Bakınız burası çok önemli. Ahmet Hakan, ‘Sen ne büyükmüşsün ey Atatürk’ başlıklı yazısında bolca laiklikten söz edip tevhid-i tedrisatın önemine dikkat çekiyor, eğitimde gericiliğe yer olmadığından dem vuruyor, Mustafa Kemal’in eğilimleri üzerinden çağdaşlığı övüyor.
•••
Topu kalenin karşısına koyuyor, ‘günah çıkarır gibi yapıp’ ters falsoyu veriyor...
“Senin yüzünü Batı’ya dönüşüne epey karşı çıkmışlığım vardır.
Bugün geldiğimiz şu noktada...
“İyi ki yüzünü ve yüzümüzü Batı’ya dönmüşsün diyorum, başka bir şey demiyorum...”
•••
Zevkleri, duyguları, düşünceleri benzer bir kitle yaratmak için şişirilen büyük balon, sabun köpüğü... Popüler kültür! Bizzat bu türden büyük bir ürün olan AKP, son 15 yıldır kullanışlı çevre ürünlerinin de kendisiyle birlikte filizlenmesine fırsat veriyor. Bu, işin bir yanı!
•••
Madalyonun diğer tarafında, iktidarın zevahiri kurtarmak için yeni bir ideolojiye sığındığı okunuyor. Lozan seçkisi, AKP binalarına asılan dev Atatürk flamaları, Anıtkabir’e koşup hatıra defterini, “Atam sen kalk da ben yatam” minvalli imzalamalar, dinden dönen iktidar sözcülerinin kaşıklarının sert bir şekilde kırıldığını gösteriyor.
•••
Din siyaseti, ‘Yeni keşfediyormuşuk gibi yap pampa’ hamlesiyle Kemalizm felsefesine evriliyor. Herkes iştahla devletin kurucu değerlerine döndüğünden söz ediyor.

•••
İşaret fişeğini, sabun kültürünün çevresel bir ürünü olan ve burnu koku uzmanından daha işlevsel çalışan Ahmet Hakan’ın savurması doğal. Şüphe yok, bir şeyler değişiyor. Bunu feryat figan eden başka dinci yapılanmaların twitter hesaplarından bile anlamak mümkün. Öte yandan cihatçıların kafalarının allak bullak olduğu görülüyor. Bir tasviye korkusu seziliyor.
•••
Bu değişime sıkça alkış tutanlara tanık olacağız. Peki kısa bir süre içinde ‘bu yeni memnunların’, ‘biz de kandırıldık’ itiraflarını duymamız mümkün mü? Başörtü mağduriyetinden Atatürk seferberliğine uzanan bu yolda büyük ihtimalle!
•••
Bu ülkedeki en büyük eksik samimiyet, en büyük bolluk Ahmet Hakan gibi ayarı ayarla soslayan kanaat önderleridir.
•••
Vicdan, laiklik, fikir özgürlüğü, demokrasi, insan hakları temelinde bir sistem yaratabilmek bu kadar zor mu?
İnancını samimiyetle yaşayabilen, ana dilini özgürce konuşabilen, aydınlık kafalar yaratabilmek, kadrolaşmadan, restleşmeden, ezmeden, tüketmeden bir bütün ortaya koyabilmek imkânsız mı? Demek ki öyle!
•••
Samimiyeti olmayanların, yazıdan bir Atatürk karşıtlığı çıkarmalarına acı bir biçimde güleriz. Bu gülümsemeye, Erdoğan’ın Gezi Direnişi sırasında; üstünde Atatürk olan bayraklara vurgu yaparak, ‘zor tuttuğu yüzde ellisine’, “Siz hangi bayrağı alıp hangisini almayacağınızı iyi bilirsiniz” sözlerini iliştiririz.
•••
Şimdi samimiyetle soruyoruz:
Kullanma sırası Atatürk’e mi geldi?
Ya da biz hangi Atatürk’le karşılaşacağız, gerçekten son anda anladığınız Atatürk’le mi yoksa ‘kandırmak’ için kendinizin dizayn edeceği bir şekille mi?
Açıkça ifade edelim ki her yerde küçük küçük Anıtkabir sembolleri görmek, üzerinde ‘I love You Atam’ yazan dev boyutlu ekmekleri ‘yemek’ istemiyoruz!
•••
Adettendir, başladığımız gibi bitirelim.
Ahmet Hakan ne diyor:
“Senin ülkeye getirdiğin laiklik ilkesine epey laf saydırmılığım vardır.
Bugün geldiğimiz noktada...
İyi ki laiklik ilkesini hayata geçirmişsin diyorum başka bir şey demiyorum...”
Vay be...
Hakan, sadece Atatürk’ü değil Aydınlanma Devrimi’nin simgelediği eşitlik, özgürlük, demokrasi ve laikliği de 15 Temmuz 2016 tarihinden sonra keşfediyor. Elbette Fransız Devrimi’nden bu yana geçen 227 yıllık açığı 15 günde kapatabilmesi de büyük başarı!
•••
Vıcık vıcık zeminde, kıvrım kıvrım yollar. Hiç şüphemiz yok, eğer darbe girişimi başarılı olsaydı ‘aydınlanmacılar’ tarafından bol bol Fetullah Gülen, cuntacı general güzellemeleri duyacaktık! Buna da şükredelim!

***

Samimiyet ve insanlık dediğin

2000 yılında Burdur Cezaevi’ndeki polis ve jandarma operasyonunda kepçe kolunu kopardı. Yıllar sonra açtığı davayı kazandı. Ancak karar Danıştay’da bozulunca kendisine verilen tazminat geri istendi.

Veli Saçılık, devlete, askere, polise kırgın, kızgındı. 15 Temmuz’un ardından gözaltındaki işkence görüntüleri ve kamuoyuna sızdırılan eziyet fotoğraflarını o da gördü. Bir an tereddüt etmedi, üç beş cümle karaladı: “Darbeciler arasında benim kolumu cezaevinde kopartanlar var. Ama hiçbirine linç uygulanmasını, işkence edilmesini kabul etmiyorum!”

Yarbay Ali Tatar, bugün itibarları iade edilen askerlerin büyük bir ikiyüzlülükle davet edildikleri kanallarda yaşadıklarını anlatma fırsatı bulamadı. Fetullahçılar tarafından tasfiye edilenler ve cezaevinde çile çekenler arasındaydı. Zaten her şeyi, çok önce son mektubunda anlatmıştı: “...Şunu bilin ki, en küçük suçu günahı olmayan ben, bu yapılan hukuksuzluğa, isyan ve bu karanlığa bir nebze ışık olabilmek için hayatıma son veriyorum...”

Tepkiler üzerine tabelası kaldırıldı. Hainler mezarlığı! İnsanın nefesini daraltan bu tuhaflığın üzerine kardeşini büyük bir haksızlık sonucunda yitiren Ahmet Tatar’ın nefesi düştü. Onun yazdığı üç beş kelime de adeta büyük bir dersti: “Bu olmadı. Ölenlerin artık bizimle hesabı kapanmıştır. Bundan sonrasını canın sahibine bırakalım.”

Uzun lafın kısası... İntikam ve nefret kültüründen öte adamlar, hoşgörü, insanlık ve samimiyet dersi veriyorlar. Keşke her birimiz Veli Saçılık ya da Ahmet Tatar olabilseydik. Bu ülke çoktan cennet olurdu.

***

Kendi fikriyse derdi büyük

Ne trajik. “Yakınımdır” imzasıyla Cemaat’e yakınlaşmadan, ‘Ben hiçbir zaman bunlardan olmadım’ telaşına... atan mı ararsın, yazı yazan mı yoksa ‘Kandırıldık’ diye ilan veren mi.

Zavallılığın resmidir şimdi.

Acemice refleksler, refleksler...

Tuhaf işler, acayip marifetler... Bu toz duman arasında İstanbul’un Kadir Abisini takip ediyoruz. Önce hainler mezarlığı imzası sonra Topçu Kışlası çıkışı. Tercümesi şu olabilir mi: “Reis, işin ABC’sini çoktan geçtim, topa en sert yerinden ‘Topçu Kışlası’ndan’ girerim. Burası yapılacak! Bil ki cemaatçi değilim!”

Dersaadet’in kadir kıymet bilen abisinin sözü üstüne “Evet yapılacak lan” sözü söylenmezse iş fena! Bu kışla kendi fikriyse derdi de büyük demek!

Kaynak: Birgun.net