RÖPORTAJ: SÜREYYA KÖLE

Tekgül Arı, öykücü kimliğiyle bilinirken bu kez bir romanla okurunun karşısında; Aşk Susmadan Git. Yazarla son kitabı üzerine konuşalım istedik.

>> “Aşk” genel için, öncelikle romantizmi işaret etse de gerçekte romanda okuru bekleyen ne? Kabaca öğrenebilir miyiz?
Romantizmin en önemli özelliği belli bir duyarlılığı belirtmesidir. Aşka gelince o, insanın sevgiyle sarmalanmış ruhsal bir bütünlük arayışından kaynaklanır diye düşünüyorum. Roman için şunu söyleyebilirim, romanda yoksul ve yoksun bırakılan, kandırılan, ayrıştırılan, öldürülen insanla karşılaşacak okur. Bulunduğumuz toplumun dayattığı kuralların hepsini değilse de bazıları, kuralların dışına taşımaya çalışan karakterin sıkıntısını, bazen de sevinçlerini görecek. Toplumun onayı yerine bireyin önce kendini onaylaması gerektiğini ve dayatılmış bazı kuralları da çiğnemeye çabaladığına tanık olacak. Tüm bunların dışında, okur, sadece kadının sorunları değil, erkeğin de kendine özgü, sakladığı sorunları olduğunu fark edecek.

>> Yazar İngebord Bachmann “Faşizm, meydanlarda veya kalabalıklar arasındaki gerilimlerde değil, fakat iki insan arasındaki ilişkide başlar,” der. Sanırım okur “Aşk Susmadan Git”i okurken bu sözü sıkça hatırlayacak. Ne dersiniz?
Haklısınız, Bachmann’ın bu sözü özellikle kadın-erkek karakterlerin ilişkisi üzerinden sıkça duyuracaktır kendini. Kadın yemek yapar, çocuklarına bakar, kocasının giysilerini yıkar, ütüler, ayrıca bir işyerinde de çalışır. Bu faşizm değil midir? Kadına yaptığı bu işlerin doğallığı öğretilmiştir, algısı tersten işlemez. Bu algı kırılması, bedenine ya da duygularına karşı yapılan bir saldırı olduğu zaman kadın, sömürüldüğünün farkına anca varır. Bugün kadınlar şiddet karşısında bir araya gelebiliyorsalar eğer, bu bireysel acılar sonrası olabiliyor çoğunlukla.

>> Dünyanın neresinde, hangi kültürde olursa olsun ahlak başta olmak üzere, özellikle konu “bedel” ödemekse, kadın ve erkek eşit koşullardadır diyebilir miyiz?
Sizce eşitler mi? Çok uzağa gitmeden, ülkemin penceresinden başımı uzatıp baktığımda, erk sistemin yarattığı sorunların bedeli bile kadınlara ödetiliyor. Kadın tecavüze uğradığında, suçlanan yine kadın oluyor. Yapılan tecavüzün haklılığı olarak; kadının giysisi tahrik, bakışı tahrik, sözleri tahrik gibi saçmalıklarla paketlenip önümüze sunuluyor. Kadını toplumsal yaşamın içinden çekip eve kapatmak için her gün her dakika sistematik biçimde bedel ödetiyor erk sistem. Erkeğin ödediği hiçbir bedel yok, açıkçası.

>> Kuşku yok ki yazar yaşadığı dönemin en ciddi gözlemcisi, tanığıdır. Bu anlamda “Aşk Susmadan Git” böyle bir misyonu da yerine getiriyor sanki. Roman da yakın tarihin izlerine rastlamamız tarihe not düşmek adına mı biraz da?
Bugün hepimiz o kadar çok siyasal ve ekonomik olayların içinde çırpınıyoruz ki bunları bir yazarın görmemesi mümkün mü? Ya siyasi iktidar tarafından akademisyenlere yapılan, o faşizmi? Aydın düşüncelerin linç edildiğini görmemek mümkün mü? Hele aydın kimliğini edinmiş bir yazarın! Roman ille şu sorunlara dokunayım diye yazılmadı. Ama bir yaşam kuruyorsanız ve belli önemli olayların içinden geçiyorsa bu yaşananlar, duyarlı bir insan olarak sizin de canınızı acıtmışsa eğer dokunmadan geçemiyorsunuz. Roman, karakterlerin üzerinden, 5 Nisan Kararları, 28 Şubat Süreci ve Roboski katliamlarına dokunurken, gerçekte bu tarihlerin kronolojik sıralamasına baktığınızda, ülkenin bugünkü bir ırka yönelik kıyımını ve halkın sindirilmişliğini de bir şekilde açık etmiş oluyor.

“F TİPİ CEZAEVLERİNDE TECRİT AĞIR BİR İŞKENCE”
>>Yakın tarihimizin en büyük utançlarından biri, tartışmasız, özellikle siyasi mahkumlara uygulanan sistematik işkencedir. Romanda da kendini gösteren bu gerçekle ilgili ne söylemek istersiniz?
Sistematik işkenceler 12 Eylül darbesiyle başlamıştır. Bugün bile aynı utanç, işkenceler devam ediyor. Her türlü şiddete karşıyım. İnsanların siyasi düşünceleri yüzünden işkence görmeleri, öldürülmeleri içimi yakıyor. Ayrıca F Tipi cezaevlerinde siyasi suçluların insansızlaştırılarak tecrit edilmelerini de psikolojik ağır bir işkence olarak görüyorum. Düşünün insansız on yedi adımlık hücrelerde yaşamı on yedi adımla büyütmeye çalışıyorsunuz. Duygularınız bile on yedi adımlık mekânlarda, işkence görüyor. Gelen-giden mektupların okunduktan sonra tecrit edilmiş siyasilere verilmesi sizce, bir işkence değil midir, yazanlar açısından? Ama ne kadar psikolojik işkence yapılırsa yapılsın, F tipi konukları ve aileleri mücadelesini on yedi adıma esir etmeden sürdürmeye devam ediyor.

>> Öykü mü, yoksa roman mı? Tekgül Arı ne ile devam edecek? Sırada nasıl bir çalışma var?
Kalemi serbest bırakmak gerekiyor. Ben öykü yazan biriyim. Öykü yazmayı da çok seviyorum. Ancak öykü dosyamın arasına sızan bir öykü evrilerek roman oldu. Heyecanlı bir serüvendi, peşine takıldım açıkçası. Bu aralar uzunca bir süre bekletmek zorunda kaldığım öykü dosyamın üzerinde çalışıyorum. Öyle sanıyorum ki yeni bir öykü kitabıyla okurun karşısına çıkacağım.

Kaynak: Birgun.net