OĞUZ ÖZDEM

Şiirde teknik yenilik adına her türlü çalışma yapıldı, bu durum günümüze ‘çok biçimlilik’ olarak yansıdı. Fakat biçimsel çalışmalar yapılırken süreç hep içerik sınırlamalarıyla yürüdü. Doğal ki şiirde içerik görece bir kavram; konuya dayalı şiir, durum şiiri, olgu şiiri… gibi çeşitlilik gösteriyor. Bir şiiri içeriğine göre etiketlemek yanlısı değilim, ancak bir şiire baktığım zaman daha çok şiirdeki yoğunluk benim ilgimi çekiyor. ‘yoğunlaştırılmış içerik’ olarak nitelendirdiğim bu kavram, biraz da ‘bana göre’lik bir yaklaşım. Şöyle açımlayabilirim: şairin entelektüel birikimine ve bakış açısına bağlı olarak şiire yansıyan poetik anlayış, şiirde açılan düşünce kapıları, tarihe, felsefeye vb. yaptığı göndermeler… gibi şiir içinde kendi orantısını, tartısını oluşturan bir yaklaşım.

Volkan Hacıoğlu’nun peş peşe iki şiir kitabı elime geçti. “Ahenk Kapısı” (Artshop Yayıncılık, 2013) ve “Budapeşte Radyosu” (Artshop Yayıncılık, 2016). “Ahenk Kapısı”nda şiirin temel sorunlarını çözdüğü, çok yönlü okumalar eşliğinde kendi şiirini kurduğu izlenimi ortaya çıkıyor. Kitaba “Giriş” bölümüyle yazdığı ilk şiirde kendi poetikasını da şiirsel saptamalar eşliğinde yansıtır. Şiir içinde altını-üstünü doldurduğu saptamalar şunlar:

“Şiir bir panama şapkasıdır”
“Uzun lafın kısasıdır şiir”
“Şiir şimdinin arşividir”
“Schrödinger’İn Kedisi’dir şiir”
“Şiir, harfitariftir”

Üzerinde konuşup tartışabileceğimiz bu sorular, onun öznelinden çıkıp genelleşmeye doğru bir eğilim de taşıyor. “Şiir, şimdinin arşividir” saptaması çok sayıda yazılan şiirlerin gittiği, gideceği yeri belirlerken yine aynı bölümde Mallerme’nin “şiir bir zar atımıdır” sözüne zarın ‘hileli’ olduğunu belirtmesi günümüz şiir ortamını yansıtan, üzerinde tartışılabilecek bir durumu işaret ediyor:

“Şiir, şimdinin arşividir/ Varlık değil, Yokluk makamında/ Aslında hiç olmamak/ Hiçbir zaman atılmamış/ Ve asla atılmayacak/ Hileli bir çift zar/ Kaderin avuçlarında/ Sımsıkı duran”

Kitaptaki şiirler, düşünce olarak bu saptamalarla buluşmalar eşliğinde ilerler. Dünya edebiyatına mal olmuş sanatçılarla kurduğu metinler arası ilişki kurgusal boyutuyla kitabın geneline yansır. Sanatsal göstergelerle geçmişi şimdiye çağırır. Simonides, La Bruye’re, Dante, Geotte vb. isimler dizeleriyle, roman karakteriyle Volkan Hacıoğlu’nun kendi söylemiyle buluşur.

“Budapeşte Radyosu”, “ Ahenk Kapısı” ile yöntem olarak paralellik gösterir, birbirinin devamı niteliktedir. Kitap, “Açılış”, “Şiir Saati”, “Devrim Şarkıları”, “Radyo Tiyatrosu”, “Akşam Kuşağı”, “Kapanış Suları” gibi ara başlıklarla ilerler.

“Lodos” adlı şiirde Volkan Hacıoğlu, nasıl bir şiir istediğinin, ne yapmasını gerektiğinin işaretlerini verir:

“Başka dünyalardan,/ Öteki hayatlardan, uzak zamanlardan/ Çıkagelen fikirler ve insanlar,/ Ya da İdea’lar ve Kendinde Şey’ler/ Kokularıyla, renkleriyle, sesleriyle sarar etrafımızı”

Bu verilerden yola çıkarsak Hacıoğlu’nun, dünya edebiyatına mal olmuş edebiyatçılar ve düşünce adamlarından oluşan kültürel bir atmosfer içinden kendi şiirini çıkarmaya çalıştığını görürüz. Kolaj şiir diyebileceğimiz bir çalışma yapmış. Alıntılama yaptığı özlü bir sözün, dizelerin çağrışımıyla şiire başlar. Aynı konu ve düşünceyle buluşturduğu başka şairlerin dizelerinden alıntı yapmaktan çekinmez. Genişleyen duygu, düşünce birliği son sözü kendisinin söylediği sona doğru akar.

Kitap, “Açılış” bölümüyle, “Bir Rüya Operası” şiiriyle başlar. ‘Rüya’ olarak öteki hayatlardan, uzak diyarlardan ‘şimdi’ye getirilen yerler Viyana, Macaristan gibi Osmanlı izlerinin de yansıdığı Orta Avrupa’dır. Aziz Stephan Kilisesi’nin bulunduğu meydan görsel bir dille şiirleştirilir. Kamera gözüyle bütün meydanların ortak özelliğini yansıtır: yem yiyen güvercinler, müzisyenler, Çingeneler… Nietzche’yi ağlatan atlar… şiire görsel bir tat katar. Kaybolan hayaller, hatıralar; bütün yaşanmışlıklar bir rüyayla başlar ve bu sisli atmosfer uyanışla sona erer.

“Devrim Şarkıları”nda tarih içi bir bakışla Chagall, Kandinsky, Lorka, Franco, Turan Emeksiz, Deniz gibi anmalık isimlerle bir perspektif oluşturur.

“Ruhi Bey ile Diyaloglar”a özel bir yer açmanın gerekli olduğunu düşünüyorum. Şiir, Edip Cansever’in “Ben Ruhi Bey Nasılım” adlı şiirine nazire niteliğinde. Nazire, bilindiği gibi divan edebiyatında yazılmış bir şiirin aynı konu ve temayla yeniden ele alınışıdır. Ben daha iyisini yazarım, mantığıyla bir meydan okuma havası vardır, ancak Volkan’ın böyle bir niyet taşımadığı görülür. Her şairin içindeki Ruhi Bey’i ele alır. Kendi deyimiyle “Ruhi Bey Ruhi Bey’ler düşünüyor!” Zamanın geçişiyle panikleyen, varoluş boşluğu yaşayan, bölünmüş benliğiyle şiir yazan şairin iç konuşmalarını; geçmişiyle, eylemleriyle, zamanla hesaplaşan boşluktaki bir karakteri bilinç akışı tekniğiyle ele alır. Edip Cansever’le aynı mekânları dolaşsa da güzel bir ‘buluşma’ şiirinin oluştuğunu görürüz.

Hacıoğlu’nun dize yapısına, dizedeki ses akışına önem verdiği görülür. Ancak, şiirlerin içeriğine bağlı olarak kullandığı sözcüklerin biraz risk alanı oluşturduğunu söyleyebilirim. Yabancı kişi ve yer isimlerini Osmanlıca sözcüklerle beraber kullanması (siluet, vuslat, intizar, evrakı mefruke, menfaat, hafıza, muamma, menzil, kehanet vb.) dizelerdeki ses akışını zorlayabiliyor. Aynı şekilde belirtili ve zincirleme isim tamlamalarının fazla kullanılması dili kekemeleştirebiliyor: fırtınalı fikirlerin fırlattığı, evin ve evrenin, güneşin ve batakların/ Altın şarkısını/ Kutsallığını emeğin ve kardeşliğin, ölümün duvar saatinin…

Toparlarsak; Volkan Hacıoğlu, “Ahenk Kapısı”nda alıntıladığı Simonides’in “Resim sessiz şiirdir, şiir ise konuşan resim” sözünün üzerine gidercesine katedralleri, kiliseleri, opera binalarını, sarayları bir dekor olarak kullanır. Yaşadıklarıyla, gördükleriyle, okuduklarıyla bir nostalji oluşturur. Eşyalarıyla birlikte yok olmaya yüz tutmuş hatıralar, aşklar, ayrılıklar bireysel süzgeçten geçirilerek şiirleştirilir.

BUDAPEŞTE RADYOSU
Volkan Hacıoğlu
Artshop, 2016

Kaynak: Birgun.net