Bugün gelinen noktada, meslek sorunlarıyla ülke sorunlarını birbirinden ayırt etmek mümkün değildir. Çünkü her iki sorunun özünde iktidarın ideolojik/politik tercih ve uygulamaları durmaktadır.

Cem ALPTEKİN (Avukat-Yazar)

İktidar, 1923 Cumhuriyet'i ve kurumlarıyla kesin bir hesaplaşmaya doğru hızla ilerliyor. Hal böyle olunca, anayasal zeminde demokrasi, parlamenter sistem, hukuk devleti gibi kurumları korumakla görevli olduğu kadar bu kurumların varlığıyla hayat bulan baroların da başlıca hedefler arasında olduğu tartışmasızdır.

İşte bu nedenle, baroların önümüzdeki ekim ayında yapılacak olağan genel kurullarında seçilecek yeni yönetimler de, yüzüncü yılında Cumhuriyete ve demokrasiye yönelik son "Taarruz"un doğrudan muhatabı ve hedefleri arasında olacak. Dolayısıyla, Türkiye barolarının yeni sözcüleri zorlu bir seçimle ve görevle yüz yüze kalacaklardır. Şimdi kilit soru şudur: Cumhuriyet 20 yıldır kepçe ve balyozla sistematik bir biçimde yıkılırken, bu yıkıma kurumsal anlamda hiçbir direnç göstermeyen barolar, yapıya son balyoz vurulmadan hep birlikte "Dur!" diyecekler midir? Bu sorunun cevabını bu yıl baro yönetimlerine (ve delegasyonlarına) talip olan avukatlar herkesten önce vermek zorundadırlar. O nedenle avukatların en zorlu "seçimi" budur.

Temel Vatandaşlık Hakları Nelerdir? Bilmemiz Gereken Öneli Vatandaşlık Hakları Nelerdir? Temel Vatandaşlık Hakları Nelerdir? Bilmemiz Gereken Öneli Vatandaşlık Hakları Nelerdir?

İşte tüm bu nedenlerle (TBB dahil) baroların yeni yönetimlerini göreve geldikleri an itibariyle yüksek gerilim hattında çok ciddi bir sınav bekliyor olacaktır. (TBB için bu sınav, 2021 Aralık ayı itibariyle başladı bile...) Barolar bu büyük hesaplaşmadan önce, anayasal zemindeki asli görevlerini ve işlevlerini hatırlayıp, mesleklerinin yanı sıra Cumhuriyet'ten yana da eylemli bir direniş ortaya koymazlar ve bu konuda topluma öncülük etmezlerse; karşı devrimin son hamlesinde ilk önce onlar savrulup kaybolacaklardır.

Barolar ve avukatlar, (12 Mart ve 12 Eylül askeri darbeleri de dahil) başka hiçbir dönemde bu günkü gibi baskı altına alınmamışlardır. Hatta Diyarbakır Barosu başkanı avukat Tahir Elçi'nin, basın açıklaması sırasında güpegündüz öldürüldüğü 2015 yılında başlayıp, toplu avukat tutuklamaları ve mahkumiyetleri ile devam eden bu dönem; 2020 Temmuz'unda yandaş barolar yaratmak; 2022 Haziran'ında da yandaş barolara maddi kaynak aktarmak için Avukatlık Kanununda değişiklik öngören iki pimi çekilmiş "yasa" ile tam bir "Hukuk harekâtı"na dönüşmüş bulunmaktadır. Karşı devrimin yüzyıllık "Reklam arası"na son vermeden önce barolarla görülecek bir hesabı vardır.

Nitekim bu "Hesap" gereği iktidar, pandemi döneminde ilk ve en önemli yasal adımını attı. Ülke yönetiminde ve seçimlerinde demokrasinin "d"sine tahammül göstermeyenler, her nedense baro yönetimleri ve seçimlerinde "demokratik temsil"i kendilerine fazlasıyla dert edinerek (!); yıllardır hiçbir sorununa çare olmadıkları avukatların dert kuyusuna "Çoklu baro" ve "Delegasyonda adaletsiz temsil" gibi iki belalı taş daha atmayı başarmışlardır. Ama avukatlar; giderek daha çok öldürülmekten, gözaltına alınmaktan, tutuklanmaktan, işlemeyen yargının süsü olmaktan, görevlerini yapamaz hale getirilmekten, duruşmalarda itilip kakılmaktan, ekonomik kriz altında ezilmekten de kurtulamamışlardır. Savaşta olmadığımız halde, yüzyılın en büyük ekonomik krizini yaşayan ülkemizde; artık ofis açmak bir yana, kölelik şartlarında dahi iş bulamayan, gelecekten ümidi kesen avukatlar ya intihar ediyor ya da mesleklerini bırakıp ülkeyi terk ediyorlar.

Tam bu noktada, TBB'nin 2021 Aralık seçimlerinde (Çoklu baro ve "Delegasyonda adaletsiz temsil darbesine rağmen) Feyzioğlu'nu koltuğundan indirerek, ülke adına umut yaratan Erinç Sağkan ve ekibinin sekiz aylık icraatına da bir göz atmakta fayda var. Sağkan, seçilir seçilmez yaptığı ilk açıklamasında; "Bundan sonra 150 bin avukatın, 81 baronun yönettiği bir TBB göreceksiniz. Eleştirmekten kaçınan değil, eleştiriye açık bir TBB göreceksiniz. Meslektaşı yerlerde sürüklendiği, müvekkilleriyle özdeşleştirilip tutuklandığı zaman kafasını kuma gömen değil, meslektaşının yanı başında yer alan, haksızlığa, hukuksuzluğa en üst perdeden karşı çıkan bir TBB göreceksiniz" diyerek, sistem muhalifi avukatlık anlayışından yana olduklarını da deklare etmiştir.

Seçim başarısı ve başkanın ilk açıklaması ile göreve güzel bir başlangıç yapan yeni yönetim, hiç zaman kaybetmeden baro başkanlarının da katılımıyla yaptığı ikinci bir hamle ile meslek sorunlarını Meclis'e taşımayı da başarmıştır. Ancak TBB ve barolar bununla kalmamışlar; bir de Meclis'te komisyon kurma önerisi getirerek, iktidar partisi ile iletişime geçtiler. Oysa; bırakalım iletişimi, meslek sorunlarının çözümü için (!) Adalet Bakanıyla birlikte omuz omuza ne reformlara (!) imza atan, ama hiçbir sonuç alamayan sabık başkanın girişimleri de TBB'nin kurumsal hafızasında taptaze duruyor olmalıdır. Gerçekler bu kadar ortadayken, TBB'nin olmayacak komisyon hayali ile (aynen bir önceki başkanın yaptığı gibi) mesleğin sorunlarına, sorunun kaynağında çözüm aramaya kalkması oldukça manidardır. Avukatları yok saymak. TBB'nin yeni yönetimi bu konuda bizi yanıltsa da, iktidar yanıltmamıştır. Barolar 4 Nisan'daki önerilerine cevap beklerken, iktidar, 5 Nisan Avukatlar Gününde TBB'nin önerisini ret etmekle kalmamış; sanki avukatlarla dalga geçer gibi, barolara hiç renk vermeden hazırladığı ikinci pimi çekilmiş "yasa" taslağını da kamuoyunun önüne bırakmıştır.

Bundan sonrası daha da şaşırtıcıdır: TBB bu tasarıya karşı baro başkanlarıyla yine bir araya gelerek, maddeleri üzerinde çalışmış; alternatif öneriler geliştirerek, Sağkan'ın başkanlığında oluşturdukları kendi komisyonları aracılığıyla bu önerileri Meclis Adalet Komisyonuna taşımışlar. Sonuç almadılar. Böylece; ikinci "yasa" da hiçbir değişikliğe uğramadan, 11 Haziran'da yürürlüğe girmiştir. Sanki kötü bir genetik miras gibi, barolar enerji ve vakitlerini (iki ay süreyle) "iktidarı ikna etmek" gibi fuzuli bir "işe" harcayınca; ortak bir bildiri dışında ilk "yasa" girişiminde olduğu kadar bile bir direnç ortaya koyamamışlardır.

Barolar, nihayet 4 Haziran'da, iktidardan bir sonuç alamayacaklarının idrakine vararak; yine TBB'nin öncülüğünde, baro başkanları ve (bir ilk olarak) delegelerin de katılımıyla yaptıkları bir toplantı sonucunda; "aşamalı eylem planlarını hep birlikte hayata geçirme kararlılığından" söz eden ortak bir Deklarasyona imza atmışlardır. Bu Dekorasyonla barolar, mesleğin yakıcı sorunlarını, bu sorunlar ivedi çözülmezse baroların uyarı görevlerini bu kez eylemli olarak yapmakta kararlı olduklarını net bir biçimde ortaya koymuşlardır. Hepsinden önemlisi; barolar nihayet yasadan gelen güçlerini ve demokratik baskı grubu olduklarını hatırlamışlardır.

Evet, bu karlılık ve aşamalı eylem planı güzel. Ancak bu noktada iki önemli sorun çok dikkat çekmektedir: Öncelikle, bu kadar ciddi bir eylem planının ortaya konduğu toplantının olağanüstü genel kurul toplantısı şeklinde olması pek mümkün ve zorunlu iken; her nedense bu yol tercih edilmemiştir. Böylesine önemli kararlar, mesleğin ve kurumun anayasal yetki gücüne ve yasal organlarına dayanarak alınmak yerine; yalnızca simgesel ve moral değeri olan, gayri resmi bir toplantıda alınmakla; bu kararların uygulanması da tamamen keyfiyete bırakılmıştır. Nitekim, bu kararlılık ve aşamalı eylem planı, TBB başkanının Adli Yıl açılış konuşmasına hiç yansımamıştır. Ayrıca; Adli Yıl açılış konuşmasında başkanın sesi sansürlenerek ulusal medya ağına hiç yansıtılmadığı halde, barolar söz verdikleri aşamalı eylem planını bu aşamada dahi hayata geçirmemişlerdir. Bu Deklarasyonun İktidar cenahında hiçbir etki yaratmamış ve toplumda da bir karşılık bulmamış olmasının sebebi bu olmalıdır.

İkinci önemli sorun ise; Deklarasyon metninden de açıkça görüleceği üzere, baroların iktidara yönelik eleştiri ve talepleri ağırlıklı olarak meslek sorunları ve talepleri ile sınırlı kalmıştır. Oysa bugün gelinen noktada, meslek sorunlarıyla ülke sorunlarını birbirinden ayırt etmek, iktidar sorununu çözmeden meslek sorunlarını çözmek mümkün değildir. Çünkü her iki sorunun özünde iktidarın ideolojik/politik tercih ve uygulamaları durmaktadır. Haliyle çözülmesi gereken asıl sorun da "iktidar sorunu"dur.

Baroların, (meslek sorunları ile sınırlı ve halihazırda hayata geçirilmemiş de olsa) Türkiye çapında aşamalı bir eylem planı yapmış ve bu yönde karar almış olmaları tabii ki çok iyi bir başlangıçtır; ama eksik bir başlangıçtır. Barolar, şu tarihi günlerde meslekleri için attıkları kararlı ilk adımı, Cumhuriyet ve kurumları, dolayısı ile ülkeleri için atacakları ikinci ve esaslı bir adımla tamamlamak zorundadırlar. O ikinci adım atılmazsa, bunun bedeli barolar ve ülkemiz için ağır olacaktır.

https://www.birgun.net/haber/karsi-devrimin-son-taarruzu-ve-barolar-402727