İslamcı düşüncede olan Ali Bulaç Zaman Gazetesi’nde yazdığı “ Ne oluyor?” başlığını taşıyan yazıda şöyle diyor:

“Başrol Türkiye’ye verildiğinden kapsamlı restorasyonla işe başlandı: a) Küresel sermayenin yönü Türkiye’ye çevrildi, sel gibi para akmaya başladı, b) Türkiye, uluslararası düzeyde inanılmaz diplomatik ve siyasi desteğe sahip kılındı, c) Avrupalılara Türkiye’yi AB üyelik sürecine daha aktif dahil etmeleri için baskı yapıldı, d) İçeride periyodik darbeler yapan cuntaların tasfiye edilmesine yardım edildi, askeri vesayet rejimi ‘durduruldu’, yok edilmedi. e) Yakın bölge ülkeleriyle, özellikle Suud ve Körfez ülkeleriyle ciddi parasal ve siyasi ilişkiler kuruldu, ‘sıfır ihtilaf’ politikasıyla neredeyse ortak bakanlar kurulu oluşturuldu. f)Afrika’ya koridor açıldı.

2011’e gelindiğinde her şey tersine döndü. Türkiye dış politikası, Ortadoğu’daki patlamaları doğru okuyamadı. Dış destekle sağlanan başarı, yanıltıcı bir özgüven ve bağımsızlık duygularını harekete geçirdi. Türkiye ‘Yeni Osmanlıcılık’ projesiyle a) Geçmişte olduğu gibi Arap Ortadoğu’su üzerinde hâkimiyet kurma, b) Osmanlı-Safevi mirasına dönüp İran’la rekabet etme, c) Kürtleri bölgede kendi kâhyası gibi kullanma niyetini izhar edince küresel yapımcılar harekete geçti. Onlara göre Türkiye ile anlaşmaları böyle değildi. Doktrin yanlıştı, İslami değildi, riskliydi.”

Cemaate yakın bir yazar “..küresel yapımcılar harekete geçti..” diyor.

Aynı paralelde yazı ve yorumlar The Economist Dergisinde yer aldı.

Durum açık, bir tarafta Orta ve Yakındoğu gericiliği ile, El kaide bağlantılı El Nüsra, Müslüman Kardeşler ile bağlantılı bir AKP yönetimi var, diğer yanda bu iktidarı devirmeye karar vermiş “küresel yapımcılar” var.

Kim bu küresel yapımcılar?

ABD’nin başını çektiği güçler elbette.

“Küresel yapımcılar” ın gitmesini istediği AKP iktidarının alternatifi CHP veya CHP-MHP koalisyonu olabilir.  Kılıçdaroğlu’nun ABD seyahatinde Cemaat ile teması, Sarıgül’ün ilişkileri ve CHP genel Başkanlığına hazırlanması iktidar hazırlığı sayılabilir.

Peki, kendisini sol olarak tanımlayanlar, demokratların tavrı ne olacak? AKP iktidarının yanında mı yer alacaklar yoksa “küresel yapımcılar” ın yanında yer alıp Sarıgül’lü bir CHP iktidarına mı çalışmalılar?

Bu kırk katır mı, kırk satır mı gibi bir seçenek!

Bu iki seçenekten hiçbirisi Türkiye için özgürlük, demokrasi ve barış vaat etmiyor. O zaman Türkiye solunun bu kavgada taraf olmasının bir anlamı yoktur. Türkiye solu çatışan her iki gücün gerici yüzünü deşifre etme gayretine girmelidir.

ABD dünya halkları için kan, gözyaşı ve sömürü demektir. Özgürlük sloganı ile işgal ettiği Irak’da 1.5 milyon insan ölmüş, ABD Irak’a açlık, yokluk ve gözyaşı götürmüştür. Bu durum ABD’nin dizayn ettiği bütün ülkeler için geçerlidir.

Çağdaşların, Kemalistlerin, Türkiye solunun bu kavgada tarafı olamaz, olmamalıdır.