BETÜL DÜNDER [email protected]

Kimliğindeki adı: Abdulkadir Pirhasan. Kurtuluş Savaşı’nın başlangıcı kabul edilen Atatürk’ün Samsun’a ayak bastığı 19 Mayıs’tan altı gün önce bu şehirde doğuyor. (13 Mayıs 1919, Samsun) ve (29 Ağustos 2016)’da 97 yaşında Vedat Türkali olarak aramızdan ayrıldı, yarın uğurluyoruz onu. Yeni bir ülkenin kuruluşunun ilk günleri ile başlayan yaşamı, bu ülkenin kargaşasında son buldu maalesef. Onun için kutsal olan sözcüklerin yılmadan peşinden koştuğuna tanık olduk; bir gövde olarak mücadelenin ortasında olan yine oydu. En son Cizre’ye seslenmek için 96 yaşın birikimi ve nefesiyle sokağa çıktığında o bildiğimiz inancı ve inadıyla “halkların kardeş olduğunu” söylemeye devam etti. Bu ülkenin halkları biraradalığını ne zaman yitirdi. Olmazdı. Son olarak “birleşin” dedi. Çünkü herkesin aynı düşü kurması mümkündü ‘büyük insanlığın’ ayağa kalkabilmesi için. Emeğinin karşılığını alanların barışın dünyasında yaşamasından alâ daha ne isteği olabilirdi insanın?

Liseden sonra tahsiline edebiyatla devam etmesi, 1940’ların sonunda askeri liselerde edebiyat öğretmeni olarak çalışması ve 1951’de siyasi eylemleri gerekçe gösterilerek tutuklanışı (7 yıl hapis yatar) yazdığı her satırın alt çizgisidir adeta. Yaşadığını, yaşamak gibi yaşayan bir edebiyatçının suretidir onda gördüğümüz. Bizim edebiyatımızda “çeliğe su veren” nadir yazarların başında geliyordu Vedat Türkali.

Aydın kimliğine şerh
Nikolay Ostroskiy’in “Ve Çeliğe Su Verildi” romanını okuduğum ilk gençlik yıllarımda, hemen hemen aynı zamanlarda onun “Bir Gün Tek Başına”sını okuyarak tanışmıştım Türkali’yle. Sınıf mücadelesinin, ezen-ezilen çelişkisinin ayırdına varmakla başlayan yolculuklarda nice sefer kesişti yolumuz. Adaletin ve eşitliğin herkes için olduğu bir dünya düşüyle yazıyordu. Romanlarındaki karakterleri burada analiz etmek elbette mümkün değil ancak ülkenin aydınlanma programına uymayan, ezilenin yanında duramayan konformist bulduğu aydın kimliğine şerh düşüyordu. Örneğin kült eseri Bir Gün Tek Başına’da felsefe öğretmeni Kenan’ın kimliği üzerinden kurar eleştirisini.

Kavgasını da yapardık şarkısını da söylerdik
Farkındalıkların belirginleştiği zamanlarda bir yazarınız bir şairiniz olur. Size görülmez bir el uzatır adeta. Vedat Türkali benim için o ellerden biridir işte. Kendi serüveniniz; başka serüvencileri izleyerek, onların düşlerine ortak olarak ürettiklerinin yanına kendinizden olanı koymanın inancıyla başlar. Ve aşkla elbette. Ahmet Telli söyler bunu hepimiz için hepimiz adına: “büyük aşklar yolculuklarla başlar/ve serüvenciler düşer bu yollara ancak/onlar ki dünyanın son umudu/soyları tükenen birer çılgındırlar”… Vedat Türkali’nin romanlarını, şiirlerini, oyunlarını gözden elden geçirmeden eksik bir kalple bakarız hem İstanbul’a hem yaşadığımız bu ülkeye… Hepsi iyi, mücadeleci, kudretli bir ömrün küçük parçalarıdır. Ancak o parçalarla bütünlenir insan. Bizler zamanın çığrından çıkmadığı dijital devrim öncesinde genç olanlar için şimdi diyeceklerim daha anlamlı kalabilir. Çünkü zaman bize okuduklarımızı sindirebilme, yazdıklarımızı bekletebilme şansı tanıyordu geçmişte. O yüzdendir nereye gidersek Bir Gün Tek Başına’dan bir satır, İstanbul şiirinden bir dize, Bu Ölü Kalkacak’tan bir replik bizimle gelirdi. Kavgasını da yapardık şarkısını da söylerdik. “Bizden önce onlar yaşadıydı bunları, bir tekrarsa da yaşadıklarımız onurlu insanlardan olmalıyız”dı derdimiz. Bunun için çok konuşur çok yaşardık. Şiirlerinden romanlarına ve elbetteki diyalog üzerine kurulan oyun ve senaryolarına bakınca bana öyle gelir ki sanki o yaşadığı süre zarfında duyduğu bütün iç sesleri birer konuşmaya çevirmişti. Biz de onlardan nasibimizi aldık.

‘Ölülerimizi yerde bırakmayacaklar’
Şöyle bir şey var mesela: 90’ların ikinci yarısı. Eskişehir’de sahnedeyiz. Üniversiteliler Tiyatro Topluluğu’nu kuralı bir yıl olmuş; çalışmalar tamamlanmış, kadro çıkmış ortaya. Türkali’nin yazdığı üç tiyatro oyunundan epik tiyatronun en güzel örneklerinden biri olan Bu Ölü Kalkacak’ı oynayacağız. (Diğer oyunları: 141.Basamak, Dallar Yeşil Olmalı). Bu Ölü Kalkacak 1976 yılında İstanbul Belediye Şehir Tiyatrosu’nda sergilenirken yasaklanan oyunu üstelik. Aradan 20 sene geçmiş biz oynayacağız. Sivil polislerle birlikte yaklaşık 1500 kişi izliyor oyunu, arka arkaya sahneliyoruz. İlgiden, kalabalıktan, bizim enerjimizden, tekste ve kendimize olan inancımızdan, şen kahkahâlârımızdan oldukça rahatsızlar. Kulise kapatıyorlar bizi bir ara bir bahane yaratıp: Oyuncularımızdan birini asker kaçağı diye almak istiyorlar; o da sosyolojide öğrenci halbuki. ”Öğrenci tipi yok bunda” diyorlar ha bire. Oyun başlamıyor bir türlü biz kuliste kapıları zorluyoruz, seyirci salonda protestoda.

Ve ilk oyuncu çıkıyor sahneye…oyun bitiyor. Kültür merkezi miting yeri gibi. Yıllar sonra bir vesileyle kulağına gidiyor bu hadise ustanın. “Ölülerimizi yerde bırakmayacak bu gençler bu da onu gösterir” diyor.

Yarın eller üzerindesin… Emeğin var üzerimde. Işıklar içinde uyu…Kainat yoldaşın olsun…

***

Tedavi gördüğü Yalova Devlet Hastanesi’nde önceki gün yaşamını yitiren Türk edebiyatının usta ismi 97 yaşındaki Vedat Türkali’nin cenazesi yarın, 1 Eylül Dünya Barış Günü’nde İstanbul’da toprağa verilecek.

Türkali 2013 yılında yaşamını yitiren 72 yıllık hayat arkadaşı eşi Merih Pirhasan’ın yanına defnedilecek.

Kızı Deniz Türkali, acı haberi “Babamı Vedat Türkali’yi kaybettik” mesajıyla sosyal medyadan duyurmuştu. Türkali, cenaze töreniyle ilgili haberi de sosyal medyadan vererek, “Babamızı (dedemizi) Vedat Türkali’yi 1 Eylül Perşembe günü Teşvikiye Camii’nde öğle namazından sonra Zincirlikuyu’dan uğurluyoruz” sözleriyle duyurdu.
Yalova Devlet Hastanesi’nde Türkali’nin tedavisini sürdüren doktoru Özgür Akın Oto da bugün Yalova Devlet Hastanesi ek binası önünde küçük bir tören düzenleneceğini ve cenazenin İstanbul’a gönderileceğini söyledi.

Kaynak: Birgun.net