Anayasalar bilindiği üzere, toplumun ekonomik - sosyal yapısının da somutlaştığı metinler. Bu yapılardaki değişiklikler yeni Anayasa yapım süreçlerini de doğurmaktadır. Türkiye Anayasalarına şöyle bir baktığımızda bile bunu açıkça görebiliriz. Örneğin; 1924 Anayasası 1923 yılında Cumhuriyetin kurulması sonrasında, 1961 Anayasası 1960 Askeri Darbesi’nin ve 1982 Anayasası da 1980 Askeri Darbesi’nin sonucunda kabul edilmişti. Şu anda AKP’nin karşı devrim sürecini meşrulaştırılma gerekliliği de, bu değişikliğe bizi sürüklüyor. Söz konusu Baroların açıklaması ise bu noktayı görmediğinden yada görmemeyi tercih ettiğinden, karşı devrim Anayasası’nın Kürt halkının yaşadığı sorunların bertaraf edilmesinde etkili olabileceğine dair oluşan yargıyı açıkça gösteriyor.

Açıklamada genel olarak Anayasa’da yapılması istenen temel değişiklik talepleri, etnik ve kültürel eşitsizliklere dair. Keza “Cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte, Türkiye toplumunun etnik, dinsel, dilsel ve kültürel çeşitliliği yadsınmış; toplumsal yaşamın hemen her alanı tek bir etnik, dinsel, dilsel ve kültürel kimlikle tek tipleştirilmeye çalışılmıştır. Başta Kürt meselesi olmak üzere, bugüne kadar yaşanan bütün sosyo-kültürel sorun ve ihtilaflar, hep bu anlayış ve politikalardan kaynaklanmıştır” denilerek Türkiye’deki eşitsizlik etnik, dinsel ve dilsel temellere dayandırılmış. Oysaki bunların varlığını kabul etmekle birlikte; kapitalist toplumlardaki temel çelişkinin emek-sermaye çelişkisi olması sebebiyle Anayasa’ya yansıyan eşitsizlikler de bu çelişkinin bir görünümüdür. Emekçilerin hala grev hakları sınırlıyken, lokavt hala Anayasa’da güvence altındayken, 1 Mayıslarda hala savaş görüntüleri yaşanırken, 17 yaşındaki bir çocuğun biber gazı kapsülüyle kafatasının çatlamasının 'örgüt üyesi' olması sebebiyle normal olduğu söylenebilirken ve sermaye pervasızca daha fazlasını isterken; etnik ve dinsel eşitsizliğin giderilmesinin ülkedeki eşitsizliği bertaraf edeceği düşüncesi ne yazık ki gerçek bir çözüm olamaz.

Barolar açıklamalarında, devletin cumhuriyet olan şekli ile demokratik ve insan haklarına dayanan niteliği dışında değiştirilemez ilkelere yer verilmemesi gerektiğini ifade ettiler: “Laiklik (…) gibi, bugüne kadar toplumun farklı kesimlerinin hak ve özgürlük taleplerini bastırmada ve sınırlamada referans norm olarak kullanılan kavramlara değiştirilemez hükümler arasında yer verilmemelidir.” Ne yazık ki böyle bir yaklaşım, Kur’an kurslarında yaş sınırını kaldıran, 4+4+4 eğitim sistemini getiren, öğrencilerde serbest kıyafet uygulamasına geçerek küçük yaştaki çocukların türbanla okula gelmesi yolunu açan AKP’nin, laiklik ilkesinin değiştirilemez ilkelerden çıkarılması talebine destek vermekten başka bir şey değildir. Böylece AKP, toplumsal alanı tamamıyla gericiliğe açabilecektir. Asıl düşünülmesi gereken böyle bir ortamda hak ve özgürlüklerin nasıl yaşama geçeceğidir. 1990’lı yıllarda Hizbullah tarafından Kürt illerinde yapılan baskılar, domuz bağlarıyla öldürülen vatandaşlar hala hafızalardadır. Alevilerin inançlarına dair özgürlük taleplerini göz ardı eden bir iktidarın, tarafsız olacağını ve devletin dinler ve inançlar karşısında eşit mesafede bulunacağını düşünmek hayalciliktir.

Açıklamadaki bir başka başlık ise “kamu hizmetlerinin etkin ve verimli bir şekilde sunulması, yerel demokrasinin güçlendirilmesi ve demokratik siyasal kültürün yaygınlaşması için yerel yönetimlerin güçlendirilmesi”dir. Bunun gerçekleşmesi için önerilen çözüm ise yıllardır AB’nin tüm ülkelere dayatmaya çalıştığı Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’ndaki çekincelerin ortadan kaldırılarak söz konusu Şartın ilkelerinin yer aldığı Anayasal düzenlemelere gidilmesidir. Oysaki AB 1980’li yıllardan beri söz konusu Şart ile yerel yönetimleri kuvvetlendirerek sermayenin daha rahat dolaşımını sağlamanın yollarını aramaktadır. Bu durum sermayenin dünyadaki yönelimiyle uyumluluk gösterir. Böyle bir konjonktürde söz konusu Şart’ın, bölge halkının eşitlik ve özgürlük taleplerine değil de sermayenin taleplerine hizmet edeceği açıktır.

On senedir Türkiye’yi tamamen gericiliğe ve sermayeye açmak için iştahla çalışan AKP’nin, bu çalışmaları sonucunda yaptığı dönüşümleri bu Anayasa meşrulaştıracaktır. Eşitlik ve özgülük taleplerinin gerçekleşebilmesi için asıl yolun gerici, piyasacı ve emek düşmanı yeni Anayasa’yı reddetmek olacağı düşüncesi her geçen gün tüm ülkede daha da güçlendirilmelidir.

Evrim Şenöz
adaletvesosyalizm.org