Esenyurt’taki bir cam fabrikasında toz maskesi, bahçe eldiveni ve plastik ucuz eldivenler dışında bir ‘önlem’ daha alınmış: Yoğurt.

“Fabrikada normalde hergün düzenli yoğurt yiyorduk. Dördüncü öğünümüz yoğurttu. İlaç gibi verilirdi. Yoğurt yemediğin zaman psikolojik olarak rahatsızlık oluşuyordu. İşçilerde zehirlenme algısı vardı. Sanki yediğin yoğurt, o gün aldığın zehri götürecek şekilde algılanıyordu. Yoğurt gelmemeye başlayınca işçiler rahatsız oldu. Toparlandık yemeği protesto ettik, iş bıraktık. Bütün toplu sözleşme görüşmelerinde işçi sağlığı ve iş güvenliği komisyonuna da katılırdık, tıbbi bir gerekçe gibi yoğurt meselesini konuşurduk, sözleşmeye yazardık. Doktor da aynı şekilde söylerdi, ‘Yoğurt olmazsa olmaz’ gibi hareket ederdi. Tiner, kaynaktan çıkan duman, gazlar, tornaları soğuturken kullanılan yağlı kimyasal maddeler, vernik... Hep uçucu kimyasallar. Neredeyse sadece verem ve bel fıtığı meslek hastalığı sayılırdı. İş güvenliği malzemeleri kullanışlı ve estetik olmazdı. Gençler genelde kullanmazdı. Gaz maskesi takarsın boğar, rahat nefes alacağın bir ortam olmazdı. Kullanılan malzemeler ucuz olurdu. İşçi ayakkabısından maskesine baretine kadar... Hatta baretler çoğu işçinin saçlarını döküyor diye işçiler baret kullanmazdı. Sendikalı yerlerde malzemenin en iyisini almak üzerine araştırma yapardık. İşverenin getirdiklerini denerdik, pahalıyı seçerdik. Tercih yapabiliyorduk.”

80’li yıllarda Altom Fabrikası’nda işçilik hayatını sürdürürken yaşadıklarını böyle anlatıyor DİSK Gıda-İş Marmara Bölge Temsilcisi İbrahim Kızılyer. Yıllar önce bir metal fabrikasında işçiler soludukları kimyasalı ‘yoğurt’ ile vücudundan atmaya çalışan işçilerle, bugün Esenyurt’ta kurulu bir cam fabrikasında kimyasal soluyan işçilerin kullandıkları ‘yöntem’ aynı. Ve yöntem bu olunca risk kanser olmaya kadar varabiliyor.

IŞIKSIZ, BOĞUK BİR ORTAM VE TİNER KOKUSU

Evrensel'den Uğur Zengin'in haberine göre bir cam fabrikasında “Hayatımda kullanmayacağım tabakları üretiyoruz” diyor işçi: “Otellere falan gidiyor herhalde. Bir tabak var böyle. Nasıl diyeyim sana yıldız şeklinde kocaman ama. Neye kullacaksın onu? Leğen boyutunda kase gibi bir şey var, cam tabak kocaman. Taşıması boyaması falan da zor. Bir sürü renk var. Simli, simsiz her renk... Gümüş, metalik, altın, kırmızı sarı, yeşil...” Ve fabrikanın boyahanesi. Boğuk, loş bir ortam, tiner kokusu ve sadece tabağı görebilmek için yerleştirilmiş kabin ışığı. Boyahanede yaklaşık 100 işçi çalışıyor. Mesai 10 saat. Kadınların bir kısmı bütün mesaiyi oturarak geçiriyor. Ellerindeki bezi tinere batırıyor, tabağı siliyor, tabağı yere koyuyor kadınlar. Diğer işçiler ayakta. Bantlarda ya da kabinlerde tinerle tabak silip, tabancacıya veriyorlar. “Bizim yaptığımız genellikle kasalardan tabak boşaltmak arada transpaletle mal getirmek, boyanmış malı alıp rafa dizmek” diyor bir işçi: “Bant daha zor, bant sürekli dönüyor. Bir kişi banttan sürekli boyanmış tabakları alır, banta sürekli tabak koyar ama bantın içinde tabağı koyduğun başlıklar var o yüzden başlığı hiç kaçırmaman gerekiyor. Çünkü boyandıktan sonra fırından geçiyor, başlıklar yanıyor. O yüzden hiç durmaman gerekiyor. Ve terini bile silemiyorsun yani.”

10 ST AYAKTA

Boyahanede ayakta bekleyen vasıfsız işçilerin temizlik dışında gün boyu yaptığı üç hareket var: Kasalardan tabak çıkart, tabakları sil, ustaya ver; tekrar tabak çıkart, sil, ustaya ver... “Fiziksel olarak sabahtan akşama kadar ayaktasın. İşin en yorucu kısmı o. 10 saat full ayaktayız, sabit. Eğilip kalkma hareketi var. 2 adım atıyoruz, tabakları alıyoruz geçip masaya koyuyoruz. Neredeyse bacaklar hiç hareket etmiyor. Eğilip kalkıyorsun. Ve kollar sadece. Boyun ve sırt ağrısı yapıyor. Benim mesela belimi çok ağrıtıyor. Daha önce yoktu ama işe başladıktan sonra devamlı ağrıyor” diye anlatıyor bir işçi. Temizliği ise yine vasıfsız işçiler yapıyor. Tabancaları tinerle yıkamak, birkaç metrekarelik kabini tinerle temizlemek: “Tabancaları her akşam yıkıyoruz. Bir kasa dolusu tiner içine direkt elimizle dalıyoruz tabancayı yıkıyoruz. Eldiven taksan da eldiven tinerin içinde hemen yırtılıyor zaten. İşyerinde tinere dayanıklı bir eldiven yok yani. Cildi temizlerken tinerle temizliyoruz. Kabin temizliği oluyor. Geçen gün yaptım. Çok zor bir iş. Kabine tabakları koyuyor usta, kabinde tabağa boya sıkıyor usta. Oraya boyalar düşüyor sonuçta, her tarafında tortular birikiyor. Birkaç metre karelik bir alan. Onun içine girdim. Karanlık. Bir tane tulum giydim, bir de gaz maskesi. Gözlük falan yok. Öldüm yani bildiğin. Süpürdüm. Kazıyorum da sürekli boyayı. Başka bir kabinde bir abi var tulumsuz sokmuşlar. Adamın her yeri boya olmuştu. Saçı, başı, kolları... Alay etti işçiler, geçti gittiler.”

- Bu kadar tinerin olduğu bir fabrikada maske vs. kullanılıyor mu?

- Aslında herkesin fabrikada maske takması gerekiyor. Kimse takmıyor. Eldiven de öyle. Mesela hafta içi iş güvenlikçi geliyor, “kırmızı alarm” veriliyor, herkes maskeleri takıyor o gidince tekrar çıkartılıyor. Patron da biliyor, iş güvenlik uzmanı da biliyor. Patronun kızları geliyor ara sıra. İşyerine bakıyorlar fotoğraf falan çekiyorlar. O zamanlarda da maske takıyor herkes. Tabancacıların daha sağlam bir maskesi var gaz maskesi gibi. Bizimkisi toz maskesi. Ben birkaç gündür fırında çalışıyorum. Onun için bahçe eldivenleri var. İlk başta vermediler -elindeki yanıkları gösteriyor- son günlerde vermeye başladılar. Ama herkes düzeni devam ettiriyor. Bel ağrısı, boyun ağrısı, koku hissizleşmesi, fıtık, baş ağrısı...

Toz maskesi, bahçe eldiveni ve plastik ucuz eldivenler dışında bir ‘önlem’ daha alınmış fabrikada: Yoğurt. “Her öğünde mutlaka yoğurt oluyor. Her öğünde alakalı-alakasız her yemekte oluyor, işçiler de yiyor.”

ASGARİ ÜCRET

Bu fabrikada işçiler asgari ücret ile çalıştırılıyor. İçlerinde para biriktirip özel üniversitede mühendislik okumak isteyen, okumak için para biriktiren, ailesine ‘yardım’ etmeye çalışan, harçlık çıkarmaya çalışan çok sayıda genç işçi de var. Bu koşullarda bir günde ürettikleri on binlerce tabağı hayatlarında kullanmayacak olsalar da, üretirken maruz kaldıklarını ömürleri boyunca kendilerinde taşıyorlar.

‘KANSER RİSKİ VAR’

İşyeri Hekimi Uzm. Dr. Gökmen Özceylan bu koşullarda çalışan işçilerin karşılacağı riskleri anlatıyor:
- Her maddenin kendine ait özellikleri vardır. Tinerin öbürlerinden farkı akciğer kapasitesini düşürebilir. İleri hayatında KOAH hastalığına zemin oluşturur. Kronik obstruktif akciğer hastalığı, amfizamatoz akciğer hastalıkları, cilt hastalıkları olarak dermatozlar, egzama, özellikle kimyasallar kemik iliği baskılayarak kan kanserlerine sebep olabilir. Bunlardan korunmak için özel yönetmelikler vardır. Her kimyasal fabrika buna uymak zorundadır. Denetlemelerde de buna göre hareket edilir. Bu kimyasallara ne sıklıkta dokunulacağı yazılır. Bunu sadece tineri bildiğim için söylüyorum. Her birinin ayrı problemleri olabilir.
- Birçok eldiven sızdırabilir. Özel maskeler, özel eldivenler vardır. Muayane eldiveni ile çalışmak şaka gibi bir durum. Eldiven yırtılmaya karşı özellikli olmalı. Kimyasal madde vücuda değdiğinde renk değiştirir. Bunun yönetmeliği çok açıktır. İş güvenliği uzmanının bölge bölge riskleri çıkartması gerekir. Koruyucu önlemler buna göre alınmalıdır. İki çeşit hastalık olabilir. Zehirlenme tarzı hastalıklar ve bir de asıl gözden kaçan uzun vadeli kronik hastalıklar vardır. Söz konusu işyerinde kronik hastalıklar açısından korunmadıklarını düşünüyorum.
- Mesleki yeterlilikleri olmalı bu işçilerin. Kimyasal korunmaya dair eğitim almaları gerekir.
- Yoğurt tamamen psikolojiktir. Birçok fabrikada var. Tinerde yoğurdun kullanılırlığı yoktur. İşçinin ruh hali, ‘Zehirlenmeyeyim diye işveren bana bunu yapıyor. Allah razı olsun’ şeklinde olur. Yoğurt ağızdan alınıp bağırsak yoluyla da zehirlemeye yol açabilir. Yoğurdun koruyuculuğu kimyasal üzerinde yoktur.

İŞÇİLER NE YAPMALI?

Durum böyle iken işçiler ilk elden ne yapabilir? Uzm. Dr. Gökmen Özceylan şöyle yanıtladı: “İşçiler, iş güvenliği uzmanlarından, işyeri hekimlerinden işçi sağlığı güvenliği önlemlerini talep etmeli. Sonuç alamıyorlarsa Çalışma Bakanlığını arayarak bir tek fabrikanın ismini vererek şikayet edecekler. Telefonla şikayet dilekçesinde bulunacaklar. Şikayet eden işçinin ismi alınmıyor, işçi korkmadan şikayet etmeli. Bir müfettiş mutlaka gelir, geldiği zaman bu süreç değişik hale gelebilir. İş güvenliği uzmanı doğru ekipmanları isteyebilir. İşveren almayabilir ama iş güvenliği uzmanı kendi üzerine düşeni yaptıysa suç işverende kalır. Yasal mevzuatları işletmek gerekir. Bunlara koruyucu tulumları temin etmemişlerse büyük bir suç. Arkadaşlar takmıyorsa bu büyük bir risk. Fotoğrafını çeksin iş güvenliği uzmanına gitsin.”

Kaynak: Birgun.net