Sayın Divan Başkanı ve Üyeleri,

TBB'nin Sayın Başkanı ve Yöneticileri, 

İstanbul Barosu’nun Sayın Başkanı,

Sayın Baro Başkanları, 

Yerli ve yabancı sivil toplum örgütlerinin temsilcileri,

Sayın Meslektaşlarım,

Değerli Basın Mensupları,

 

Hepinizi Ankara Barosu adına, Baromuzun Ankara’dan destek için gelmiş bulunan 500 civarındaki mensubu ve yürekleri burada olan binlerce meslektaşımız adına saygıyla selamlıyorum. 

 

Bugün Türkiye Cumhuriyeti'nin içinde bulunduğu belki de en olağanüstü dönemle karşı karşıyayız: Doğrudan avukatların ve mesleğin hedef haline getirildiği,   demokrasinin askıya alındığı ve Cumhuriyetin yok edilmek istendiği bir dönem. 

 

Biz de bu olağanüstü dönemin olağanüstü tehditlerine cevap olarak İstanbul Barosu'nda olağanüstü genel kurulumuzu gerçekleştiriyoruz. Dikkat ederseniz “biz” dedim, “gerçekleştiriyoruz” dedim. Çünkü İstanbul’a veya içimizden birine yapılmış olan, hepimize yapılmıştır ve bunun cevabının da hepimiz tarafından verilmesi gerekir. 

 

Değerli Meslektaşlarım, Sayın Dinleyenler,

 

İstanbul Barosu ne yapmıştır? İstanbul Barosu, görevini yapmıştır. İstanbul ili sınırlarında yaşanan ve trajik boyutlara ulaşan bir hukuksuzluğa karşı çıkmıştır. TBMM tarafından insan haklarına aykırı uygulamalar yaptığı, demokraside yeri olmadığı gerekçesiyle kaldırılmış, ancak bir hukuk garabeti teşkil edecek şekilde elindeki işleri bitirmesine izin verilmiş bir mahkemeye, savunma hakkına saygı göstermesini hatırlatmıştır. Aslında, tarihe not düşmüştür. 

 

Konuya esastan baktığımızda ortada suç teşkil eden bir eylem olmadığı açıktır. Baro yönetiminin düştüğü yönündeki iddialar da açıkça hukuka aykırıdır. Bu hususlar gerek İstanbul gerek biz dahil pek çok baro tarafından ayrıntılarıyla açıklanmıştır.  Bir cümleyle açıklamak gerekirse: İstanbul Barosu, mesleğin varlık sebebi olan savunma hakkını korumuştur.

 

Buradan herkese, tüm Türkiye’ye sesleniyorum: Savunma hakkını, mesleği, insan hakları ve demokrasiyi koruma mücadelesinde Ankara Barosu ve İstanbul Barosu daima birlikte olmuştur; birlikte olmaya da devam edecektir.

Avukatlar, müvekkillerinin haklarını savunur. Bir avukat, görevini yaparken kendini savunmak zorunda bırakılırsa, bu, hukuksuzluğun geldiği son noktadır. İşte bugün Türkiye’de geldiğimiz nokta budur. 

 

Şimdi soruyorum: Ne yapmalıyız? 

 

Karşı karşıya bulunduğumuz tehlikeye karşı birlik olmalı, kararlılıkla dik durmalı ve en önemlisi  mücadeleyi toplumsal zemine yaymalıyız. 

Gelin durumu tesbit edelim. Teşhisi doğru koymazsak, doğru çözümü bulamayız. İstanbul Barosu yönetiminin savunma hakkını savunmak zorunda kaldığı mahkemeden adil yargılama bekleyen var mıdır? Hayır!  İstanbul Barosu yönetiminin savunma hakkını savunması bir suç mudur? Hayır! Öyleyse baro yönetimi hakkında bu dava niçin açılmıştır? Bu sorunun cevabı, 2013 – 2014’de mesleğimizi ve Türkiye’yi nelerin beklediğiyle doğrudan ilişkilidir. 

 

Baskıcı rejimler varlıklarını devam ettirebilmek için, mutlaka bir düşmana ihtiyaç duyarlar. Türkiye’de siyasi iktidar ve bu iktidara bağımlı kılınmış yargı, kendine karşı en önemli direnç noktası teşkil eden baroları ve avukatları hedef almış; bizi, yeni düşman olarak hedefe koymuştur. Şu halde avukatlara ve barolara yönelik saldırıların artarak devam edeceğini öngörmek ve tedbir almak zorundayız. 

 

Yine önümüzdeki dönemde yabancı avukatlık ortaklıkları eliyle avukatlığı ele geçirmenin yasal alt yapısını oluşturma girişimleri devam edecektir. Nitekim bu husus, Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nun dahi önüne getirilmiştir. Amaçlanan, yabancı avukatlık ortaklıklarını anayasal güvenceye kavuşturmaktır. 

 

Bütün bunların ötesinde 2013-2014 döneminde “Ver padişahlığı, al özerkliği” şeklinde özetleyebileğimiz diktatörlük anayasası önümüze konulacaktır. Çözüm hukuk devleti, tam demokrasi, koşulsuz insan hakları; Edirne'de, İstanbul'da, Ankara'da, Diyarbakır'da, Şırnak'ta  aynı insan hakkı için aynı kararlılıkla ve hep birlikte mücadele. Çözüm, haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yapılırsa yapılsın zulme uğrayanın yanında koşulsuz yer almak, pozisyon kollamamak, haksızlığa karşı pozisyon almak. 

 

Mesleğin yok edilmek, rejimin değiştirilmek, demokrasinin kaldırılmak istendiği bu süreçte, emperyal güçler ve onun Türkiye’deki temsilcileri, Cumhuriyetin, demokrasinin, hukuk devletinin ve insan haklarının savunulmasında en etkili güç olan avukatları ve baroları hedef almışlardır. İstanbul Barosu'na yönelik saldırıyı bu kapsamda değerlendirmek gerekir. 

Ancak bizi, yok edilmesi gereken düşman olarak hedefe koyanların bilmedikleri bir şey var.

 

Biz bir yemin ettik. Hukuka, ahlaka, mesleğin onuruna ve kurallarına bağlı kalacağımıza, en değerli varlıklarımız üzerine, namusumuz üzerine and içtik. 

Biz avukatız. 

Biz hakimi hakim, savcıyı savcı yapan bağımsız savunmayız. 

Biz demokrasinin lokomotifiyiz. 

Çağlar boyunca toplumları biz özgürleştirdik.

Ve bizi susturmak isteyenler hiçbir zaman başarılı olamadılar. Bizim pusulamız Mustafa Kemal Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi. Biz Atamıza ve Milletimize söz verdik. 

Biz bu mücadeleye baş koyduk. 

Biz "gerekirse canımızı da veririz” dedik. 

İşte bu kararlılıkla buradan Türkiye üzerine kirli senaryolar yazan tüm emperyal güçlere ve onların Türkiye’deki temsilcilerine sesleniyorum: 

Başaramayacaksınız!

Başaramayacaksınız!

Başaramayacaksınız...