Bazı durumlarda “Halep oradaysa arşın burada” sözü ne kadar “cuk” oturur değil mi?
Nasreddin Hoca’ya da atfedilir ya; Adamın birinin “atmakta” eşi benzeri yokmuş, “Ben Halep’teyken bir adımda on arşın atlardım” der gezermiş. Hoca ya da o birisi çıkmış adamın ağzını kapatıvermiş:
“Yahu Halep oradaysa arşın burada, atla da görelim bakalım senin marifetini”

Şimdi de aynen buna benzer bir durum var ortada da, her nedense “hadi bakalım, arşın burada” diyenlerin sesi çıkmıyor pek gerektiği kadar.
Lafı bağlayacağım konu; şu bizim köprülerden, Avrasya Tünelinden “en az bu kadar araba geçecek, geçmezse parası devletten öderiz” diyenlerin şimdi “yanılmış” olmaları…

Ne diyorlardı?
“Ey parası bol, hesabı kuvvetli, riski seven, becerikli iş adamları; gelin, halkımızın geçmek istediği ama buna bizim gücümüzün yetmediği için devletçe yapamadığımız köprüleri, tünelleri siz yapın; bunun için benden para istemeyin, çalıştırın. Bu işten hem halkımız kazansın, hem siz kazanın, bu arada ben de icraat yapmış olayım.”

Güzel bir düşünce tabii:
Öncelikle halkın bu konuda büyük bir beklentisi olduğunu kavrayıp işe el atmak büyük feraset.
Öyle ya, muhalefetteyken zaten yapamazlar ama, önce halkın ihtiyaç duyduğu ama diğer partilerin aklına bile getiremedikleri bir işi aklınıza getireceksiniz, sonra “acaba bu işi kim yapar deyip sıkı müteahhitleri çağıracak, onlara “yap, işlet, buradan şu kadar araba geçmezse gel parasını benden iste” diyeceksiniz.

Bir de yürek ister tabii bu işte…
Öyle ya, siz daha ortada olmayan bir köprüden, tünelden “şu kadar araba geçmezse üstünü ben tamamlarım” diye halk adına bir taahhütte bulunuyorsunuz.

Ya geçmezse?
Hem de bu memlekette “Nüfus sayımında” insanları tek tek saydığınızda bile istatistikler zaman zaman milyonlar ölçüsünde sapabiliyor, elinizde adamın anasının babasının adından adresine, doğum gününe kadar her türlü bilgi varken seçmen sayısının tespitinde bile yine de milyonluk zaaflar varken; siz kalkacak, olmayan köprüden, yapılmamış tünelden “tam şu kadar araba geçer” diyecek ve hazine adına “garanti”yi basacaksınız sözleşmenin altına.

Niye “garanti”
Madem bu işlerde asıl olan “hazineden beş kuruş çıkmaması” da neden o hazine “geçmezlerse parasını ben veririm” diyor?
Madem bu işler “bir işletmecilik işi” yani “ticari” de neden bu işlerdeki yanılma payının cezasını bu işe ticaret yapmak için giren müteahhit üstlenmiyor da, adama hem iş verip hem tek taraflı olarak hazine üstleniyor?

Yap işlet’in mevzuatında devletin bu işleri bir “bilene” yaptırması gibi bir hüküm yok muydu? tüneli, bu işin tutup tutmayacağı konusunda sağlam bilgisi, ticari öngörüsü olmayan biri yapacaksa biz ne anlayacağız bundan? “Hadi gel yap, buradan karşıya geçişlerden sen para kazan mı diyeceğiz özetle”

Bu işlerde garanti verilmez mi hiç?
Verilir tabii ama bakın nasıl:
Bu işi bildiğini söyleyen müteahhit oturur kendi hesabını yapar ve bana göre buradan günde 40 bin araç geçer, bu da beni kurtarır der. Haydi yüzde 10 da yanılma payı koyalım, 44 bin olsun…

Ama 68 bin olsun diyemez. Çünkü yaptığı tahminin önce kendisini bağlaması lazımdır.
Eğer mutlaka isteyecekse, müteahhidin isteyeceği garanti, asla buradan kaç araba geçeceği değil, olsa olsa, Hükümetin bu hesabı saptıracak başka bir uygulamaya girmeyeceği konusundadır.

Nedir onlar örneğin?
Olur ya, Hükümet kendi kararıyla oradan akacak trafiğin yönünü değiştirebilir, hemen yanı başına bir başka geçiş projesi başlatabilir de beklentileri bozar… gibi.
İşte o zaman bu durumlar ticari beklentileri saptırabileceği için bunları yapmama konusunda garanti istenebilir.

Aksi halde, devletçe ya da onun bürokrasisince tahmini mümkün olmayan, ne söylense afaki sayılabilecek bir tahminle garanti verilmesi işin özüne aykırıdır. Bu yanılmaların bedelini hayatta oralardan geçmeyecek olan sıradan vatandaşlar öder.
*
Bizde, Osmanlı döneminde de devlet yine bu gibi işleri kendisi yapmayıp ama daha doğrusu yapamayıp birilerine vermiş ve “al sen yap” demişti.
Karaköy-Beyoğlu Tüneli, Elektrik-su-gaz işleri, liman işletmeleri, madenler, demiryolları imtiyazları hep böyle İngilize, Fransıza, Almana verilmişti.

Bu imtiyazlar Osmanlıyı tam bir sömürge haline getirmişti sağa sağa da sonunda Lozan’da kurtulabildik bunlardan.
Kötüydü falan diyoruz ya… yine de bir iyi tarafı vardı; aldıkları imtiyazlarla bunları işleten yabancılar hiç olmazsa zarar ettiklerinde aradaki farkı Osmanlı’dan istemiyorlardı.
*
Geçen gün Avrasya Tüneli için işletmeciye ödenecek paranın miktarı açıklandı: 2017 yılı için 123 milyon lira.
Çünkü “buradan yılda ortalama 25 milyon araç geçer” denmişken geçe geçe 15 milyon araç geçmişti.
10 Milyon araçlık bir yanılma.

Tabii ki geçecek denip geçmeyen 10 milyon…
Bedeli, hazineden beş kuruş çıkmayacak denirken şimdi çıkacak olan 123 milyon lira.
Demek ki o sözler “yaparken” beş kuruş çıkmayacak, ama “işletirken” ne çıkarsa bahtımıza demekmiş.
Hesaplar döviz üzerinden yapıldığına göre önümüzdeki 24 yıl bu hesap nerelere fırlar o kadarını düşünmek bile istemiyoruz tabii.

Yapımcı şirket bu sonucu biraz güzelleştirmeye çalışıyor ve diyor ki; “Devlet bu yıl 123 milyonu hazineden ödeyecek ama bakın ekonomi 1,2 milyar kazandı: Hava daha az kirlendi, trafik daha az tıkandı, daha az benzin sarf edildi…”

Tünelden kaç araba geçeceğini bilemeyen, sanki o geçen arabaların benzinini, egzosundan çıkan dumanı ölçmüş falan sanırsınız.
Hadi diyelim ki onu iyi tahmin ettiniz de, bütün bunların olması için sizin yüksek tahminlerde bulunulup yanılgı payı olarak bu halkın vergilerinden 123 milyon liranın ödenmesi gerekmezdi ki böyle olması için!
Ya garanti verilmezdi, ya gerçekçi tahmin yapılıp böyle bir fark ödeme doğmazdı.
*
Yine öğrendiğimize göre Avrasya Tünelinden günde 68 bin araç geçecek garantisi verilmişken geçe sadece “bir gün” için 65 binlik sayısına ulaşılabilmiş.
O her gün olması garantidir denen 68 bin sayısının bile ancak 3 bin noksanına ulaşılabildiği günün ne zaman olabileceğini hiç düşündünüz mü?

Sizce ne zaman olabilir?
“Bir bayram günü” tabii…

Çünkü bizde o bayram günlerinde böyle çılgın bir trafik görülür.
Şimdi biri çıkıp “işte bizim geçiş tahminlerimiz de bunun üzerinden yapılmıştı zaten” diyebilir.
Bir açıdan doğru da olabilir bence;
Tahmin ettiği sayı samimidir, inanırım da, günlük hesaptan yılık hesaba giderken “günlerde” şaşırmıştır;
Her gün bayram olacak sanmıştır mesela.
“Niye? her gün bayram olamaz mı?