Geldiğinde çalışma koşulları ikinci sınıftı. Önce toprak sahada başladılar çalışmaya. Sonra Fulya’da küçük bir çim sahaya kavuştular. Gordon gözü gibi baktı o çimlere; bozulmasınlar diye idmanlarda çalışma yerlerini sürekli değiştirirdi. Bu arada malzeme eksikliğinde kalas taşırken sakatlanmışlığı da var. Futbolcu mantalitesi ise İngiltere’den çok farklıydı kuşkusuz. Duygusal genç bir oyuncu grubu vardı elinde. Ve o grupla adım adım yenilmez armada, imrenilen bir takım yarattı.

Üst üste 3 yıl kazanılan şampiyonluk, 10-0’lık gol rekoru, Milli Takım’a 8 oyuncu gönderme hep onun zamanında gerçekleşti.

Fakat Gordon bu süreçte hiç değişmedi; yine centilmendi, yine mütevazıydı.

Beşiktaş taraftarı, foto muhabirlerini atlatıp Yeni Açık’a dönerek kaldırdığı yumruğuyla hatırlıyor onu. Tribünler maça o yumrukla başlardı. “Tünelden çıkarken hakemin arkasında bekleyen futbolcuları motive içindi” diyor şimdi Gordon. “Sonra tribünler istedi, iyi de oldu”.

 

İstanbul Manhattan gibi

O günlerle bugünleri karşılaştırdığında Türkiye’nin imkânlarının, futbol koşullarının çok değiştiğini söylüyor. Düşünsenize Fulya’dan Ümraniye’ye, İnönü’den Vodafone Arena’ya. Bugünün İstanbul’unu gökdelenleri, alışveriş merkezleriyle Manhattan’a benzetiyor. Ama onun için değişmeyen tek şey Türkiye’de hâlâ kaliteli futbol adamlarının olmasıymış.

 

İlk Türkçe kelime ‘Sinan’

Bir rastlantıyla Beşiktaş’ı seçiyor Gordon.

1988’de şampiyonluğu kıl payı kaçıran Beşiktaş Don Howe’la anlaşıyor. Fakat İngiliz Milli Takımı’nın teknik direktörü Bobby Robson Howe’u kendisine yardımcı yapınca Beşiktaş’a da Gordon Milne’i öneriyor. Ve Gordon kendini birden İstanbul’da buluyor.

İlk öğrendiği Türkçe kelime “Sinan”. Çünkü Tercümanı Ali Emeç onu Süleymaniye Camisi’ne götürmüş Gordon da mimariye hayran olmuş. Ve anlamış ki bu ülkede büyük hedeflerle büyük işler yapılabilir.

 

Beyaz şortlu şövalye

Gordon’un bir özelliği de antrenmanlara yaz kış şortla çıkmasıydı. Hatta bazı maçlara da. Ama bir maçta (hatırlamıyor) yine koşarak sahaya çıkıp tam kulübeye girerken bir polis köpeği bacağından ısırmış. O da maçlara şortla çıkmaktan vazgeçmiş.

Geçen 25 yıldan sonra futbol anlayışında değişiklik olup olmadığını sorduğumda “Bir şeyi ne kadar basit yaparsanız insanlar o kadar çabuk anlar. Karmaşık şeylerde, sürekli değişen dizilimler ve taktiklerde hata yapma olasılığı artar” diyor yine ısrarla.

 

Üç yabancı yeter

Yabancı futbolcu sayısına dair yorumu ise bugünün koşullarında ilginç. “Takımda bütünlük sağlamak için ortak dil önemli. Takım ruhunu sağlamak için en fazla 3 yabancı futbolcu kullanılmalı” diyor. Şu anda başarılarıyla örnek büyük Avrupa takımlarının neredeyse hiç yerli futbolcu kullanmadıklarını hatırlatıyorum kendisine ama belli ki fikri sabit. “Chelsea mesela bu sezon kadrosundaki 90 futbolcuyu oraya buraya gönderdi. Bu transfer yanlışı değil de ne” diyor. Ve ilave ediyor “ne kadar az değişiklik o kadar çok başarı”.

 

Şampiyon Leicester

Ve söz Gordon’un geçmişte 5 yıl teknik direktörlüğünü yaptığı ve 2. Lig şampiyonluğu kazandırdığı bugün ise Premier Lig’de güçlü rakiplerine karşın büyük sürpriz yaparak şampiyonluğa koşan Leicester’e geldi. Herkes gibi Gordon da Leicester’i destekliyor. Başarı sırlarını da genç oyuncularla takım bütünlüğünü sağlamalarına bağlıyor.

 

Herkeste bir walkman

Takım bütünlüğü demişken; günümüz futbolcularının artık birbirleriyle hiç iletişim içinde olmadıklarından şikâyetçi. “Her birinin kulağında bir kulaklık çevrelerinden kopuklar. İdmandan sonra da herkes çekip gidiyor. İletişim sıfır. Böyle oyuncularla takım ruhu oluşturulamaz” diyor.

 

Çıkıp oynayacaksın

Sözü ne kadar futbolun kirlenmesine, hakemlerin hata yapma gerekçelerine filan getirmeye çalışsam da ağzından birilerini rahatsız edecek hiçbir şey çıkmıyor. Çünkü futbolun kendisine derinden inanıyor. “Futbolun sorunlarını iyi futbol oynayarak çözebilirsiniz” diyor. O kadar centilmen ki ‘şerefli ikincilikler’i hatırlattığımda bugün bile o topa girmiyor; “çıkıp oynayacak ve kazanacaksın” diyor.

Bu oyunun sahada hâlâ temiz kaldığı inancında.

 

Rakip taraftara özlem

Söz eski İnönü yeni Beşiktaş Vodafone Stadı’na gelince heyecanlanıyor. Beşiktaş’ın 3 sezondur taraftar desteğinden yoksun, sürekli farklı yerlerde oynamasının zorluğuna değiniyor. Fakat yeni stat tantanasının da takımın konsantrasyonunu bozma riskinden korkmuş. Rakip takım taraftarlarının olmamasını ise büyük eksiklik olarak görüyor. “O zamanlar kendi stadımızda Fenerliyi, Galatasaraylıyı görebiliyorduk. Deplasmana gittiğimizde de Beşiktaşlıları. Bir kale arkası rakip taraftara ayrılırdı. Başka bir gayretle, heyecanla oynardık. Ama tabii gerekçeleri anlayabiliyorum” diyor.

Kaynak: Cumhuriyet.com.tr