Satranç oynayanlar bilir. Bazen, daha fazlasını kazanmak için rakibe ordunun nispeten daha etkisiz bir figürü feda edilir. Rakip, sandığından daha kolay veya çok kurnazca hamleleri sonucu öne geçebileceği hissiyle sevinç sarhoşuyken hamlesini yapar ve ona hediye edilen taşı alır. Ve sahici bir tokatla sarsılır. Aldığından çok daha fazlasını, hatta bazen pozisyon üstünlüğünü de rakibine kaptırmıştır artık.

‘Feda’ satrançta kimi zaman başvurulması halinde, oyunu feda edenin gerisinde takip eden rakip için ölümcül olabilir.

Türkiye’de son yıllarda hanehalkını koruyan çatıdaki anayasa tahtası üzerinde satranç oynandığını gözlemleyebiliyoruz.

Bu savaşta birçok cephe açılmış olup, tarafların savaşın gidişatına göre müttefik değiştirdiğini, bazı cepheler kapandığını, bazı başka cephelerin devamlılıkla açıldığını izliyoruz.

Bizler, bu savaşın sonucunu etkileyeceği hane sahipleri olarak, çatımızdaki anayasa tahtasında oynanan bu satrancı yalnızca izleyebiliyoruz. Zira, diğer ihtimalde oynayıcı değil; tahtada tarafların yerini değiştirdiği birer figür olarak buluveriyoruz kendimizi.

Bizler izleyici olarak kalmaya devam ederken, kanlı savaşların acımasızca oynandığına şahit oluyoruz. Kimi figürler tahtadan dışarı fırlayıp oynayıcı olabilirken, kimi rakibe feda edilebiliyor.

Son günlerin tartışmalı konusu olan Anayasa Mahkemesi’nin Can DÜNDAR ve Erdem GÜL kararı da iyi veya kötü çatımızda etkisi olan bir hamle olarak bizleri de etkilemektedir.

Türkiye yargısının sokaktaki ‘cahil halk’tan kopuk ve kendi içine kapalı olmasının acısını bir kez daha yaşadığımız gazeteci tutuklaması meselesi, yargının tekrar, yeniden ve baştan inşa edilmesi gerektiğini bıkmaksızın tekrar ortaya koymuştur.

Okumuş ve saraylı adliye takımı,  ‘Vatan hainliği ile suçlanan kimselerin ‘dışarda’ kalmasını’ ideolojik devlet refleksinin ruhuna sindirildiği sokaktaki halk kesimlerine anlatmakta zorlanıyor. Zira bu toprakların kodlarına yıllardır tutuklamanın ceza olduğu fikri sindirilmiş durumda. Tutuklanmayan kimse bu nedenle aklanmıştır. Ve dahi devlet sırlarını ifşa ederek vatan hainliği yapanlar tahliye edilerek aklanmışlardır, dahası cezasız kalmışlardır. Bunda elbette yine okumuş ve saraylı adliye takımının tutuklamayı gerçekten de ceza olarak uygulamış olmasının, hele ki yargılamanın süjelerinden birinin meslektaş olması durumunda verdiği reflekslerin de payı yadsınamaz ölçüdedir.

Sokaktaki halkın kodlarını iyi okuyabilen bir otoriter hükümet ve hükümet üstülüğünü fiilen ortadan kaldırmış bir cumhurbaşkanı elbette sokaktaki halk ile daha kolay iletişim kurabilecek ve yine daha kolay ikna edebilecektir. Oysa ki sokaktaki halka herhangi bir açıklama yapması halinde bizzat sokaktaki halk tarafından “Siyaset yapma.” söylemiyle daha en başında önü kesilecek olan okumuş ve saraylı adliye takımı çaresiz kalmaktadır. Türkiye’de son yıllarda gündelik hayatı şekillendirenin de mahkemeler değil; sokaktaki halkın seçimi olduğu gözetildiğinde saraylı ve okumuş adliye takımının başka bir pastaya ait mum gibi sırıtması olağandır.

Birçok hukukçunun DÜNDAR ve GÜL kararını, kararın sonraki sürece etkilerini ve nihayet bundan sonraki meşruiyet temellerini analiz edememesi ve bu kararın saf iyi bir karar olduğunu düşünmesi de kanun okumaktan sokaktaki halkın kodlarını okuyamamasındandır.

Şüphesiz ki bu karar doğru bir karardır. Ancak paradoks şudur ki bu karar ile birlikte Erdoğan'ın mahkemesi meşruluğunu yitirirken; bozuk sistem- yanlışın sistem içinde çözülebileceği savını istemeyerek de olsa gerçekleştiren Anayasa Mahkemesi kararı ile- kaybetmek üzere olduğu meşruiyetini geri kazanmıştır.

Zira hukuki olmayan yargılamaya karşı artık mağdurlar siyasi olduğu suçlamasını yöneltemeyecek ve bu nedenle de kopuş savunması imkanından yoksun kalacaklardır.

Şüphesiz elmaya elma diyen Anayasa Mahkemesinin bu kararı çatıda ses çıkaran doğru bir hamle idi. Ne var ki bu hamle Erdoğan tarafından adeta yumuşatıldı. Bu durumu bir ‘feda’ haline getirmek isteyen Erdoğan, kendi kuralları içinde doğru bir hamle yaptı ve kararı tanımadığını söyledi. Bu aslında Erdoğan’ın hamlesi karşısında Anayasa Mahkemesi’nin aynı hamleyi tekrarlayacak olması halinde Anayasa Mahkemesi’nin masadan kaldırılacağı anlamını taşımaktadır. Hatta bundan da öte, bu karar ile meşruiyetini yitiren Erdoğan’ın mahkemeleri, bundan sonraki tutuklamalarda daha cesur olabileceklerdir. Zira Erdoğan, muhtemel olaylar için daha şimdiden bu hamlesi ile yerel mahkemelerin tepesinde sallanan AYM kılıcını çekip almıştır.

AYM’nin, mahkemenin kararlarının herkesi bağladığı yönündeki açıklaması ise meşruiyetini sokaktaki halktan değil; Anayasadan alan hukuki bir gerçek olması nedeniyle, sokaktaki halkın meşruiyet temelleri üzerinden konuşan Erdoğan üzerinde bir etkiye sahip olamayacaktır.

Oynanan bu tehlikeli oyun çatıda giderek daha derin çatlakların oluşmasına sebep olmaktadır. Çatı çökmek üzere! Eğer savaş devam ederse hepimiz aynı enkazın altında boğulacağız.



Av. S. Deniz Çelikkaya