Olaylar

Başvurucu vekili tarafından verilen 1936 Beyannamesi’nde Tur-u Sina Büyük Manastırına Tabi Aya Yani Kilisesi ve Manastırı olarak yer alan kilise ve arazisinden ibaret mal topluluğu, Vakıflar İdaresi tarafından teftiş sonucu düzenlenen rapor uyarınca 6/6/1977 tarihinde mazbut vakıflar arasına alınmıştır. Başvurucu, idareye yaptığı başvuru ile anılan Vakfın mazbut hâlinin sona erdirilerek yönetiminin tekrar cemaatlerine bırakılmasını talep etmiştir. Ayrıca bu Vakfa ait olduğu belirtilen taşınmazın cemaatten oluşturulacak Vakıf yönetimine iade edilmesi de talep edilmiştir.

İdare, yapılan başvuruya cevap vermemek suretiyle başvuruyu zımnen reddetmiştir. Başvurucu, bu işleme karşı idare mahkemesinde iptal davası açmış; mahkeme 1936 Beyannamesi uyarınca tüzel kişilik kazanan vakfa 10 yıl süre ile yönetici atanmadığından mazbut vakıflar arasına alma koşullarının gerçekleştiği gerekçesi ile davayı reddetmiştir. Başvurucunun temyiz talebini inceleyen Danıştay, mahkeme kararını onamıştır.

AYM’den ‘hak ihlali’ kararı AYM’den ‘hak ihlali’ kararı

İddialar

Başvurucu, kilise binası ve arazisinden ibaret olup mazbut vakıf statüsüne alınan mal topluluğunun iade edilmesi talebinin reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

Mahkemenin Değerlendirmesi

Mısır tabiiyetindeki bir vakıf olan başvurucu, kendisine ait bir taşınmazın başlı başına vakıf statüsünde kabul edilerek öncelikle bütün cemaat vakıfları gibi mülhak vakıflar, sonrasında da amacını gerçekleştirecek bir cemaati bulunmadığından mazbut vakıflar arasına alınarak Vakıflar İdaresince yönetilmesinden şikâyet etmiştir.

Vakıflar İdaresi kararıyla anılan taşınmaz mazbut vakıflar arasına alınıp yönetimi idareye geçmişse de bu tür kararlar tapudaki mülkiyeti ortadan kaldırmamış ancak malikin tasarruf yetkisini kısıtlamıştır. İdare ve işlemi denetleyen idari yargı mercilerinin kararlarında kilise ve manastırın 1936 Beyannamesi uyarınca müstakil bir vakıf niteliği kazandığı ve sonrasında mazbut vakıflar arasına alınma şartlarının gerçekleştiği belirtilmişse de mahkeme ve Danıştay bireysel başvuruya konu taşınmaza ilişkin 1936 Beyannamesi'nin içeriğini incelememiş, bağımsız bir vakfiyesi bulunmayan ve beyannameye göre müstakil bir vakıf olma iddiası taşımayan bir mal varlığına vakıf statüsü verilemeyeceği yönündeki iddiayı cevaplamamıştır. Öte yandan mahkeme, cemaat vakfı olarak gördüğü ve bu niteliği ile 5404 sayılı Kanun uyarınca mazbut vakıflar arasına alınmasına imkân kalmayan bir vakfın mazbut vakıflar arasına nasıl alınabildiğini de açıklayamamıştır. Mahkeme ayrıca cemaat vakfı olarak kabul etmesine rağmen başvurucunun 5737 sayılı Kanun'un geçici 11. maddesine dayalı iade talebinin koşulları yönünden de herhangi bir değerlendirme yapmamıştır.

Bu durumda 1977 yılına kadar cemaati tarafından fiilen kullanıldığı bizzat idarece tespit edilen kilise ve arsasından ibaret olduğu belirtilen bir taşınmazın açık bir kanun hükmüne dayanılmaksızın idarenin tek taraflı işlemiyle mazbut vakıflar arasına alınarak yönetimine el konulduğu ve iade talebinin de bu idari işleme dayalı olarak reddedildiği öne sürülen başvuruda, başvurucunun davanın sonucuna etkili, ayrı ve açık yanıt gerektiren müdahalenin kanuniliğine ilişkin iddia ve itirazları mahkemelerce ilgili ve yeterli bir gerekçe ile yanıtlanmamıştır. Ayrıca idari işlemin dayanağı olan 1936 Beyannamesi’nin verildiği tarihten uzun yıllar sonra ortaya çıkan bir içtihada dayalı olarak bu beyanname uyarınca dinî faaliyete konu mal varlığının müstakil bir vakıf olarak kabulü ile mazbut vakıflar arasına alma yönündeki uygulama da öngörülebilir değildir.

Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.

https://www.anayasa.gov.tr/