Bilindiği gibi Avukat Tahir Elçi Diyarbakır Barosu Başkanı’ydı.

Katıldığı bir televizyon programnda; PKK ile ilgi söylemleri nedeniyle sosyal medyada; linç denebilecek biçimde ağır ve yoğun eleştirilerek maruz kalmıştı.

Kısa süre sonra hakkında; “terör örgürü propogandası” nedeniyle hakkında soruşturma başlatıldı.

Yurt içinde saklandığı ve tüm aramalara karşın kendisine ulaşılamadığı gerekçesiyle yakalama kararı çıkarılmıştı.

Oysa Adliye’de bulunan Başkanlık makam odasında göz altına alındı. TOMA, bir zırhlı araç, çevik kuvvet ve daha birçok takviye gücü gözaltı için gelmişti. Oysa gözaltına alınmak istenen bir Avukattı ve o avukat da bir Baro Başkanıydı. Bir Avukatın, hele hele bir Baro Başkanı’nn silahla, şiddetle bir ilgisi yoktu ve olamazdı da. Bu kadar devlet gücüne gerek varmıydı ?

Hakkında tutuklama kararı verilmesi istendi. Adlî kontrol şartıyla serbest nırakıldı.

Merhum, PKK polis çatışmasında bir kurşunla ensesinden vuruldu.

Olay yeri incelemesi için giden heyetlere ateş edıldi

Olay yerinde keşif çalışması aylar sonra yapılabildi.

Pandemi çevrimiçi arkadaşlığı nasıl değiştirdi? Pandemi çevrimiçi arkadaşlığı nasıl değiştirdi?

Şu an yargılama devam ediyor.

Aklımıza hemen şu soru geliyor.

Merhum Diyarbakır Baro Başkanı’ydı. Kim veya kimler; hangi nedenle öldürmüş olabilirdi ?

Önce, katil olayından önceki duruma bir bakalım.

Elçi, öldürülmeden önce sosyal medyada linç edilmişti.

Bir “hukuk devleti”nde, “hukukun evrensel ilkeleri”nin etkin uygulandığı ve bu anlayışın egemen olduğu bir toplumda “sosyal medya linci” yapılabilir miydi ?

Ünlü Filozof Descartes’ a göre :

Gerçekler, şüpheyle doğar.

Fikirlerin, her türlü şüpheden arındırılması gerekir. Şüpheden arındırma için de araştırma yapılır. Araştırma, şüphe bitine kadar devam eder. Tüm şüpheler bittiğinde de araştırmaya son verilir. İşte o anda da gerçeğe ulaşılmış olur.

Felsefe ve hukuk iç içedir. Felsefe, hukuku etkiler. O kadar ki bu etki günümüzde; “Hukukun Evrensel İlkeleri”ni etkilemeye kadar vardığını söylemek abartı değildir.

Descartes’in gerçeğe ulaşma yöntemiyle; ceza hukukunun ve hukukun evrensel ilkelerinin en önemli iki ilkeye ulaşıldığını söyleyebiliriz.

Kesinlikle hayır. Yapılamazdı.

Masumiyet (suçsuzluk) karinesi (Presumed Innocent) vardı. Yani her hukukçunun bildiği gibi; hakkında kesinleşmiş bir mahkumiyet kararı olmadan hiç kimse “suçlu” olarak kabul edilemezdi. Bu kural için,çok insanların canı yandı, çok insan suçsuz yere infaz edildi.

Bu karinenin, ünlü filozof Descartes’in kuramından oluştuğunu söylemek yanlış olmaz.

Ünlü Filozof Descartes’ a göre :

Gerçekler, şüpheyle doğar.

Fikirlerin, her türlü şüpheden arındırılması gerekir. Şüpheden arındırma için de araştırma yapılır. Araştırma, şüphe bitine kadar devam eder. Tüm şüpheler bittiğinde de araştırmaya son verilir. İşte o anda da gerçeğe ulaşılmış olur.

Felsefe ve hukuk iç içedir. Felsefe, hukuku etkiler. O kadar ki bu etki günümüzde; “Hukukun Evrensel İlkeleri”ni etkilemeye kadar vardığını söylemek abartı değildir.

Descartes’in gerçeğe ulaşma yöntemiyle; ceza hukukunun ve hukukun evrensel ilkelerinin en önemli iki ilkeye ulaşıldığını söyleyebiliriz.

Konu üzerinde düşünmeyi sağlamak için; önce şematik bazı başlıklar vermek doğru olacaktır.

* Masumiyet Karinesi.

* Masumiyet Karinesinin sonucu olarak şüpheden sanık yararlanır ilkesi. *  Beraat-i zimmet asıldır.

*  ‘Masumiyet Karinesi’, âdil yargılanma ilkesinin alt açılımlarından; en önemlilerinden biridir.

* Einstein’ın şu sözü unutulmazdır :

Peşin yargıları parçalamak, atomu parçalamaktan daha zordur.

Masumiyet Karinesi’nin karşıtı :

Peşin Yargıdır; özellikle toplumsal peşin yargıdır.

Merhum Elçi’nin katili, toplumsal peşin yargıdır.

Katledilme nedeni de, toplumsal barışın dinamitlenmesidir.

Dileğimiz o dur ki, gerçek katil ya da katillerin; arkalarındaki güçle birlikte âdil yargılansın ve böyle bir yargılama sonucunda gerçek suçlu ya da suçlular cezalandırılsın.

Peki sorun bu şekilde çözülebilecek midir ?

Hayır. Irk, din, mezhep, dil ve bunun gibi hiçbir ayırım gözetmeyen bir düzen için; gerçek anlamıyla ‘Hukuk Devleti’ için, “Hukukun Evrensel İlkeleri’ni etkin kılmak için, kişisel özelliklere bakmadan ve kişisel özellikleri ayırd etme nedeni olarak kabul etmeyi kesinlikle reddederek hep birlikte bu yolda uzun soluklu mücadele ederek sorunların üstesinden gelebiliriz.

Hep birlikte :

Tahir Elçi davasından zamanaşımı olmaması ve “fail-i meşhul” olmaması için,

Orhan Adlî Apaydın’ı haksız yargılayanları, yurt dışına tedaviye izin vermeyenleri (sorunu vefat eden generallerin üstüne yıkmadan) tespit edip yargılatmak için,

Uğur Mumcu, Muammer Aksoy, Ümit Yaşar Doğanay, Cavit Orhan Tütengil, Bahriye Üçok, Avukat Medet Serhat, Necip Hablemitoğlu, Çetin Emeç, Abdi İpekçi (tetikçi’nin ardındaki güç), Savcı Doğan Öz (tetikçinin ardındaki gerçek güç), Adnan Kahveci, Onat Kutlar, Cevat Yurdakul, Gaffar Okkan ve bunun gibi sair cinayetler.

Hırant Dink cinayetinde de gerçek faillerin bulunup cezalandırılmaları gerekir.

SONUÇ : Hep birlikte ve ayırım yapmadan; ‘Hukuk Devleti” ve “Hukukun Evrensel İlkeleri”nin ayırım yapmaksızın hep birlikte yapacağımız mücadeleyle bir yere varabiliriz ve iç barış ve huzura kavuşabiliriz. Geleceğimiz olan çocuklarımıza da huzurlu ve mutlu bir toplum bırakabiliriz.

Hukuk Hareketi Plâtformu