Herhalde ileride sürekli anımsayacağımız figürlerden biri de Süleyman Soylu olacaktır diye düşünüyorum. Çünkü her ne kadar hatırlamakta pek başarılı sayılmasak da toplumumuzun bir hafızası var yine de. Bir yerlere sıkışıp kalacaktır mutlaka bu isim.

Soylu’nun politik serüveni gözlerimizin önünde yol kat etti. “Milletçe” izledik. Kişisel olarak ben Süleyman Demirel’in sadık kadrolarının kurduğu Demokrat Parti’nin genel başkanı olduğunda duydum adını. Demirel’in Güniz Sokağı’ndaki en önemli “siyasi dergahımız” olan konutunda “manevi liderin” yanında dizlerini birbirine büzüştürerek oturuşu aklımda kalmış. O dönemler AKP’nin henüz “herkesin partisi(!)” olmadığı zamanlardı. İktidarın doğal sahibi olduklarına inanan Demirelci kadroların, “milletin” yeniden Süleyman Bey önderliğine buluşacağını düşündüğü zamanlar. Genç bir siyasetçi olarak, her ne kadar o koltuğa emaneten oturtulmuş da olsa, olası bir Demirelci iktidarda yeri hazır sayılırdı Soylu’nun.

Önceleri Tansu Çiller’in prensi olarak adlandırılıyordu. Sürekli egemen olanın yanında olmak bir siyaset tarzı tabii. Çiller’in desteğiyle 2008’de Demokrat Parti’nin genel başkanı oldu, sonra başkanlığı Hüsamettin Cindoruk’a bıraktı. 2012’de ise artık AKP’lidir. Çünkü artık AKP’nin kökleştiği, Demirel sağının güç kaybettiği zamanlardır. Partisinden ihraç edilir. Gerekçesi de son derece fiyakalıdır, doğrusunu isterseniz. 12 Eylül referandumu için AKP’nin sunduğu anayasa değişikliği paketini savunduğu için kovulmuştur. Siyasette öngörünün ne kadar önemli olduğunu Soylu’ya bakarak anlamak mümkün. Yaşamını bahisçilikle kazanan biri olsaydı her zaman para kazanabilirdi.

Bu siyaseti böyle anlayanlar için doğal bir serüven elbette. Soylu’nun en göze batan özelliği müthiş rahatlığı. Bir insan vaktiyle “at üstünde durmayı beceremeyen başbakan” dediği birisine, sonradan sarf ettiği sözleri için bir özeleştiri yapmadan, bir özür dilemeden, en azından “yanılmıştım” demeden, nasıl bu kadar bağlanabilir? Bazı sözlerinin aslında özrü bile yok. “Bu ülkenin herkese çatan ve kaos yaratan bir Başbakanı var ki, akşam evine gittiğinde karısına ve çocuklarına boynu bükük kalan esnafın, çiftçinin yerine kendini koymuyor. Kendisi evindekilerin yüzüne nasıl bakıyor” ya da “paçalarından yolsuzluk akıyor”, ya da (İsrail’le ilişkilerini kastederek) “Ey Recep Tayyip Erdoğan, boyun eydin, emir eri oldun, milletin ümitlerini boşa çıkardın. Boyan döküldü Tayip Erdoğan”, “Başbakan, rantın babasını getirdi”, “Başbakan kendisini padişah olarak görmek istiyor” sözlerinin hepsi ciddi gerekçelere dayanan sözler. Bunların özrü nasıl olurdu ki?

Ama bu rahatlık, bu fena halde genişlik bir siyaset tarzı tabii ki. Hakkını verelim, Soylu bu konuda gerçekten çok iyi. Yıllarca hem de en ağır ifadelerle eleştirdiği bir partiye geçmesi aslında bir zamanlar “lideri” kabul ettiği Demirel’in sözleriyle açıklanabilecek bir durumdur. Demirel’in yıllarca kendisine küfreden sonra da saflarına geçen rakip partiden biri için, “neden partiye aldınız” dendiğinde verdiği bir yanıt vardır. Buraya yazsam kodesi boylarım. Anımsayanlar vardır mutlaka.

Numan Kurtulmuş ile Süleyman Soylu’nun, AKP ile Erdoğan’a en ağır hakaretleri eden bu iki figürün şimdi AKP’nin en tepesinde olmalarının da Erdoğan’ın siyaset tarzıyla ilgisi var. İhtirasını sezdiklerini, kendisine hakaret etmiş de olsalar ödüllendiriyor. Tarzı bu. Bu konuda da asla eleştirilmeyi hak etmiyor bence. En masum olduğu tarafı budur, ciddiyim.

Kurtulmuş’un da Soylu’nun da bu tutumları, siyaseti bunlar gibi anlayanlar için çok cesaret verici. Egemene önce saldırıp, sonra aynı egemence yükseltilmenin iyi bir yöntem olduğuna bakıp bu tarzı izleyenlerin sayısı artacaktır. Bu isimlere Yiğit Bulut’u da ekleyebilirsiniz.

Bakın, bunlar gerçekten başarılı oldular. Benim aklıma hep yanlış ata oynayan birisi olarak Oya Akgönenç gelir. Çiller başbakanken, bu hanımefendi Doğru Yol Partisi’nin vitrine çıkardığı kadınlar arasındaydı. İşaret parmaklarını ileriye doğru uzatarak verdikleri toplu pozu unutamam. En heyecanlısı, yaptığı konuşmalardan belliydi, Akgönenç’ti. Çiller başbakanlıktan ayrıldı, bir daha da olamadı, olamazdı da. Akgönenç, AKP öncesi Refah Partisi’nin iktidara gelecek güçte olduğunu fark etmiş olmalı ki, bu kez RP’ye geçti. Ama AKP doğmuş RP’nin de iktidar olma umudu suya düşmüştü. DYP’den, RP’ye geçişi bu kadar hızlı olmasa Akgönenç dikkatimi çekmezdi. Ama sonrasında kararlı bir RP’li, sonra da Saadet Partili olarak çalışmaya devam etti. Hâlâ da öyle. Dolayısıyla Kurtulmuş ile Soylu’dan elbette farklı bir tutumu var denebilir yine de.
Yeni bir siyaset tarzı yarattı Kurtulmuş ile Soylu. Unutulmalarına imkân yok. Asla.

Kaynak: Birgun.net