“Türkiye hiç bu kadar karanlık günler yaşamadı!”

Yukarıdaki cümleyi eski gazete arşivlerinde o kadar çok göründüm ki, bir yeni yıl yazısı için 1980’den başlayıp 10’ar yıl arayla geriye doğru bir tarama yapmıştım.

Her yeni yıl yazısı önceki yıllarla kıyaslama yaparak ülkenin çok kötüyü gittiğine vurgu yapıyordu. O yazılardan biri de Milliyet gazetesinde Haldun Taner’e aitti. 1959’u 1960’a bağlayan yılbaşı günü yayınlanan yazısında Haldun Taner şöyle diyordu:

“Yeni yılınız kutlu olsun; hapisteki gazeteciler, hapisten çıkacak gazeteciler, hapse girecek gazeteciler!”

2016 yılı için daha kapsamlı değerlendirmeler ilerde yapılacaktır. Ama şimdiden görünen o ki, çok partili parlamenter demokratik hayata geçilen 1946’tan bu yana Cumhuriyet tarihinin en “karanlık günlerini” yaşıyoruz!..

Demokrasinin bütün nimetlerinden yararlanarak iktidara gelmiş, büyük bir seçmen desteğine sahip parti geçtiği bütün yolları tahrip ederek eşi benzeri görülmemiş bir karamsarlık havası yaratıyor.

15 Temmuz 2016 gecesi bombalanan TBMM artık bir daha kullanılmasına gerek görülmeyen “harabe” haline getirilmiş bulunuyor. Hem fiziki hem de fiili olarak durum böyle.

İktidar her rejimde vardır. Önemli olan muhalefetin varlığı ve yaşam hakkının ne olduğudur

Cumhurbaşkanı’nın kendi takvimine göre topladığı “Muhtarlar Meclisi” sanki daha işlevsel bir görüntü veriyor. Zaten pozisyonlarına da özellikle vurgu yapılıyor:

-Siz de seçildiniz!

Peki Parlamentodakiler?

Onlar bombalanmış bir kere..!

İktidar partisi bu bombalama ile demokrasinin öldüğünü düşünüyor. Temmuz ayında ilan edilen OHAL de demokrasinin “cenaze duası” olarak tarihe geçiriliyor.

Başa dönüyorum. Eski gazete arşivlerinin hepsinin üstünden atlayarak bugüne geliyorum. Açık ve net olarak görünen o ki, uygulanmak olan rejimin konulmamış bir adı var:

-Demokrasi Cehennemi!

Kapatılan TV’ler, radyolar: Toplumun nefes boruları

Hayatın Sesi ve İMC TV’nin de içlerinde bulunduğu 23 radyo ve televizyon kanalı bir emirle kapatıldı. 15 Temmuz’dan sonra 131 yayın organı kapatılmıştı. Bunların içinde 16 TV, 23 radyo, 45 gazete, 15 dergi, 29 yayınevi bulunuyordu.

Bir de hapisteki gazeteciler var. En son verilere göre 90 gazeteci hapiste. İçlerinde Necmiye Alpay, Aslı Erdoğan, Ahmet Altan, Mehmet Altan, Nazlı Ilıcak, Nuriye Akman, Şahin Alpay, Mümtazer Türköne gibi kamuoyunun yakından tanıyıp bildiği isimler yer alıyor.

Kamuoyunun yakından tanıyıp bilmediği muhabirlerin tutuklanıp hapsedilmesi normalmiş gibi algılanmasın. Gazetecinin iyisi ile kötüsüne okurları karar verirler.

Liderlerin kucağında –pardon- uçağında gazetecilik yapanlar iyidir, hapistekiler kötüdür diye bir standart yok. Tersinin doğru olması daha güçlü bir ihtimaldir.

Sadece bir istisna kural var: Kürt gazetecilerin gözaltına alınması, tutuklanması, mahkum edilmesi, vurulup öldürülmesi nedense her dönemde “normal” olarak kabul edildi!

Bu durumu “meşru” olarak gören gazetecilik örgütleri bile vardı, var! Sadece Kürtler değil bütün sol sosyalist basın için aynı ölçü kullanıldı. Evrensel Gazetesinden Metin Göktepe polis şiddetiyle gözaltında dövülerek öldürüldüğünde koca koca gazeteciler “ama” demişlerdi:

-Sarı basın kartı yok!

Şimdi iş başındaki iktidar ilham aldığı yolda ilerliyor. Kapattığı gazetelerdeki gazetecilerin sarı basın kartlarını iptal ediyor.

Bu durum hakkında dava açılan bir vatandaşın, nüfus kağıdının iptal edilmesi gibi bir “şey”… Ama hak ihlalleri bakımından o kadar çok “şey” oluyor ki, haliyle şöyle denilebiliyor:

-Bu da bir şey mi?

Kapatılan muhalif TV kanalları, radyolar, gazeteler ilerisi için yapılan bir alan düzenlemesidir. 1980’lerin ikinci yarısında kitleler yeniden sokaklara çıkmaya başlamışlardı. En çok da 1 Mayıs’larda… İstanbul’da Çevik Kuvvet Şube Müdürü olan Necmettin Yıldırım o yıllarda zulmüyle “tarih” yazıyordu. Polis birliğinin en önünde yürüyor, çok hızlı üç anons yapıyordu:

-Yürüyüşünüz yasal değildir/Dağılın/Dağıtın!

Polisler kitlenin üzerine doğru çullanırken Necmettin bir komut daha vermeyi hiç unutmuyordu:

-Önce gazetecilere!..

Coplar, fotoğraf makinelerinin üzerine doğru inip kalkmaya başlıyordu, basın ekarte edildikten sonra polisler alabildiğine özgür biçimde tuttuğunu yere indiriyordu.

Şimdi yapılan da budur.

Necmettin Yıldırım taktiği bütün ülke esas alınarak uygulanma için hazırlık yapılıyor. Zaten belli ölçülerde de başarı sağlanmış durumda.

Necmettin ile kısa bir bilgi daha verelim. Sokakların hakiminin şoförü ve koruması bir iş adamından haraç almak isterken Kadıköy’de başkomiser Ali Rıza Güzel’i vurup öldürdüler! Necmettin de İstanbul sokaklarından çekildi.

Böylece “ağır şiddet” ile “hırsızlık-soygun” arasındaki doğru orantı bir kez daha kanıtlanmış oldu!

Hayatın Sesi ve İMC TV ile birlikte kapatılan televizyonlar ve radyolar yaygın-yalaka-merkez medya organlarında yer almayan sayısız haberi ekranlarına mikrofonlarına taşıdılar. Türkiye onlar sayesinde neler yaşadığını öğrendi. Son yıllardaki bütün gazetecilik ödüllerini bu muhalif yayın organlarındaki gazetecilerin alması boşuna değildir.

İktidar her rejimde vardır. Önemli olan muhalefetin varlığı ve yaşam hakkının ne olduğudur. Bunların başında da basın özgürlüğü gelir. Kapatılan yayın organlarının görevi yaşamsaldır:

-Onlar toplumun nefes borularıdır!

Kaynak: Birgun.net