Olaylar

Hakkında yürütülen bir soruşturma kapsamında 1/11/2016 tarihinde gözaltına alınıp 3/11/2016 tarihinde serbest bırakılan başvurucu, silahlı terör örgütüne üye olma, silahlı terör örgütü kurma veya yönetme suçlarından yargılanmış; yargılama sonucunda beraat etmiştir. Beraat kararında başvurucu lehine vekâlet ücretine hükmedilmemiş, başvurucu bu karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. Bölge adliye mahkemesi, kararın hüküm fıkrasını sanığa vekalet ücretinin verilmesine ilişkin bir ibare eklemek suretiyle düzelterek istinaf başvurusunun esastan reddine karar vermiştir.

Beraat kararının kesinleşmesi üzerine başvurucu, haksız gözaltına alındığını ileri sürerek tazminat dava açmış; ağır ceza mahkemesi başvurucuya 500 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir. Başvurucu; yargılamada yaşadığı zorlu sürecin dikkate alınmadığını, istediği tazminat miktarına göre çok cüzi bir miktara hükmedildiğini, yargılandığı davada ödediği vekâlet ücretinin maddi tazminata dâhil edilmemesinin hukuka aykırı olduğunu belirterek istinaf yoluna başvurmuştur. Bölge adliye mahkemesi istinaf başvurusunun esastan reddine kesin olarak karar vermiştir.

AYM'den Sivas katliamı kararı AYM'den Sivas katliamı kararı

İddialar

Başvurucu, gözaltı tedbiri dolayısıyla ödenen tazminatın yetersiz olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

Mahkemenin Değerlendirmesi

Anayasa Mahkemesinin mevcut içtihatlarında tazminata ilişkin dava dilekçelerinde hukuka aykırılığın özü itibarıyla dile getirilip getirilmediğine odaklanılmıştır. 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendindeki düzenleme uyarınca tazminata hükmedilebilmesi için kişilerin haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilmesi yeterlidir. Başka bir deyişle ilgili mahkemenin kişiler hakkındaki yakalama veya tutuklamanın hukuka uygunluğunu incelemesi gerekli değildir. Bu bağlamda hukuka aykırılığın özü itibarıyla tüm aşamalarda ileri sürülmesi gerektiği yönündeki kararlarda bazı belirsizlikler olduğu görülmüştür. İçtihat farklılıklarının doğmasına neden olan bu belirsizlikler, başvurucular arasında başvuru yollarının tüketilmesi bakımından hakkaniyete uygun olmayan sonuçların doğmasına yol açmıştır. Mevcut içtihatlara göre tazminat talebinin hangi kural çerçevesinde değerlendirileceği yönündeki belirsizlikler nedeniyle konuya ilişkin yeknesak bir içtihat oluşturularak bu içtihadın tüm hatlarıyla netleştirilmesi ihtiyacı doğmuştur. Bu değerlendirmeler ışığında Anayasa Mahkemesi, “Haklarında kovuşturmaya yer olmadığı veya beraat kararı  verilenlerin 5271 saylı Kanun’un 141. maddesinde öngörülen tazminat yolunu tükettikten sonra yakalama, gözaltı veya  tutuklamanın hukuki olmadığı ve ödenen tazminatın yetersiz olduğu iddiasıyla yaptıkları bireysel başvurularda başvuru yollarının tüketilmiş kabul edilebilmesi için 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendi kapsamında bir tazminat davası açmasının yeterli olacağı sonucuna varılmıştır. Bu durumda başvuranların ayrıca (a) bendi kapsamında tazminat davası açmaları da gerekmemektedir.” ifadelerini içeren değerlendirmeyi esas alan bir içtihadı kabul ederek kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlali iddiasına yönelik somut olayı bu yeni içtihat bağlamında ele almıştır.

Yargılandığı davada beraat etmesi nedeniyle haksız olarak gözaltına alındığını ileri sürerek tazminat davası açan başvurucunun gözaltının hukuka aykırılığı bakımından başvuru yollarını tüketmiş olduğu -yeni içtihat bağlamında- kabul edilerek başvurunun esastan incelenmesine geçilmiştir. Somut olayda başvurucuya üç günlük gözaltı için 500 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmiştir. Hükmedilen manevi tazminatın Anayasa Mahkemesinin benzer durumlarda verilmesine hükmettiği tazminat miktarıyla aynı olması gerekmemekle birlikte somut olayın koşullarında tazminat hakkının özünü zayıflatacak derecede düşük olduğu sonucuna varılmıştır.

Başvurucu ayrıca, beraat ettiği davada avukatına ödediği vekâlet ücretinin maddi tazminat kapsamında karşılanması gerektiğini ileri sürmüştür. Mahkeme, vekâlet ücretine yönelik maddi tazminat talebini beraat kararı ile birlikte başvurucu lehine maktu vekâlet ücretine hükmedildiği gerekçesiyle reddetmiştir. 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun 164. maddesinde, dava sonunda kararla tarifeye dayanılarak karşı tarafa yüklenecek vekâlet ücretinin avukata ait olduğu belirtilmektedir. Dolayısıyla beraat ettiği davada başvurucu lehine maktu vekâlet ücretine hükmedilmesi başvurucunun maddi zararının karşılandığı anlamına gelmeyebilir. Bu noktada derece mahkemesinin başvurucu ile avukatı arasındaki vekâlet sözleşmesinde, tarafların ücreti kararlaştırırken maktu vekâlet ücretini avukatlık ücretine dâhil edip etmediklerini araştırması gerekmektedir. 5271 sayılı Kanun'un 142. maddesinin (6) numaralı fıkrasında tazminat talebinin ve ispat belgelerinin değerlendirilmesinde, tazminat hukukunun genel prensiplerine göre verilecek tazminat miktarının saptanmasında mahkemenin gerekli gördüğü her türlü araştırmayı yapmaya veya hâkimlerinden birine yaptırmaya yetkili olduğu belirtilmesine rağmen derece mahkemesi bu konuda bir araştırma yapmamıştır. Öte yandan bu maktu vekâlet ücretinin başvurucuya ödendiği kabul edilse bile bu miktarı aşan kısmın neden maddi zarar kapsamında değerlendirilmeyeceği, haksız gözaltı tedbiriyle arasında illiyet bağı olup olmadığı, illiyet bağı varsa talep edilen bu ücretin gerekli ve makul olup olmadığı kararda açıklanmamıştır.

Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.