Kürt sorununda artık adeta “yasa” halini almıştır: Masanın ufukta göründüğü anlar, aynı zamanda şiddetin en fazla kullanıldığı anlardır; taraflar birbirlerini masaya şiddet aracılığıyla çağırırlar, şiddeti bir pazarlık kozu olarak kullanırlar. Tam da bu nedenle, KCK’nin Elazığ, Van ve Bitlis’teki büyük saldırıların hemen ardından ve Elazığ’ın üzerinden 24 saat geçmemişken yaptığı “müzakerelere dönülsün” çağrısını çelişkili ya da tutarsız değil, bu yasaya uygun bir çağrı olarak görmek gerekmektedir: PKK, devleti yoğunlaştırılmış şiddet aracılığıyla masaya çağırmaktadır.

Benzer bir şekilde, başka bir “yasa”dan daha söz edilebilir: Suriye’de ne zaman IŞİD’le Kürtler arasındaki savaşta Kürtler bir başarı elde etse, bu mutlaka Türkiye sınırları içerisine yansımaktadır. Menbic sonrasında IŞİD’in Antep’teki bir düğüne düzenlediği intihar saldırısı, yasanın yürürlükte olduğunu göstermektedir. IŞİD, Türk, Kürt, Arap fay hatlarını da kaşıyacak ve Türkiye’nin Ortadoğululaşması sürecinde bir dönemecin daha alınması anlamına gelecek şekilde, ilk kez bir düğünü hedef almış, elliden fazla yurttaşımızı katletmiştir.

Türkiye’nin Suriye siyasetinde de değişmez bir “yasa”dan söz etmek mümkündür, ne zaman Suriye’de ya da Rojava’da kritik bir gelişme yaşansa hemen devreye “tampon bölge” talebi girer. Yaklaşık beş yıldır değişmeyen bir şekilde, bütün sorunların çözümünün sınırın hemen öbür tarafında oluşturulacak tampon bölgede olduğu iddia edilir. Böylece hem mülteci sorunu çözülebilecek, hem “muhalifler” kendilerine bir yaşam alanı bulabilecek, hem yeni-Osmanlı Suriye’ye asker sokacağı için emperyal fantezilerinin bir kısmını gerçekleştirmiş olacak hem de “Kürt koridoru”nun tamamlanması engellenebilecektir.

Hepsi zaten karmaşık olan Suriye denklemini iyiden iyiye karmaşıklaştırmıştır ve artık Suriye ile Türkiye’nin kaderi ortaktır, yaşanacak her şey birlikte yaşanacaktır.

Yeni-Osmanlı şimdilerde Suriye siyasetinde bir dönüş sinyali verse de, hatta MİT’in Şam’da Suriye ile görüşmeler yaptığı iddia edilse de, Menbiç’in IŞİD’den alınmasının ardından tampon bölge meselesi bir kez daha gündeme gelmiş, ÖSO militanlarının TSK desteğiyle Cerablus’a girişinde son aşamaya varılmıştır. Bu nedenle aynı anda hem Cerablus’taki IŞİD hedeflerinin hem de aylar sonra YPG’nin vurulması ve SDG’li bir komutana düzenlenen suikast bir tesadüf değildir; çünkü Cerablus esas olarak Menbiç’e verilen bir yanıttır.

Buradaki “aylar sonra” vurgusu önemlidir, çünkü yeni-Osmanlı “Menbic Mutabakatı”nın ihlal edildiğinin farkındadır. Mutabakat ile kastettiğim ise şudur: ABD, Türkiye’ye Fırat’ın batı yakasındaki Menbic’e girecek SDG güçlerinin çoğunluğunu YPG’lilerin oluşturmayacağı, operasyon tamamlandıktan sonra ise YPG’lilerin kentte kalmayacakları sözünü vermiştir. Bunu da Dışişleri Bakanı sonradan Bakanlık yetkilileri yalanlasa da, “ABD’yle aramızda gizli bir anlaşma var” diyerek teyit etmiştir. Ancak yeni-Osmanlı bir kez daha hayal kırıklığına uğramıştır, çünkü ABD anlaşmaya uymamış ve Menbic “Kürt koridoru”nun tamamlanmasındaki en önemli aşamalardan biri anlamına gelmiştir.

Yine de mesele basitçe “mutabakatın ihlali” üzerinden anlaşılamaz; çünkü Menbic operasyonunun başlamasıyla bitişi arasında 15 Temmuz Darbe Girişimi gerçekleşmiş, ABD’nin darbeye ilişkin tutumu Türkiye-ABD ilişkilerini tarihin en kötü noktasına sürüklerken, Rusya ve İran’la büyük bir yakınlaşma yaşanmıştır. Dolayısıyla Cerablus’u bu denklem içerisine yerleştirmek gerekmektedir: Cerablus, yeni-Osmanlı’nın ABD’yle olan ilişkileri yeniden tesis ederken kullanmak istediği kozlardan biridir ve pazarlık masasına sürülmüş durumdadır.

ABD’nin ise dağılmış devlet manzarasına rağmen halen önemli bir müttefiki olan Türkiye’yi kolay kolay gözden çıkarmayacağını ve Cerablus konusunda destekleyeceğini söylemek mümkün görünmektedir. Büyük ihtimalle Cerablus’u Türkiye-ABD destekli “muhalifler”in alması istenecek, oluşturulacak 15 km derinliğindeki bir cep bölge ile Kürt koridoruna ilişkin endişelerin giderilmesi yönünde bir algı yaratılacaktır. Kantonlar ise doğrudan sınır boyunca değilse de, sınırın 15 km altından yine birleşmiş olacaktır. Yeni-Osmanlı çok büyük ihtimalle buna ikna edilmiş durumdadır, değilse de emin olun ki edilecektir. Bu, aynı zamanda müzakere masasının yakında olduğuna işaret etmektedir ki, bir süre sonra yeni bir çatışmasızlık sürecinin gündeme gelmesi şaşırtıcı olmayacaktır.

Peki evdeki hesap çarşıya uyacak mıdır, esas mesele budur. Erdoğan’ın Rusya ziyareti, İran dışişleri Bakanı’nın Türkiye’ye gelişi, dün gerçekleşen Barzani ziyareti, bugün Biden’in Türkiye’ye gelecek oluşu, Haseke’de YPG ile Suriye ordusu arasında yaşanan çatışmalar, Halep savaşındaki gelişmeler, IŞİD’in Türkiye’deki hücreleri… Hepsi zaten karmaşık olan Suriye denklemini iyiden iyiye karmaşıklaştırmıştır ve artık Suriye ile Türkiye’nin kaderi ortaktır, yaşanacak her şey birlikte yaşanacaktır.

Kaynak: Birgun.net