[Haber görseli]

Sayın Coşkun, 27 Mayıs’ın öncesine yakından tanık oldunuz. 27 Mayıs sonrasında da Kurucu Meclis’te aktif görev aldınız. 27 Mayıs 1960’ı iyi tahlil edebilmek için öncesine bakmak gerekir değil mi?

Evet. Bunun için de önce Demokrat Parti’nin ne olduğuna bakmamız lazım. DP, çok partili siyasal sistemimizde, 1946 yılında kurulan, halka dayalı güçlü bir siyasi partidir. Unutulmamalıdır ki DP, demokrasi ve hukuk çerçevesinde yapılmış olan 1950 seçimini kazanmıştır. O günkü siyasal iktidar ve Cumhurbaşkanı İnönü, iktidarı hiçbir sıkıntıya yer vermeden Demokrat Parti’ye devretmiştir. Bu aşamada 1950 seçimlerinde geçerli olan seçim sisteminden de söz etmek gerekir. Çünkü kullanılan yöntem, çoğunluk sistemine dayalıdır. Her il bir seçim bölgesi sayılmaktaydı ve o ildeki oyların çoğunluğunu alan parti, ilin bütün milletvekilliklerini kazanmaktaydı. Örneğin 1950 seçiminde DP, oyların yüzde 55.2’sini alarak Mecliste 416 sandalye elde ederken, CHP yüzde 39.6 oy almasına rağmen sadece 69 milletvekili çıkarabilmiştir. Aradaki oy farkı yüzde 15 olmasına rağmen sandalye sayısı arasındaki fark 347’dir. Bu sistem, seçimde adalet ve eşitlik ilkesini zedeliyordu. 1950 seçim sonuçları bu sebeple DP’yi aldığı oydan daha güçlü gösteriyordu.

Demokrat Parti’nin olaylara karşı yaklaşımı hep aynı mıydı? Yoksa zaman içinde değişkenlik mi gösterdi?
DP’nin siyasi hayatını özellikle üç aşamaya ayırabiliriz. 1950-1954 arası parlak dönem. Bu dönemde Marshall yardımı gibi oluşumların da etkisiyle ekonomi daha iyi bir gösterge çiziyordu. 1954-1957 yılları arasında, 1954 seçimlerinde oyunu artırmasına rağmen duraklama dönemine giren bir DP görmekteyiz. 1957 yılında yaşanan kırılmanın da etkisi ile 1957-1960 arasını da gerileme dönemi kabul edebiliriz.

Bahsettiğiniz kırılma noktasının merkezinde 1957 seçimleri olmalı...
1957 seçimleri bir dönüm noktasıdır. 27 Ekim 1957 seçim sonuçları, artık DP için düşüş gösteriyordu. DP yüzde 47.2, CHP yüzde 40.82, HP yüzde 3.82, CMP yüzde 7.19 oy almıştı. Muhalefet partilerinin toplam oyu, DP oylarını aşıyordu. Menderes, “Allah bir daha bana 1957 seçim gecesini göstermesin” demişti. Seçim sonuçlarının ilanından sonra halk seçimlerin adil yapılmadığını öne sürerek Gaziantep, Giresun, Kayseri, Çanakkale ve Samsun’da gösteriler yaptı. Gaziantep’te seçimi CHP’nin kazandığı ilan edildi. Bir gün sonra, yanlış oldu denilerek yeniden sayım yapıldı. Bu kez DP’nin kazandığı ilan edildi. Gaziantep’te bu duruma itiraz eden binlerce vatandaşın üzerine itfaiye su sıktı. 
Polis aşırı baskı yaptı. Halk, seçim kurulunun bulunduğu binaya gidip protesto gösterisi yaptı. CHP’nin Gaziantep milletvekili adayları gazeteci Ali İhsan Göğüş ve Mehmet Barlas’ın babası Cemil Sait Barlas tutuklanarak cezaevine konuldu. 1957 seçiminden sonra DP, özgürlükleri kısma yolunda Meclis’ten kararlar çıkardı. Meclis İç tüzüğü değiştirilerek milletvekillerinin konuşma hakları kısıtlandı. Bunun dışında, basın özgürlüğü kısıtlandı, Yargıtay üyelerinin daha önceden tanınmış olan hakları ellerinden alındı. İktidar tarafından hiçbir gerekçe gösterilmeden emekli edilmelerini öngören yasa çıktı. Kamu yöneticilerine baskı arttı, yasaklar konuldu. 1957’de artan bu olaylar 1959 yılıyla geri dönüşü olmayan bir yola girdi.

Ateş emri verecek misin?

1959’da neler yaşandı?
27 Nisan 1959’da CHP Genel Başkanı İnönü, Uşak ilindeki CHP Kongresi’ne gitti. Ertesi gün İzmir’e gitmek üzere trene binerken DP’li militanların saldırısına uğradı ve başına taş atıldı. İzmir’de, Demokrat İzmir gazetesini militanlar bastılar. Gazetenin makinelerini tahrip ettiler. 
Gerek Uşak olayları gerek İzmir olayları ve muhalefet partilerinin açıklamalarına karşı yayın yasağı konuldu. Yasaklar ve sansür nedeniyle tarihte ilk kez gazetelerin birinci sayfaları boş beyaz sütunlarla yayımlandı. 3 Mayıs 1959 günü İnönü uçakla İstanbul’a geldi. İnönü Yeşilköy’den arabayla Topkapı’ya gelince, arabası trafik müdürü tarafından durduruldu. Araba durunca ellerinde sopalar ve taşlarla, militanlar İnönü’nün arabasına saldırdılar. Bir linç girişimi başladı.

Hayat kurtaran tesadüf
Tarihi bir tesadüf, orada bulunan Binbaşı Kenan Bayraktar, yanındaki askerlerle olaya müdahale etti ve İnönü’nün arabasına yol açıldı.
DP siyasal iktidarının yönetim ve demokrasi anlayışında, Milli Mücadele’de Batı Cephesi komutanı olan ve muhalefet partisinin genel başkanlığını yapan İnönü’nün can güvenliği kalmamıştı. Eğer Menderes geçmiş olsun deseydi ihtilal olmazdı.

Bugün Türkiye’de partiler seçimlere ittifak olarak giriyorlar. İktidar kendi içinde bulunduğu ittifakı “yerli ve milli” olarak nitelerken karşısındaki ittifaka ihanete varan ithamlarda bulunuyor. Sanki benzer bir durum 27 Mayıs öncesinde de söz konusu. Ve bir de Kayseri olayı var...
1960 yılına girerken Türkiye’de ciddi bir toplumsal kutuplaşma oluşmuştu. DP, siyasal iktidarı Vatan Cephesi adını verdiği bir cephe oluşturmuştu. Vatan Cephesi, DP içinde ayrıcalıklı bir oluşum olarak değerlendiriyordu. DP herkesin Vatan cephesine katılmasını istiyordu. O günlerin en etkin iletişim aracı olan radyoda, Vatan Cephesine katılanların isimleri saatlerce okunuyordu. 
Bir tarafta Vatan Cephesi, öte yanda vatanını sevmeyenler biçiminde bir cepheleşme bizzat siyasal iktidar tarafından cesaretlendiriliyordu, uygulanıyordu. Bu, DP iktidarının son derece yanlış bir politikasıdır. 
Kayseri meselesine gelecek olursak: 1960 yılına girildiğinde olaylar birbirini izlemeye başlamıştı. 1960 Mart ayı sonunda İnönü Kayseri’ye CHP il Kongresi’ne gitmek istedi.

‘Bu talimatınızı reddediyorum’
2 Nisan’da Ankara’dan trenle hareket edeceği sırada Kayseri Valisi’nden bir telgraf aldı. Telgrafta İnönü’nün Kayseri’ye gelmemesi isteniyordu. İnönü Vali’nin bu hareketini “maskaralık” olarak nitelendirdi ve 2 Nisan 1960’ta trenle Kayseri’ye hareket etti. Kayseri yakınlarındaki Himmetdede İstasyonunda tren durduruldu. Trenin Kayseri’ye girmesi yasaklanmıştı. Ana muhalefet lideri Türkiye’de istediği şekilde bir ile gidemiyordu. 
Bu noktada İnönü, yetkililere “Beni mi şehre sokmuyorsunuz? Örfi idare mi ilan ettiniz?.. Bu talimatınızı reddediyorum...” dedikten sonra bu gibi hareketlerin dünyada iki yerde olduğunu söyledi; “Bunlardan birisi, Güney Afrika’da sömürgeci yönetimin zencilere yönelik silahlı mücadelesidir. Diğeri de Kayseri Valisi’nin bu kararıdır.”

Devamında ne oldu peki?
Sonunda İnönü Kayseri’ye gitti. Kongrede konuştu. Ertesi gün, Kayseri’den Yeşilhisar yoluyla Ankara’ya dönmek istedi. Yolu İncesu’da kesildi. İncesu’ya giden köprü askeri birlikler tarafından tutulmuştu. Kayseri Valisi Ahmet Kınık ve Emniyet Genel Müdürü İnönü’yü durdurdu. 
İnönü aracından inerek İncesu’daki köprüyü yürüyerek geçti. Askeri birlikler İnönü’ye engel olmadı. Askeri barikatları aşarken askeri birliğin komutanı Binbaşı’ya “Ateş emri verecek misin?” dedi. Binbaşı, “Paşam, size ateş ettirmektense kendime ateş edip intihar ederim” dedi. 
İnönü harekâtı yarıp geçmişti ama, ertesi gün Binbaşı görevinden alındı. Bu Binbaşı, Selahattin Çetiner’dir. Sanki düşman ordusunun yolu kesiliyordu. İnönü, trenden indi ve yürüyerek askerlerin arasına girdi ve barikatı aştı. Bunun anlamı, asker hükümetin emrini dinlememiş, İnönü’ye karşı zor kullanmamış, onu durdurmamıştı.

Bu bir işaretti. Ama anlayan için...

27 Mayıs süreci denince ilk akla gelen konulardan birisi de Tahkikat Komisyonu’dur. Halen çokça tartışılır... Sizin yaşadıklarınız ve gördüklerinizden yola çıkarsak, sizin gözünüzden Tahkikat Komisyonu nedir?
Kayseri olaylarından hemen sonra, DP grubu 12 Nisan günü 5.5 saat süren olağanüstü bir toplantı yaptı ve CHP hakkında Meclis Tahkikatı açılmasına karar verdi. 
18 Nisan 1960’ta DP’nin önerisi Meclis’te DP çoğunluğu tarafından kabul edildi ve tüm üyeleri DP milletvekili olan 15 kişilik Tahkikat Komisyonu kuruldu. Bu komisyonun tam ismi “CHP ve Bir Kısım Basını İncelemekle Yetkili Tahkikat Komisyonu”dur.

Bu konu görüşülürken, İnönü Meclis kürsüsünden yaptığı konuşmasında, “Bu yaptıklarınızı iyi düşünün. Biz ihtilal metotları takip ederiz, seçimsiz iktidara gelmek isteriz diyorsunuz. Şimdi iktidarda bulunanlar gibilerin, milletleri ihtilale nasıl zorladıkları insan hakları beyannamesine girmiştir. Eğer bir idare insan haklarını tanımaz, baskı rejimi kurarsa, o memlekette ihtilal mutlaka olur. Böyle bir ihtilal bizim dışımızda, bizimle ilişkisi olmayanlar tarafından yapılacaktır... Bu yolda devam ederseniz, ben de sizi kurtaramam” demişti.

Uyarı yeterince açıktı. Ancak akıl tutulması yaşayan DP yöneticilerine bu uyarılar hiçbir yarar sağlamadı. Bu konuşmanın da yayımını yasaklayarak tehlikeyi savuşturabileceklerini sandılar. Gerçi bu konuşma yasaklandığı için gazetelerde yer almadı ama vatanseverler ve özellikle üniversite gençliği tarafından çoğaltılıp halka dağıtılıyordu.

'Demokrasilerde böyle şey olmaz'
n Bu gelişmeden çok kısa bir süre sonra Tahkikat Komisyonu’na yetki veren bir kanun Meclis’te kabul edildi. Biraz da o yasadan ve Tahkikat Komisyonu’nun içeriğinden bahseder misiniz?
Yaklaşık on gün sonra, 27 Nisan 1960. Tahkikat Komisyonu’na yetki veren hukuka aykırı Salahiyet Kanunu Meclis’te kabul edildi. 
Bu kanun, Demokrat Parti’nin yıkılış günlerinin en önemli aşamasıdır. Meclis’te DP çoğunluğunun oylarıyla Tahkikat Komisyonu’nun görev ve yetkileri hakkındaki kanunun kabul edilmesidir. Bu kanun, DP’nin diktaya doğru yönelmesinin hukuksal kanıtıdır. 
Tahkikat Komisyonu’nun “Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun”un temel maddelerinin özeti şu şekildeydi:
1- Savcılık, mahkemeler, askeri mahkemeler, ve adli amirlere tanınan tüm yetkiler bu komisyona veriliyordu.
2- Komisyon her türlü yayını, gazeteyi, dergiyi yasaklayabilecek yetkiye sahipti. 
3- Gazetelerin dağıtımını yasaklayabilecek yetkiye sahipti. 
4- Gazete matbaalarının kapatılmasına karar verme yetkisine sahipti. 
5- Siyasi parti toplantılarını yasaklama yetkisine sahipti. 
Dikkat edileceği gibi bu komisyon hem savcı, hem yargıç, hem de yönetme yetkisine sahipti. Demokrasilerde böyle şey olmaz. 
6- Komisyonun kararlarına itiraz edilemez. İtiraz edilecek bir merci ve makam yoktu. Bu kararlara itiraz edenler tutuklanarak, 1 yıldan 3 yıla kadar cezaevinde kalabiliyordu.

Tahkikat Komisyonu’nun ilk uygulamaları neler oldu?
Tahkikat Komisyonu’na yetkiler veren “Selahiyet Kanunu”, 27 Nisan 1960 günü Meclis’te kabul edildi. Meclis’te konu görüşülürken, ana muhalefet lideri İnönü’ye Meclis’ten 12 celse çıkarılma cezası verildi. Tahkikat Komisyonu Meclis görüşmelerine yayın yasağı konuldu. Ertesi gün, 28 Nisan 1960, gençlik hareketleri ve özgürlükler açısından son derece önemli bir gündür.

[Haber görseli]

Geçici başkan Yusuf Kemal Tengirşek ve en genç üye Alev Coşkun (10 Ocak 1961)

Arnavutköy-Havalimanı metro hattı yarın açılıyor Arnavutköy-Havalimanı metro hattı yarın açılıyor

ALEV COŞKUN (1955-1961)

İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne 1955 yılında giren Alev Coşkun, 1955-1960 yılları arasındaki süreci bizzat yaşadı. Hukuk Fakültesi 3. sınıf öğrencisiyken CHP İstanbul İl Basın Bürosu’nda çalışmaya başlayan Coşkun, daha sonra bu büronun şefi oldu. Devamında, 1959-1961 yılları arasında CHP İstanbul İl Gençlik Kolları Başkanlığı yaptı. Turan Emeksiz’in öldürüldüğü üniversite olaylarında DP tarafından hedef gösterildi ve hakkında yakalama emri çıkarıldı. 27 Mayıs 1960 sonrası 61 Anayasası’nı yapan ve 6 Ocak 1961’de toplanan Kurucu Meclis’e CHP Gençlik Kolları adına seçildi. Alev Coşkun aynı zamanda Kurucu Meclis’in seçimle gelen en genç üyesiydi. Daha sonra bu Meclis’te Divan Kâtipliği yaptı.

http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/yazi_dizileri/1412001/Menderes__Gecmis_olsun__deseydi_ihtilal_olmazdi.html