Ceza Genel Kurulu         2014/248 E.  ,  2016/26 K.

 

"İçtihat Metni"

Kararı Veren

Yargıtay Dairesi         : 13. Ceza Dairesi

Mahkemesi     : Asliye Ceza

 

Sanığın nitelikli hırsızlık suçundan cezalandırılması istemiyle açılan kamu davasının yapılan yargılaması neticesinde, eyleminin suç eşyasının satın alınması veya kabul edilmesi suçunu oluşturacağından bahisle, TCK'nun 165 ve 62. maddeleri uyarınca beş ay hapis ve 500 TL adli para cezasıyla mahkûmiyetine ilişkin, Asliye Ceza Mahkemesince verilen 17.12.2009 gün ve 350-1160 sayılı hükmün sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 6. Ceza Dairesince 26.11.2012 gün ve 23924-25151 sayı ile;

"Diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiştir, ancak;

Dosya içeriğine göre sanığın suça konu olan aracı çaldığının anlaşılması karşısında, fiilin hırsızlık suçunu oluşturduğu gözetilmeden suçun nitelendirilmesinde yanılgıya düşülerek yerinde ve yeterli olmayan gerekçeyle yazılı şekilde hüküm kurulması" isabetsizliğinden, ceza miktarı itibarıyla kazanılmış hakkı saklı kalmak kaydıyla bozulmasına karar verilmiştir.

Asliye Ceza Mahkemesi ise 30.04.2013 gün ve 15-355 sayı ile;

"Bozma ilamında eylemin hırsızlık suçunu oluşturacağı belirtilmiş ise de, aracı kimin çaldığını gören herhangi bir kimse bulunmadığı, sanığın suçlamayı kabul etmediği, olay günü İstanbul'da olduğu dahi belli olmadığından suç tarihinden iki ay sonra suça konu olan aracın petrol hırsızlığında kullanılırken sanıkta bulunması eyleminin hırsızlık malı kullanma suçunu oluşturacağı, hırsızlık suçunun sübutu yönünden mahkûmiyetine yeterli delil de bulunmadığı" şeklindeki gerekçeyle önceki hükmünde direnmiştir.

Direnme hükmünün sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 19.04.2014 tarih, 277179 sayı ve "onama" istekli tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

TÜRK MİLLETİ ADINA

CEZA GENEL KURULU KARARI

Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın eyleminin nitelikli hırsızlık suçunu mu, yoksa suç eşyasının satın alınması veya kabul edilmesi suçunu mu oluşturacağının belirlenmesine ilişkindir.

İncelenen dosya kapsamından;

İstanbul'da yaşayan şikâyetçinin, çalıştığı şirkete ait olan minibüsü akşam saatlerinde evinin önündeki sokağa park ettiği, ertesi gün aracın bıraktığı yerde bulunmadığını farketmesi üzerine kolluğa müracaat ettiği,

Cumhuriyet savcılığı tarafından, suça konu minibüsü çalan kişi ya da kişilerin tespit edilememesi nedeniyle, ruhsatına çalıntı şerhinin işlenmesi amacıyla trafik şube müdürlüğüne yazı yazıldığı ve fail veya faillerin bulunmasına yönelik olarak "daimi arama kararı" verildiği,

Olay tarihinden iki ay sonra kolluk görevlilerince sanığın sevk ve idaresindeki aracın Batman'da durdurulduğu, yapılan araştırmada söz konusu aracın şikâyetçinin çalındığını iddia ettiği minibüs olduğu, sahte plaka takılarak kullanıldığı ve içinde kaçak petrol bulunduğunun tespit edildiği,

Jandarma görevlilerince düzenlenen yakalama tutanağına göre; sanık tarafından ham petrol kaçakçılığı suçunda kullanılan minibüsün üzerindeki plaka ve ruhsat bilgileri ile motor şasi numaralarının birbirinden farklı olduğunun tespit edilmesi üzerine yapılan araştırmada, İstanbul'da çalıntı kaydı bulunduğunun belirlendiği,

Hırsızlık suçundan, bir kısmı suça konu minibüsün çalındığı mahal mahkemelerince verilmiş tekerrüre esas teşkil edecek çok sayıda sabıkası bulunan sanık hakkında, olay gecesi yakalanan akaryakıta ilişkin olarak hırsızlık, minibüsün plaka ve ruhsat bilgilerinde sahtecilik yapmak eylemi nedeniyle de sahtecilik suçlarından kamu davası açıldığı, hırsızlık suçundan verilen mahkûmiyet kararının onanmak suretiyle kesinleştiği, trafik tescil belgesi ve plakada zincirleme şekilde sahtecilik suçundan kurulan hükmün ise eylemin tek bir sahtecilik suçunu oluşturacağının gözetilmemesi isabetsizliğinden bozulduğu,

Sanığın kollukta; olay gecesi mezradaki evinde olduğu sırada daha önceden tanıdığı, aralarında alış veriş bulunan, ancak ne iş yaptığını bilmediği otuz yaşlarında esmer birisi olan Ahmet Demir'in telefonla arayıp yola çıkmasını istediğini, bahsettiği yere gittiğinde kendisini doğan marka, gri renkli, plakasını göremediği bir otomobil ile alarak ford transit marka aracın bulunduğu bir yere götürüp aracı kullanmasını istediğini, söz konusu minibüs ile yalnız olarak Batman istikametine doğru seyir halinde iken jandarma tarafından yakalandığını, aracın kime ait olduğunu bilmediğini, ön koltuğun arkasında ve camların iç kısımlarında perde bulunması nedeniyle içerisinde ne olduğunu görmediğini, araçtaki petrolden haberi olmadığını,

Cumhuriyet savcılığında; olay gecesi evinde olduğu sırada daha önce şahsen tanıdığı Ahmet Demir isimli arkadaşının kendisini telefonla arayarak ağabeyine ait minibüsün şifalı su mevkiindeki değirmenin yanında bulunduğunu söylediğini ve kendisine söz konusu minibüsü Batman’a götürmesini teklif ettiğini, plakasını hatırlamadığı gri renkli doğan marka otomobil ile gelerek kendisini aldığını, şifalı su mevkiine gittiklerinde değirmenin yakınında plakasını hatırlamadığı beyaz renkli ford transit marka aracı gördüğünü, araca binerek hareket ettiğini, Ahmet Demir'in otomobil ile önünden gittiğini, minibüste başka kimse bulunmadığını, sürücü belgesi olmadığını ve iyi araç kullanamadığını, ikinci viteste seyretmesi nedeniyle arkadaşının arayı açtığını, bir müddet sonra arayarak kanal yolunda gitmesini istediğini, yolu bilmediğin söylemesi üzerine "yolu takip et köydeki lastikçinin önünde beni bekle" dediğini, sözünü ettiği yerde beklediği sırada jandarma karakol komutanı olduğunu bildiği şahsın sivil bir araba ile gelerek gecenin bu saatinde ne yaptığını sorduğunu, durumu izah edince aracın arka kısmına baktığını, ardından aracı karakola götürmesini istediğini, aracın arka kısmında depo ve içinde petrol bulunduğunu karakolda öğrendiğini, aracı çalmadığını, suçlamayı kabul etmediğini,

13.08.2007 tarihli duruşmada; arkadaşının hastası bulunduğunu, aracın çocuk servisi yaptığını söyleyerek, işi olması nedeniyle aracı kullanmasını istediğini, jandarmanın kendisini durdurarak gizli bölmeyi bulduğunu, minibüsle ve yakalanan petrolle bir ilgisi olmadığını,

26.05.2009 tarihli duruşmada ise; olay gecesi arkadaşının kendisini arayıp ağabeyine ait aracı almasını istediğini, minibüsün yanına gidemeyeceğini söylemesi üzerine otomobil ile gelerek kendisini aldığını, birlikte kaplıcanın yanında park halinde bulunan minibüsün yanına gittiklerini, aracın içinde veya yakınlarında kimse olmadığını, arkadaşının anahtarı verip aracı Batman'a götürmesini istediğini, sürücü belgesi bulunmadığı için kanal yolunda seyir halinde iken arkadan sivil bir aracın selektör yaparak kendisini durdurduğunu, jandarma görevlilerinin arama sonucu kaçak petrol bulduklarını, aracın da çalıntı olduğunu söylediklerini, minibüsün çalıntı olduğunu bilmediğini,

Bozmadan sonra; olay gecesi ismini tam olarak hatırlamadığı bir şahsın, telefonla aradığını ve ford transit marka minibüsü kendisine vererek Sason'a götürmesini istediğini, aracını park ederek minibüsü aldığını, daha sonra jandarma ile karşılaştığını, jandarma görevlilerinin arama yaptığını, minibüsün çalıntı olduğunu ve içinde petrol bulunduğunu bilmediğini savunduğu,

Anlaşılmaktadır.

Uyuşmazlık konusunda isabetli bir hukuki sonuca ulaşılması bakımından hırsızlık ve suç eşyasının satın alınması veya kabul edilmesi suçları üzerinde kısaca durulmasında fayda bulunmaktadır.

TCK'nun 141. maddesinde hırsızlık; "zilyedinin rızası olmadan başkasına ait taşınır bir malı, kendisine veya başkasına bir yarar sağlamak maksadıyla bulunduğu yerden alma" olarak tanımlanmıştır.

Hırsızlık suçuyla korunan hukuki yarar, hem "zilyetlik," hem de "mülkiyet hakkı"dır. Zilyetliğin hukuka uygun ya da aykırı olarak tesis edilmiş olmasının herhangi bir önemi bulunmayıp, malın çalarak zilyetliği ele geçiren kişiden çalınması halinde de hırsızlık suçu oluşabilecektir.

Aynı kanunun "suç eşyasının satın alınması veya kabul edilmesi" başlığını taşıyan 165. maddesi ise; "bir suçun işlenmesiyle elde edilen eşyayı veya diğer malvarlığı değerini bu suçun işlenmesine iştirak etmeksizin, satan, devreden, satın alan veya kabul eden kişi, altı aydan üç yıla kadar hapis ve onbin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır" şeklinde düzenlenmiştir.

Maddenin gerekçesinde de; daha önce işlenmiş olan suçtan elde edilen eşyanın kabul edilmesi veya satın alınmasının söz konusu suçu oluşturacağı belirtilmiştir.

Somut olay bu açıklamalar ışığında değerlendirildiğinde;

Şikâyetçinin çalıştığı şirkete ait minibüsü evinin önündeki sokağa park ettiği, sanığın gece saatlerinde minibüsü bulunduğu yerden aldığı, üzerine sahte bir plaka takıp, aynı plakayı ruhsatına da yazarak kullanmaya başladığı, hırsızlık olayının kolluk görevlilerine bildirilmesi üzerine aracın ruhsatına çalıntı şerhi işlendiği, yaklaşık iki ay sonra sanığın söz konusu araçla Batman'da kaçak petrol taşırken yakalandığı, kolluk görevlilerince minibüsün plakası, motor ve şasi numaralarının ruhsat bilgileriyle uyuşmadığının tespit edilmesi üzerine olayın ortaya çıktığı, sanığın aşamalarda çelişki içermekle birlikte, suça konu aracı yalnızca adını söylediği ancak açık kimlik bilgileri ile adresini bilmediğini ifade ettiği bir arkadaşının kendisine verip Batman'a götürmesini istediğini belirtmiş ise de, özellikle hırsızlık suçundan sabıkalı geçmişi ve adli sicil kaydına konu suçlarından bir kısmını, suça konu olan minibüsün çalınmış olduğu İstanbul'da gerçekleştirmesi, hırsızlık suçlamasına muhatap olan sanığın yalnız hayali bir isim zikretmekle suçlamadan kurtulamayacağını bilecek hayat ve adli tecrübeye sahip bulunması, adını söylediği şahsın gerçekte var olması durumunda dahi suçlamalardan kurtulmaya yönelik olarak söz konusu şahsın bulunabilmesi için daha etkin bir çaba göstermesi gerektiği hususları birlikte değerlendirildiğinde, hırsızlık suçunun sabit olduğu ve eyleminin, suç eşyasının satın alınması ya da kabul edilmesi değil, hırsızlık suçunu oluşturacağının kabulünde zorunluluk bulunmaktadır.

Bu itibarla, yerel mahkeme direnme hükmünün sanığın hırsızlık suçunu işlediği sabit olup, bu suçtan cezalandırılması gerekirken, suç vasfında yanılgıya düşülerek hırsızlık malı bilerek satın alma ya da kabul etme suçundan cezalandırılması isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmelidir.

Çoğunluk görüşüne katılmayan Genel Kurul Üyesi K. Taşdemir;

"Özel Daire ile yerel mahkeme arasındaki uyuşmazlık, sanığın eyleminin hırsızlık suçunu mu yoksa suç eşyasının satın alınması veya kabul edilmesi suçunu mu oluşturduğunun belirlenmesine ilişkindir.

TCK'nun 165. maddesiyle bir suçun işlenmesi suretiyle veya bir suçun işlenmesi dolayısıyla elde edilmiş olan bir şeyin satın alınması veya kabul edilmesi, suç olarak tanımlanmıştır.

Bu suçun cezalandırılmasıyla yasa koyucunun izlediği amaç, suç ürünü olan eşyadan failinin yararlanmasını azaltmak ve olanaklar ölçüsünde suça konu malların zilyetlerine geri verilmesini olanaklı kılmaktır. Asıl suçun failinin örneğin hırsızlık suçunun zanlısının kaçak veya ceza sorumluluğunun bulunmamış olması gibi nedenlerle cezalandırılmamış olması, eşyanın suç konusu olma niteliğini ortadan kaldırmaz.

Somut olay incelendiğinde, şikâyetçiye ait aracın park edildiği sokaktan çalındığı, Batman İli, Kozluk İlçesinde aradan yaklaşık iki ay geçtikten sonra sahte plaka takılı olarak yakalanan sanığın aracın çalınmasına ilişkin savunmasında, hırsızlık suçunu kabul etmediği, aynı suçtan sabıkası olan şüphelinin araç hırsızlığı suçunu işlediği iddiasıyla hakkında kamu davası açıldığı anlaşılmaktadır.

Sanık savunmalarında hırsızlık suçlamalarını kabul etmediğini, yakalandığı tarihte Ahmet Demir adlı şahsın kendisini arayıp aracın anahtarını verip götürmesini istediğini, sürücü belgesi olmadığını, giderken jandarma tarafından yakalandığını, araçta kaçak petrol bulunduğunu ve aracın çalıntı olduğunu o zaman öğrendiğini belirtmiştir. Mahkeme, Ahmet Demir adlı şahsa ulaşamamış ancak hayali bir şahıs olup olmadığını da belirleyememiştir.

Mahkeme yaptığı yargılama sonunda sanığın hırsızlık suçunun sabit olmadığı, ancak aracı teslim alma yöntemi gözetildiğinde hırsızlık malı olabileceğini bilmesi gerektiği sonucuna varmış ve TCK'nun 165, 62. maddeleri uyarınca sanığın cezalandırılması yönüne gitmiştir.

Sanığın temyizi üzerine 13. C.D. eylemin hırsızlık suçunu oluşturduğu gözetilmeden suçun nitelendirilmesinde yanılgıya düşüldüğünden bahisle Anayasanın 141/3, CMK'nun 34, 230. maddeleri ile ortaya konulan ilkeler uyarınca yasal ve yeterli gerekçe de göstermeden hükmü bozmuştur.

Kanımızca bu karar karşı direnme kararı veren yerel mahkemenin direnme kararı usul ve yasaya uygundur.

Öncelikle sanık aşamalarda hırsızlık suçunu kabul etmemiştir. Sanığı aracı çalarken gören tanık, kamera kayıtları gibi kayıtlar bulunmamaktadır. Sanığın suça konu aracı kimden aldığını söylememesi halinde hırsızlık yaptığı sonucuna ulaşmak, kanıtlama olgusunu sanığın üzerine yüklemek sonucunu doğurur. Sanık hırsızlık yapmadığını kanıtlamak gibi zorunluluk ile karşı karşıya kalmaktadır. Bu husus Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde ifadesini bulan 'adil yargılanma hakkına' ve ona hayatiyet kazandıran mahkeme kararlarına aykırılık oluşturur. Kaldı ki sanık suça konu aracı kullanırken yakalandığında yasal bir hak olan 'susma' hakkını da kullanabilir. Aracında kaçak petrol bulunması veya daha önceden hırsızlık suçlarından sabıkası olması direnme kararının sorulmasına gerekçe de olmaz. Aksi düşünce varsayıma dayalı olarak karar verilmesi tehlikesini de doğuracaktır.

Yukarıda belirtilen nedenlerle, usul ve yasaya uygun bulunan direnme kararının onanması yerine bozulması yönündeki sayın çoğunluğun görüşüne karşıyım."

Genel Kurul Üyesi ....

"Sanık Batman'da ikamet etmektedir. Suç İstanbul'da işlenmiştir. Suça konu araç, çalındıktan iki ay sonra ele geçmiştir. Suçlamaları baştan itibaren inkâr edip, olay tarihinde İstanbul'da olmadığını savunan sanığın savunmasının, aksi görgü tanığı, kamera görüntüsü, olay yeri ve tarihine ilişkin baz istasyonu cell kaydı ya da olay yeri tespit tutanağı vesaire gibi herhangi bir başka delille ispatlanmış ve dolayısıyla çürütülmüş değildir.

Sanığın İstanbul'da işlediği başka suçlardan yargılanmış olması, eylem sırasında da İstanbul'da bulunduğu anlamına gelmez. 'Şüpheden sanık yararlanır' ilkesinin hâkim olduğu ceza yargılamasında, sanığın suçu işlediğinin hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde ispat edilmesi gerekir. Aksi halde 'yapmıştır' veya 'etmiştir' gibi yaklaşımlarla sübuta gitmiş oluruz ki, bunun modern yargılama hukukunda savunulur bir tarafı bulunmamaktadır.

Yargı mercilerinin suçluluğu sabit olan failleri cezalandırma yetkisi vardır ama 'biz bunları cezalandırmazsak failler cezasız kalır' diyerek suçla mücadele etme gibi bir misyonu bulunmamaktadır. Esasen suç ve suçlulukla mücadele görevi yasama ve yürütme organlarına aittir. Doğrusu yargı yetkilerini kullanan mahkemeler, suçtan zarar görenler kadar sanıkların da sığınacağı bir kuvvet ve erktir. O halde sanığın hırsızlık suçunu ne şekilde işlediği konusunda oluşa dair hiçbir delil elde edilemeyen olayda mahkemenin kararında bir isabetsizlik bulunmamaktadır."

On Genel Kurul Üyesi de; "sanığın eylemlerinin suç eşyasının satın alınması veya kabul edilmesi suçunu oluşturduğu, bu nedenle direnme hükmünün onanması gerektiği" düşüncesiyle karşıoy kullanmıştır.

SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

1- Asliye Ceza Mahkemesinin 30.04.2013 gün ve 15-355 sayılı direnme hükmünün sanığın hırsızlık suçunu işlediği sabit olup, bu suçtan cezalandırılması gerekirken, suç vasfında yanılgıya düşülerek hırsızlık malı bilerek satın alma veya kabul etme suçundan mahkûmiyetine karar verilmesi isabetsizliğinden BOZULMASINA,

2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 15.12.2015 tarihinde yapılan müzakerede yeterli çoğunluk sağlanamadığından 26.01.2016 günü yapılan ikinci oturumda oyçokluğuyla karar verildi.