SEVKAN UZEL

Hızla değişen dünyada hem ebeveynleri hem de dünyaya gelenleri bekleyen ve genç kuşakların farkına varmak zorunda olduğu bedeller var.

Gezegenimizin günden güne kötüye gidişini, uygarlığımızın hapsolduğu metalaştırıcı düzeni, insanı insana rakip olmak ve ezen ya da ezilen olmayı seçmek zorunda bırakan nüfus patlamasını bir yana bırakırsak, eşlerin ikili ilişkisi de doğan çocuktan ötürü sınav vermek zorunda kalıyor.

Kötüye gitmekten başka çaresi yok mu?

Yeni evliler genellikle âşık, mutlu ve kurdukları bağdan memnundur. İstatistiklere göre bu memnuniyet, evliliğin ilk yılları içinde ciddi bir düşüş gösteriyor. Yaklaşık 30 yıldır, araştırmacılar çocuk sahibi olmanın evlilik üzerindeki etkilerini inceliyor ve sonuç net: Eşler arası ilişki kötüye gidiyor. Çocuğu olan ve olmayan çiftler karşılaştırıldığında, ilişkiden duyulan memnuniyetteki düşüş oranı çocuklu çiftlerde neredeyse iki kat hızlı ilerliyor. Hele gebelik beklenmedik bir biçimde oluştuysa, ebeveynler arası ilişkideki olumsuz etki daha da büyüyor.

İşin ironik tarafı, yeni ebeveynlerin evliliklerinden memnunluk oranının düşmesi ile birlikte, boşanma oranları da düşüyor. Yani çocuğunuzun olması sizi perişan edebilir ama bu acıya birlikte katlanırsınız. Daha kötüsü de var: Evlilik memnuniyetindeki düşüş, çoğu zaman genel anlamda yaşama ilişkin mutluluğu da azaltıyor. Çünkü sonuçta bir insanın yaşamındaki en büyük mutluluk kaynağı, güzel bir ilişki sürdürdüğü bir eşe sahip olmasıdır.

Ebeveyn olmanın evlilik üzerindeki negatif etkisini çocuğu olanlar iyi bilse de, bu çoğunlukla gerçekleşene kadar akla gelmeyen bir durum oluyor. Genç çiftlerin çoğu, çocuk yapmanın onları birbirlerine yakınlaştıracağını umuyor; en azından evliliklerine yük getireceğini sanmıyorlar. Fakat bu düşünceler ne yazık ki her âşığın düşlemekten hoşlandığı bir mit olmanın ötesine geçemiyor.

Bebeğin doğumuyla birlikte, genellikle eşler uzaklaşır ve birbirlerine görev bilinciyle yaklaşmaya başlarlar. Dikkatleri ebeveynliğin gerektirdiği ayrıntılara yoğunlaşmıştır. Beslemek, yıkamak, giydirmek gibi günlük işler aksatılamaz. Ailenin sorunsuz işlemesi için gerekenlerin ötesinde bir şey konuşmaya zaman ve enerji kalmaz. Tüm bu değişimler çok derinlere inebilir. Kişiliklerin temellerinde kaymalar yaşanabilir. Kadın anne, erkek baba olurken, sevgililer de ebeveyn hâline gelir. Cinsel yakınlaşmalar değişir ve eşler birbirlerini mutlu edecek küçük şeyler yapmayı yavaş yavaş bırakır. Bir zamanlar gönderilen duygusal mesajların yerini alışveriş listeleri alır. Peki madem çocuk sahibi olmak evlilikler için güçlük yaratıyor, o zaman çocukların büyüyüp evden ayrılmaları çiftlerin ilişkisini olumlu yönde etkiler mi? Evet, çocuklar yuvadan uçtuğunda bazı evliliklerin iyiye gittiğine ilişkin bulgular var. Bazı çiftler ise onları bir arada tutacak hiçbir şey bulamamalarından ötürü evliliği sonlandırma kararı alıyor.

Dünyanın bebeğe vaadi

Tüm bunlar düşünüldüğünde, dünya çapında giderek daha az insanın çocuk sahibi olmaya karar verme nedeni anlaşılıyor. ABD nüfus sayımlarına göre, son iki nesilde çocuk doğurmayan kadın sayısında ciddi bir artış var: 1976’da yüzde 35 iken, 2010’da yüzde 47’ye çıkmış. Yine de çocuğu olan kadınların büyük bölümü, yaşamlarındaki en büyük mutluluğun çocukları olduğunu düşünüyor.

Bu mutluluğun gebelik süreci ve doğum sıkıntılarına olduğu kadar, romantik ilişkilerini kaybetmeye de değer olduğunu belirtiyorlar. Bu noktada karar verirken sadece kendilerinin değil, dünyaya getirecekleri insanın mutluluğunun önemi ve günümüz koşullarında dünyanın yeni bir yaşama sunabileceği vaatleri de iyi değerlendirmeleri gerekiyor.

Kaynak: Birgun.net