BASIN AÇIKLAMASI
Savunma mesleğinin özgürce, her türlü etki ve baskıdan uzak olarak yapılabilmesi, bizzat savunma hakkının ve hak arama özgürlüğünün kendisi için vazgeçilmez değerdedir. Zira savunma hakkı, her bir birey ve toplumun bütünü için temel ve ortak bir güvence olmasının yanı sıra, yargılama faaliyetini demokratikleştiren, hukuk güvenliğini sağlayan asli bir unsurdur. Bu özellikleri ve işlevi itibariyle savunma hakkı, adaletin ve hukukun, her zaman, her yerde ve her koşulda düşmanı olan keyfiliğe karşı mücadelenin en etkili aracıdır.

Bu işlevini hakkıyla ve gereği gibi yapabilmesi için savunma mesleğinin, özgür, özerk ve dokunulmaz olması gerekir. Esasen avukatlar hakkındaki soruşturma ve kovuşturmaların Adalet Bakanlığı’nın iznine bağlanmasına ilişkin yasal düzenlemenin amacı da budur. Hal böyle iken avukatlar hakkında olur olmaz nedenler ile ve çok sık olarak soruşturma/kovuşturma izni talep edilmekte ve ne yazık ki bu talepler Adalet Bakanlığı tarafından da çoğu zaman kabul görmektedir. Uygulamada sıkça başvurulan bu yöntem, kanımızca savunma mesleğini etkisizleştirme, sindirme, terbiye etme, bağımlı kılma amacına yöneliktir.

Oysaki Avukatların İşlevlerine İlişkin Temel İlkeler/Havana Kuralları’nın 16/a-c maddesi hükmüne göre, gerek hükümetler, gerekse yargı organları ile diğer kamu kurum ve kuruluşları avukatların; “hiçbir baskı, engelleme, taciz veya yolsuz müdahaleyle karşılaşmadan her türlü mesleki faaliyeti yerine getirmelerini, kabul görmüş meslek ahlak kurallarına, görevlerine, standartlarına uygun faaliyette bulundukları için kovuşturma veya idari, ekonomik veya başka bir yaptırımla sıkıntı çekmemelerini ve tehditle karşılaşmamalarını sağlamakla yükümlüdürler.”

Bu bağlamda işaret etmek gerekir ki, özelikle özel yetkili soruşturma makamlarınca yürütülen soruşturmalarda, kimi zaman CMK m. 250’nin güvencesizlik ve keyfiliğe olanak tanıyan hükümlerinden yararlanmak, kimi zaman ise şüphelilerin görevleriyle ilgili “güvence” nitelikli özel yasal düzenlemeleri gene bu yolla aşabilmek için, suç nitelemelerinde suç unsurları ile ilgili (örgüt, örgüt/terör faaliyeti, cebir ve tehdit gibi) son derece aşırı ve yapay zorlamalara gidilmekte; bu özellikteki iddianameler Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri tarafından yeterli inceleme ve irdeleme yapılmadan kabul görmektedir.

Günlük çalışma koşulları içerisinde zaten yeterli güvenceden yoksun olan, adliye ve özel yetkili mahkeme koridorlarında dahi çeşitli sövme, tehdit ve baskılarla karşılaşan, yazıhanelerinde ve görevleri sırasında saldırıya uğrayan avukatlar, bir yandan da yasal savunma görevleri nedeniyle “Terörle Mücadele Kanunu (m. 6)” kapsamında ve hatta “Adil Yargılamayı Etkilemeye Teşebbüs (TCK m. 288)” suçlamasıyla keyfi olarak suçlanabilmektedir.

Oysaki avukatın müvekkilini savunmak amacıyla karşılaştığı haksızlıkları, haksızlık nedenlerini ve bu haksızlığa yol açan uygulamaları her ortamda eleştirmesi hem hakkı, hem de asli görevidir. Temel hak ve özgürlüklere aykırılıklarla ilgili görmezden gelinemeyecek gerçeklerin kamuoyu ile paylaşılması bu hak ve görevin en doğal sonucudur ve bu nedenle hukuka aykırılıktan söz edilmesi de mümkün ve doğru değildir.

Günümüze kadar pek çok kez yaşanan savunma hakkına ve mesleğine yönelik haksız uygulamalardan sonuncusu, İstanbul’da kamuoyunda “Balyoz” olarak bilinen davanın yargılama aşamasında yaşanmış, bu bağlamda davayı gören mahkemece savunma görevini yapmakta olan avukat meslektaşlarımız, mahkemenin uyguladığı usulü eleştirdikleri, eksik kalan delillerin toplanmasını istedikleri, yani mesleklerini icra ettikleri, etmek istedikleri için duruşma disiplinini bozdukları gerekçesi ile duruşma salonundan çıkarılmışlardır.

Oysaki 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 206 ve 216.maddeleri ile getirilen düzenlenmeler: “sanığın sorguya çekilmesinden sonra delillerin ortaya konulmasına başlanılmasını” ve yine “ortaya konulan delillerle ilgili tartışmada söz, sırasıyla katılana veya vekiline, Cumhuriyet savcısına, sanığa ve müdafiine verilir, savcının savunmanın açıklamalarına, savunmanın da savcının açıklamalarına cevap vermesini” öngörmektedir. Mahkemenin usulün emredici nitelikte olan bu hükümlerini uygulamamış olması, kanuna aykırı olmasının yanı sıra açıkça savunma hakkına yönelik çok ağır bir saldırı olup “adil yargılanma” ilkesine, “hak arama özgürlüğüne”, diğer mahkemelerin yerleşik uygulamalarına aykırıdır.

Mahkemelerin görevi, devletin asli ve vazgeçilmez işlevi olan adaleti gerçekleştirmek, bu amaçla maddi gerçeği ortaya çıkarmak, maddi gerçeğin ortaya çıkarılması için gerekli olan delilleri toplamak, talepleri dikkate almaktır. Bu ise savunmayı, savunma görevini yapan avukatı duruşma salonundan dışarı çıkarmakla değil, ancak ve ancak savunmaya, savunma makamının mümtaz temsilcileri olan avukatlara önem ve değer vermekle, savunmayı işlevsel kılmakla, savunmaya saygı duymakla mümkün olur.

 
Saygılarımızla.

 
Av.V.Ahsen Coşar
Türkiye Barolar Birliği Başkanı

Türkiye Barolar Birliği