorum. Amacım kışkırtıcı olmak değil tabii ki. 1980’lerden bu yana sözcüğün en yalın anlamıyla toplumsal sinema yapan, filmlerinde sıradan insanların yaşam savaşını, keskin bir politik bilincin ışığında hümanist yaklaşımla anlatan Robert Guéguidian (1953), biçimsel cilvelerden çok senaryonun içeriğine ve anlattığı hikâyenin iç gerilimi yanında gerçekliğine önem veren angaje yönetmen kimliğiyle, yaratıcı Fransız sineması içinde farklı bir yere sahip.

Yaşadığı dönemin ve yakından tanıdığı çevrelerin tanığı olan; sokaktaki insanın zor koşullarda verdiği yaşam savaşına odaklı filmlerinde sınıfsal bir bakış açısı sergileyen; edebiyatı, şiiri seven Guédiguian, birçok şairin yanında, sık sık Nazım Hikmet’ten de alıntılar yapmış bir yönetmen. Marsilya doğumlu. Ermeni kökeni Sivas’a uzanan enternasyonalist aydın kimliği, diğer etnik, dinsel ya da milliyetçi kimliklerin çok üzerinde yer alır. İki yıl önce çektiği, 1915 olaylarının öncesi ve sonrasındaki 100 yıllık tarihi sorgulayan filmini de aynı geniş bakış açısıyla çekmiştir. “Evet, bugün yönetmenler artık özgürce, rahatça sinema yapamıyorlar” diyerek giriyor konuya. “Sanat yaşamı bir bütündür. Yıllar içine yayılan çalışmalarla, bölüm bölüm, parça parça inşa edilir. Bu bütünlüğün içinde çok başarılı filmler de vardır, göreceli zayıf olanları da.

Gençliğimde, sinema bilgimi geliştirmek ve pekiştirmek için daldan dala atlamak yerine bir yönemenin tüm filmlerini izlemeyi tercih ederdim. Örneğin, Pasolini’nin ‘kötü’ bir filminden bile öğreneceğiniz çok şey vardır. En azından İtalya’ya, İtalyanlara ve kültürlerine ilişkin birçok bilgi vardır.

GİŞE YARATICILIĞA BASKI YAPIYOR’

Şöyle devam ediyor Fransız yönetmen söyleşimizedeğerli tavsiyeleri ile: “Bugün yönetmenlerden her filmleriyle “başarılı” olmaları isteniyor. Başarı da, gişe girdisiyle ölçülüyor. Bu ağır bir baskı oluşturuyor yaratıcılık üzerinde. Ancak şunu da eklemeliyim: Yaratıcı sinema yapmak adına, sadece kendiniz ve dar bir sinefil çevre için film çekmek de hiç doğru değil; giderek mümkün de değil, çünkü sanat filmleri izleyicisi giderek azalıyor. Her şeyden önce, bir hikâye anlatmak zorunda olduğumuzu unutmayalım. Üç gerilimi olan, inişli çıkışlı gerilimler yaratan, izleyicinin ilgisini dağıtmayan senaryolar eşliğinde somut insanlardan onların yaşamlarından söz etmek çok önemli.... Ayrıca, pazar koşullarına direnebilmek için, kendi filmlerinin yapımcılığına soyunan yönetmenler çok iyi bilirler. Elinizdeki bütçeyi nerede, nasıl kullanacağınız da sanatsal bir seçimdir. Tarihi dekorlara mı ağırlık vereceksiniz, figüranlara mı, yoksa özgün müziğe mi? Benim gibi yönetmen - yapımcılar için bu, bir yaratıcı özgürlüğü konusudur da... Bugün dijital çekim olanaklarının bütçelerde rahatlama yarattığı görüşü de doğru değil. Sanal görsel efektler gerçekleştirmek çok pahalıya maloluyor ve bugünün ticari sinemasının empoze ettiği birtakım olmazsa olmazlar var: Örneğin, bir savaş sahnesi çekeceksiniz, patlayan bombaların sesi de görüntüleri de Amerikan filmlerindeki kadar inandırıcı olmak zorunda. Yoksa herkes burun kıvırıveriyor yaptığınıza...” Robert Guédiguian’la bu özel görüşmem, toplumsal sinemanın tarifine dair fikirleriyle neticeleniyor: “Bugün, toplumsal sinema ne olmalı sorusuna gelince, temelde yeni yollara işaret eden, olumlu somut girişimleri anlatan senaryolara ağırlık vermek gerekir. Eleştiri yeterince yapıldı ve yapılıyor. Artık, haksızlıkları, yolsuzlukları, kötülükleri ifşa ederek, genel çürümüşlüğü sergileyen filmlerden çok, çözüm yolları üreten, yaşama geçirilen başarılı girişimlerden söz ederek umut aşılayan filmlere ihtiyacımız var. Angaje sinemadan çok, ‘vatandaş sinema’ya ihtiyacımız var...”

Kaynak: Cumhuriyet.com.tr