15 Temmuz’dan bu yana yaşananlar, darbe girişiminde bulunanların “ordu içindeki küçük bir grup” olmadığını gösteriyor. Olayların tam ortasında ve nasıl gelişeceği konusunda endişeler taşıyorken böyle bir açıklama anlaşılabilir. Ancak, o gün bu gün, gerek Fethullahçı yapıyı yakından tanıyan ve ona dokunmaya çalıştıkları için yanmış savcı, polis ve askerlerin anlatımları, gerekse de iktidarın kitleleri meydanlarda kalmaya çağırışı “küçük grup” denilenlerin devletin tüm kurumlarını sarmış, kimilerini ele geçirmelerine ramak kalmış olduklarını gösteriyor.

Bu yapıyla “hesaplaşma” epey uzun sürecek. Hesaplaşma sürecinin nereye evrileceğini zamanla göreceğiz. Gerçek anlamda hesaplaşmanın ancak daha fazla demokrasi, hukuk ve laiklikle mümkün olduğu ortada… Muhalefetin yapması gereken de, iktidarın olası tam tersi yöneliminin önüne geçebilmek için en geniş birlikteliği oluşturmak.

CHP’nin Taksim Mitingi bu açıdan önemliydi. Orada toplanan yüzbinler, darbeye hayır derken neye evet dediklerini de haykırdılar. “Darbeye karşı omuz omuza. Yağma yok, Cumhuriyet var. Ne darbe ne dikta. Ne şeriat ne darbe. Türkiye laiktir laik kalacak” sloganlarıyla darbeye karşı çıktıkları kadar açık ve net, geleceğe dair endişelerini de ortaya koydular.

Taksim’de oylanarak kabul edilen manifesto, orada toplananların darbeyi lanetlerken geleceğe dönük olarak nelerden asla taviz vermemesi gerektiğinin ifadesi: ‘’Hep birlikte her zaman ‘Ne darbe ne dikta, yaşasın tam demokrasi’ denecek. Direnme hakkının meşruiyeti savunulacak. Demokratik, laik, sosyal hukuk devletinden ve güçler ayrılığını savunmaktan geri adım atılmayacak. Bizi geldiğimiz noktaya getiren üçüncü sınıf demokrasiye razı olunmayacak. İşkence, kötü muamele ve tehdide izin verilmeyecek.’’

Türkiye Fethullahçı çetenin gözünde “darbe yapılabilir” bir ülke durumuna bir günde gelmedi. Onun bu noktaya gelmesinde; devlet imkânlarını sonuna kadar kullanmasının, iktidarlarca, özellikle de son yıllarda, önünün açılmasının ve dış desteğin belirleyici bir etkisi var.

Şimdi, kimi hükümet yetkilileri, bazen tam bazen de yarım ağız, darbe girişiminin arkasında ABD’nin olduğunu söylüyorlar. Dünya bugün aslında birkaç dev şirket tarafından yönetiliyor ve bir devlet olarak ABD de, pek çok başka devlet gibi, onlar tarafından yönlendirilen, homojen olmayan bir yapı. O şirketler on yıllar sonrasının Ortadoğu’sunda yeni bir Türkiye için hamleler yapıyorlar. O hamleleri boşa çıkarmanın tek yolu demokratik değerlere sarılan bir halkın topyekûn karşı çıkışıdır.

İktidarın Fethullahçı tehditle mücadelede, her ikisi de aynı durumdan kaynaklanan büyük bir avantajı ve dezavantajı var.

Dün CNNTürk’teki röportajda Enerji Bakanı Berat Albayrak, FETÖ’nün nasıl IŞİD’den bile tehlikeli bir örgüt olduğunu anlatırken şöyle bir cümle kurdu: “İnsanlar bunu tam anlamıyla anlıyor, anlamıyordu, içinden gelince biliyorsunuz yapıyı.”

İktidar, geçmişteki uzun ve yakın ilişki nedeniyle, dış ve iç ilişkileri boyutuyla, “yapıyı” biliyor! Bu önemli avantaj, aynı zamanda kendi kendisiyle de mücadele anlamına geldiği için dezavantaja da dönüşüyor.

Dün Saray’a giderken, Kılıçdaroğlu’nun “özeleştiri” talep edeceği, HDP Eş Başkanı Demirtaş’ın da zirveye davet edilmesi gerektiğini söyleyeceği belirtiliyordu. İçinden geçtiğimiz günler, CHP açısından da hem fırsat hem de tehditler içeriyor. CHP gerçekten demokrasi çizgisinde ödünsüz bir duruş sergileyip, yüzünü sola ve sosyal demokrasinin değerlerine dönerse, tarihte kendisine onurlu bir yer de edinmiş olacak.

Darbeye karşı olmakta, askeri birliklerin şehir dışına çıkarılmasında hepimiz anlaşabiliriz. Önemli olan sonrasında olacaklarda anlaşmak; misal, askeri birliklerin boşalttığı alanlara AVM yapılmaya kalkıldığında karşı çıkmak!

Hayır, Gökçek’in söyledikleri bana hiç komik gelmiyor: İnsanların ve olayların üç harfliler tarafından yönlendirildiğine inananlardan oluşan bir toplumsanız, ne Fethulhaçılar tarafından kandırılmanın ne de darbe girişimlerinin sonu gelir!

Kaynak: Birgun.net