Çek mağdurlarının oluşturduğu etkili sitelerden bazıları: www.cekmagdurlari.com , http://karsiliksizcek.wordpress.com/ ve http://www.karsiliksizcek.net/ Bu sitelerde yer alan yazılardan örnekler: Yargıtay, AKP, Anayasa Mahkemesi Mağdurları Önce Yargıtay, Yargıtay 3167 sayılı çek kanunu'nun uygulanamaz olduğunu görmezden geldi, sonra AKP, 5941 sayılı çek kanununu, uygulanamaz olan 3167 sayılı çek yasasından daha da ağırlaştırılmış olarak çıkardı, umutlar Anayasa Mahkemesi'ndeydi ve oradan henüz bir karar çıkmış değil, zaman ise tükenmek üzere. Cumhuriyet Halk Partisi ve çeşitli mahkemelerin 5941 sayılı çek kanunu iptal başvuruları halen Anayasa Mahkemesinde bekliyor. Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç bazı Anayasa Mahkemesi üyeleriyle birlikte Adalet Meslek Yüksekokulu'nun açılış töreninde yaptığı konuşmada Türk yargısı sorunludur, özellikle yüksek yargının işleyişi ve çalışmasıyla ilgili toplumumuzda çok ciddi şikayet, endişe ve kaygı vardır. Yargı sürecinde adalet dağıtımındaki aşırı gecikmeler milletimizi derinden üzmektedir diyor. Yakın tarihte Resmi gazetede yayınlanmış bir iptal başvurusu var, iptali istenen sadece tek bir fıkra! Resmî Gazete Sayı : 27751, 6 Kasım 2010, Esas Sayısı : 2009/67, Karar Sayısı : 2009/119, Karar Günü : 01.10.2009! karar bir yıl önce alınmış, gerekçeli kararın yazılması bir yılı bulmuş ve sadece Avukatlık kanununda bir maddenin tek bir fıkrasına ilişkin bir iptal başvurusu. Sayın Haşim KILIÇ, neden Anayasa Mahkemesine yapılan iptal başvuruları yıllarca görüşülmüyor? Beyefendi; Anayasa Mahkemesi kararlarının gerekçelerinin neden karardan yıllar sonra yazıldığını da bir zahmet açıklasaydı, o zaman emekliliğine yakın yaptığı bu yargı sürecinde aşırı gecikmeler açıklamaları inandırıcı olurdu. Anayasa Mahkemesi'ni ısrarla aramamız neticesinde, telefona çıkan sayın Haşim Kılıç, çek kanunu ile ilgili "Bu yeni bir kanun, fayda ve zararlarının zaman içinde belireceği, yasanın iptali halinde ise doğuracağı hukuksal boşluk kamu yararını ihlal edici nitelikte olup olmadığı şimdilik belirsizdir", demektedir. 2002 yılında Anayasa Mahkemesi üyesi sıfatıyla "Kasıt ve kötüniyet olmadığı sürece ekonomik suçlara hapis cezası öngörülmesi insan onuruyla bağdaşmaz" diyen kendisi değilmiş gibi! Zira şimdi o Anayasa Mahkemesi Başkanı, dünya görüşü ve evrensel hukuk kurallarına bakış açısı değişti! Cezaevleri nerdeyse borçlular ile dolup taşmaktadır, vatandaşın sıkıntısını görmekte bu kadar mı kör ve sağır olunur. Onlara göre herkes halinden çok memnun, zindanlarda olan esnaf çok memnun, kaçak yaşamak zorunda bırakılmış esnaf çok memnun,! Yükseklerden bakınca öyle gözüküyor demek ki.! Aramak isteyenler için Telefon Numarası: 0(312) 4637313 (Sekreterine ısrar ederseniz bağlıyor) Yargıtay'da ise durumlar çok daha vahim. Yürürlüğe gireli bir yıla yakın süre geçen çek kanununda, adam gibi yol gösterici emsal teşkil edecek bir karar çıkartmadılar, halen mahkemeler farklı farklı kararlar vermektedir. Benzer davalarda, bazı arkadaşlarımız cezaevinde yada polisten kaçarken, bazı arkadaşlarımız beraat almış durumda. Yargıtay üyeleri, hangi içtihatı nerede kitaplaştırır yada hangi içtihat sitesine satarım hesabı yapıyor, İçtihatlar aylar yıllar sonra meydana çıkıyor. Hükümet kanadında ise, topluma Cumhuriyet Tarihinin en büyük affı olarak lanse edilen Vergi, SGK prim borçları, Trafik cezaları, konut vergileri affı gündemde fakat Adli Para cezalarının affına ilişkin en küçük bir emare yok, af sadece 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsili kanunu çerçevesinde takipleri yapılan alacakları kapsıyor, İktidar, tahsil edemeyeceği zaman aşımına uğramış, kayıtları sağlıklı olmayan alacak kalemleri tahsil etmeyi ve araya naylon faturaları da sıkıştırarak türettiği sermayeyi aklamayı amaçlıyor. Sayın Başbakan veya Başbakan Yardımcısı Ali Babacan tarafından Arife günü bayram müjdesi! adı altında 80 maddelik torba kanun kapsam ve içeriğini açıklayacaklar. Kamu alacaklarını kapsayan bu TORBA KANUN, 22 Kasım tarihinde T.B.M.M'ye sevk edilecek. Milletvekillerine yeterli baskı yapılır, Adli Para Cezalarınında "BİR KAMU ALACAĞI" olduğunu, bu torba kanun kapsamına eklenmesi gerektiğini! bunun için yeterli baskıyı oluşturmak ve "ADLİ PARA CEZALARININ" da bir kamu alacağı olduğunu milletvekillerine ve meclise bunu idrak ettirmek sizlerin elinde.. Cumhuriyet Halk Partisi'nin, Anayasa Mahkemesi'ne taşıdığı çek kanununun takipçisi olmasını bir şekilde sağlamak zorundayız. C.H.P. yönetiminde yeni isimler var, Sayın Süheyl BATUM Genel sekreter oldu, kendisi donanımlı bir hukukçu ve Anayasa Profesorüdür, çek kanunu ile ilgili esnafın yaşadığı sıkıntıları bilen bir isim, Sayın Batum’u arayarak sorunlarınızı dile getirin, bu gündemde yer almanızı sağlayacaktır. Süheyl Batum, Tel: 0(542) 344 47 92 Keza C.H.P de etkili isim genel Başkan Kemal KILIÇDAROĞLU’nun en yakınında olan Sayın, Gürsel TEKİN, Tel: 0(532) 211 10 59 Yalova Milletvekili CHP Grup Başkanvekili Muharrem İNCE 0(533)6534171 Trabzon Milletvekili CHP Grup Başkanvekili Akif HAMZAÇEBİ 0(533)7476161 Hakim ve savcılar, iş yükünden dolayı çek kanunundan şikayetçi, açılan davalar ve cezaevlerinde yer kalmaması nedeniyle bu konu ve sorun Adalet Bakanı Sadullah ERGİN’i yakından ilgilendiriyor, Tamamına yakınının büyük iş adamlarının oluşturduğu Bakanlar kurulunda ise, iş adamı olmayan tek isim sayılabilecek ve hukukçu kimliğiyle Adalet bakanı, bu nedenle sorunun çözümünde irtibat kurularak sıkıntıların anlatılacağı, çözüme yakın durabilecek isim olma niteliğiyle Adalet Bakanı Sadullah ERGİN Tel: 0(505) 777 31 10 - 0(532) 281 57 70 Danışmanın Telefonu: 0(312)419 46 69 - 419 46 70 Cezaevinden çıkan arkadaşlarımız için süre doldu sayılır, taahhüt vererk infazlarını durdurmuş olan arkadaşlarımız için zaman daralmaktadır. Önümüzde seçim süreci var ve şubat ayından sonra mecliste tek bir vekil bulmak zorlaşacak, her vekil kendi seçim bölgesinde olacaktır. Şubat ayından sonra T.B.M.M'inden bir karar çıkması çok zor görünüyor. Bu günlerde bir şekilde gündemde yer alamaz ve sessizliğinizi bozamazsanız her şey için çok geç olacaktır. Ankara'daki Dava Takip Büroları Yüksek yargı hakkında şuyuû vukuûndan beter bir endişe her ortamda dile getiriliyor. Yargıtay'ın zorlama kararları bazı kritik davalar örtbas mı ediliyor? endişesine sebep oluyor. Bu ağır itham ve derin kuşku sadece Yargıtay'ı değil adalet sistemini temelden sarsacak nitelikte, böyle kötü bir algının oluşmasına sebep olmak fevkalade yanlış; ancak bu algının en temel sebebi üst yargının bizzat kendisidir. Algı hatasını Yargıtay yaparken tüm yargı mensuplarını zan altında bırakıyor. Üst yargı ile ilgili rüşvet iddialarının haddi, hesabı yok. Geçenlerde Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker çok doğru bir çıkış yaptı ve bu iddiaların kendilerini de üzdüğünü söyledi. Lakin sadece beyanla bu metin sınavdan geçmek mümkün gözükmüyor. Mesela şu an emekli bir Yargıtay üyesi rüşvet davasından tutuklu. Kamuoyu bu davayı İstanbul Ticaret Odası Başkanı Murat Yalçıntaş'ın rüşvet iddiasıyla tutuklanmasından biliyor. O davanın özü, birilerinin sürekli rüşvet vererek haksız oldukları halde dava kazanması üzerine, başka birilerinin de aynı yola tevessül etmesiydi. Daha açık konuşmak gerekirse rüşvet o kadar ayyuka çıkmış ki, herkes davasını çözebilmek için maalesef haksız bir yola başvuruyor. Üzücü manzara şu: Yargıtay'daki dosya yükü 2008'den bu yana 1 milyonu aşmış durumda. Tutuklu yargılananlardan 2 bin 790 hükümlüden 918'inin dosyası Yargıtay'da bekliyor. Sadece geçen yıl 14 bin 809 dava zamanaşıından düşmüş. Yargıtay'da davası olanın vay haline! Dosya yükü bu kadar feci bir hale gelince adeta bir sektör oluşmuş. Halk arasındaki yaygın bilgilere göre Ankara'da bürolar var, bu bürolar yüksek yargıdaki eş, dost, akraba isimleri vererek insanlara, "Dosyanızı çözeriz" diyor; böylece sistem içeriden ve dışarıdan bazı kişilerin menfaat temin etmesine dayanıyor. Bu kuşkuyu destekleyecek olaylar da yaşanmadı değil aslında mesela rüşvet aldığı netleşen ve avukat oğlunun hukuk bürosu aracılığıyla kirli işler çevirerek üst yargıda iş bitiren Yargıtay üyesi Ergül Güryel suçüstü yakalandı, soruşturmada görüşmelerin ses kayıtlarının, 'hukukî delil olmadığı' yönünde karar alındı. Yargıtay, görevde olan arkadaşlarına (o dönemde HSYK başkan vekilliği de yapıyordu) sadece istifa çağrısı yaptı. Böyle bir hatayı Yargıtay yapmamalıydı. Zira istifa bir ceza değildir; hele kriminal bir tespit söz konusuysa. Yargıda reform kaçınılmaz. İş yükünden kaynaklanan ve rüşvet şüphesini güçlendiren sistem ıslah edilmeli. Adamına göre adalet dağıtılırsa bu ülkede hukuk nasıl inandırıcı olabilir? 3167 Sayılı Çek Yasası'nda bulunan ve 5237 Sayılı TCK da yer alan düzenlemelere aykırı hükümler 31.12.2008 tarihine kadar uygulanıp, TCK nun 1. kitabının 52. maddesinde düzenlenen gün para sistemine aykırı olan ceza kuralının 31.12.2008 tarihinden sonra uygulanmayacağı 5252 Sayılı Yasanın geçici 1. Maddesinin açıkca emredici hükmü olmasına rağmen Yargıtay 10. ceza dairesinin tüm hukukçuları şok eden kararlarıyla Karşılıksız Çek keşide etme suçuna tebliğname yayınlayarak "cezaları kesintisiz uygulayın" demesinin ardındaki gerçeklerde mutlaka açığa çıkarılmalıdır. Örtbas edilen (en azından öyle bir havanın verildiği) her dava bu ülkeyi karanlığa sürüklüyor; bunu hiç kimse görmese bile üst yargının görmesi gerekmiyor mu? Gönderen Cuneyt 1 yorum Etiketler: Adalet, avukat, hukuk, karşılıksız çek, yargıtay, Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker Borçları nedeniyle anne ve babası hapiste bulunan genç canına kıydı. Korkuteli’de borçları nedeniyle anne ve babası hapiste bulunan Hüseyin Çınar (23) ilaç içerek intihar etti. 23 yaşındaki Hüseyin Çınar'ın borcu ödemek için icra dairesine taahhütte bulunduğu ancak ödeyememe korkusuyla bunalıma girdiği bildirildi. Borçlarını ödeyemedikleri için iki ay önce baba Ömer Çınar, iki hafta önce de anne Dudu Çınar tutuklandı. Korkuteli’ne bağlı Alaaddin Mahallesinde çiftçilik yaparak yaşamını sürdüren Ömer ve Dudu Çınar çiftinin çocukları 23 yaşındaki Hüseyin Çınar, evdeki tansiyon ilacını içerek intihar girişiminde bulundu. Korkuteli Devlet Hastanesine kaldırılan genç, buradaki müdahalenin ardından Antalya’'ya gönderildi ancak kurtarılamadı. Alaaddin Mahalle sakinleri, ailenin bir yıl önce kızlarını evlendirdiklerini ve borçlandıklarını belirttiler. Borçlarını ödeyemedikleri için icra müdürlüğüne ödeme taahhüdü veren fakat bu taahhüdüde yerine getiremeyen çift, taahhüdü ihlal gerekçesiyle iki ay önce baba Ömer Çınar’ın, iki hafta önce de anne Dudu Çınar’ın taahhüdü ihlal gerekçesiyle tutuklandığını söylediler. Hüseyin Çınar’ında borcu ödemek için taahhütte bulunduğunu ve taahhüdü ihlal nedeniyle hapse girme korkusuyla bunalıma girerek intihar etmiş olabileceği belirtildi. Hüseyin Çınar, Antalya’da yapılan otopsinin ardından İkindi namazı sonrası Korkuteli Alaaddin Mezarlığına defin edildi. YENİ ÇEK KANUNU ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME PROF. DR. İZZET ÖZGENÇ – Değerli Hocamın teveccühleri dolayısıyla kendisine çok teşekkür ediyorum. Sayın Hocam Ünal Bey, Üniversitede lisans öğrenimim sırasında benim kendisinden ders aldığım hocamdır. Kendisi ile aynı komisyonda birlikte çalışma bahtiyarlığını kazandığım için değerli hocama son derece müteşekkirim. 5941 sayılı Kanunun, Tasarı olarak hazırlık çalışmalarının başlangıcından itibaren yasama faaliyetinin tamamlanmasına kadar, özellikle ceza hukuku hükümlerinin kurgusunda sorumluluk büyük ölçüde bana aittir. Ancak burada özellikle belirtmek gerekir ki; söz konusu Kanunun hazırlık çalışmaları sırasında, çekin karşılıksız çıkmış olması halinde ceza hukuku sorumluluğu cihetine gidilip gidilmeyeceği, gidilecekse bu suçun manevi unsuru bakımından hangi hususların dikkate alınması gerektiği konusunda çok ciddi tartışmalar yapılmıştır ve özellikle uygulama bakımından ortaya çıkan bazı sorunların çözümü için Kanun maddelerinin formülasyonunda Yargıtay 10. Ceza Dairesi temsilcileri büyük ölçüde belirleyici olmuştur. Tasarının yasama faaliyetinde geçtiği evrelerde farklı görüşler egemen olmuştur. Her evrede egemen olan görüş, o evre sonucunda hazırlanan komisyon raporuna bir şekilde yansımıştır. Ben burada Kanunun özellikle ceza hukuku yönünde taşıdığı düzenlemeler itibariyle sınırlı bir değerlendirme yapacağım. Bu konudaki görüşlerimi daha önce bir kitapçık olarak yayımlamak suretiyle doktrin ve uygulamanın bilgisine sunmuş olduğum için ve ayrıca, görüşlerimin Ali Bey’in açıklamalarıyla büyük ölçüde paralellik arz etmesi nedeniyle, burada sadeci Ali Bey’in açıklamalarından farklılık arz eden veya bu açıklamalara ekleme yapılması gerekli olan hususlarda açıklamada bulunacağım. Öncelikle şunu vurgulamamız lazım gelir. Bu Kanuna ilişkin Tasarının hazırlık çalışmaları sırasında Ünal Hocamın ifade ettiği gibi birkaç ana nokta tartışılmıştır. Bir: Türk Ticaret Kanunu’ndaki genel hükümlerin dışında ayrıca çekin hukuki rejimine ilişkin olarak özel bir kanuni düzenleme yapılmasına ihtiyaç var mıdır? Bunun için özel bir kanun ihdasına ihtiyaç var mıdır? Bir bu tartışılmıştır. İki: Böyle bir kanuni düzenlemenin varlığına ihtiyaç olsun veya olmasın, çekin karşılığının ilgili banka hesabında bulundurulmamış olması dolayısıyla biz ceza hukuku sorumluluğu yoluna gitmemiz gerekir mi? Yani bu, salt sözleşmeden kaynaklanan bir yükümlülüğün yerine getirilmemesi olarak algılanıp ceza hukukunun müdahale edeceği bir alan değil, özel hukuk hükümlerine göre yaptırım uygulanmasını gerektiren bir alandır değerlendirmesinde bulunabilecek miyiz? Bu tartışma sonucunda şu tespitte bulunulmuştur özellikle ceza hukuku bakımından: Çek bir ödeme aracıdır ve kural olarak da peşin ödeme aracıdır. Ama ekonomik hayatımızda yaşadığımız süreçte çeke olan güven sarsılmıştır. 1985 yılında 3167 sayılı Kanunun kabulüyle Türk Kanun Koyucusu (Türkiye Büyük Millet Meclisi) çekin karşılıksız çıkması haline özgü bir ceza hukuku yaptırımı öngörmüştür. Yani Türk Kanun Koyucusu, çekle ilgili olarak karşılıksızdır işlemi yapılmasına sebebiyet verme fi ilinin, ceza hukukunun müdahale edeceği bir alan olarak değerlendirilmesi gereken bir fi il olduğu yönünde tercihte bulunmuştur. Bu tercih yeni Çek Kanunu’nun hazırlık aşamasında da egemen olmuştur. Komisyonlarda farklı düşünceler ileri sürülmüş olsa bile, bu komisyonların çalışmalarına katılan başta Maliye Bakanlığı, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası yetkilileri hatta Bankalar Birliği’nin bazı temsilcileri bu konuda ceza hukukunun müdahale edeceği bir alan olarak düzenleme yapılması yönünde görüş beyan etmişlerdir. 10. Ceza Dairesi’nin görüşü de bu konuda Ceza Dairesine başkanlık yapan kişilere göre farklılık arz etmiştir. Söz konusu Dairenin bu konudaki son görüşü, çekin karşılıksız çıkması olgusunun ceza hukukunun müdahale edeceği bir alan olarak değil, Kabahatler Kanunu’na göre sadece idari para cezasının uygulanmasını gerektiren bir fi il olarak tanımlanması yönünde olmuştur. Burada ben özellikle Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın bu konudaki değerlendirmesini bilginize takdim etmek istiyorum. Çünkü bu değerlendirme yeni Çek Kanununun düzenlemesinde de egemen olmuş, etkili olmuş bir düşünce olarak formüle edilmiştir. Merkez Bankası yetkilileri şunu söylemişlerdir, ekonomist olarak ifade edilen hususlardır bunlar. Onun için bazı hususları tırnak içinde ifade etmek durumundayım. Piyasada iki türlü para tedavül etmektedir. Bunlardan birisi devletin veya devletlerin bastığı resmi paradır. Ama bir diğeri ise özel kişilerin bastığı paradır. Gerçek veya tüzel kişilerin bastığı özel paradır. Bu özel paralardan büyük bir ağırlığı çek oluşturmaktadır. Yani çek piyasada dolaşan ve özel kişilerin bastığı bir para olarak algılanıyor. Bu değerlendirme 2009 yılı Haziran ayı itibariyle yapıldığı için, ben bu değerlendirmeye ilişkin verilerin de 2009 yılı Haziran ayı itibariyle yapılan değerlendirmeler olduğunu özellikle ifade etmek istiyorum. Bu tarih itibariyle Türkiye’de tedavülde bulunan çeklerin bedeli iki yüz kırk üç milyar Tük Lirasına tekabül etmektedir takribi rakam olarak. O tarihte ifade edilen rakam itibariyle Türkiye ekonomisinin büyüklüğü de sekiz yüz milyar Türk Lirası civarında. Bugün dokuz yüz milyar Türk Lirası civarında olduğu söyleniyor. Yani Türkiye ekonomisinin büyüklüğünün aşağı yukarı dörtte birden fazla üçte ikiden daha az olan bir miktarını çek bedelleri oluşturuyor. Yine Merkez Bankası yetkililerinin verdiği bilgi itibarıyla o tarihe göre karşılıksız çıkan çek bedellerinin toplam değeri beş milyar Türk Lirası kadardır. Eğer siz çekin karşılıksız çıkmış olması fi ilini ceza hukuku yaptırımı altına almazsanız bunun Türkiye ekonomisi bakımından ortaya çıkaracağı sonuçları sizin takdir etmeniz gerekir. Bu mülahaza, çekin karşılıksız çıkmış olması haline ceza hukukunun müdahale etmesinin en önemli etken unsuru olmuştur. Bundan sonra bize düşen husus bu alanın yeni Türk Ceza Hukuku mevzuatı çerçevesinde sağlıklı bir formülasyonunun gerçekleştirilmesidir. Bu suçun konusu, çektir. Ama bu çek 5941 sayılı Kanunun çekle ilgili olarak getirdiği ilave unsurları taşıyan bir çek olması gerekmemektedir. Ancak, bu çekin mutlaka Türk Ticaret Kanununda belirtilen unsurları taşıyan bir çek olması lazımdır. Bu çekin Türkiye’de keşide edilmiş, düzenlenmiş bir çek olması gerekmemektedir. Bu çek, Türkiye’den bir bankadan alınmış çek karnesinden keşide edilebileceği gibi, yabancı bir bankadan alınmış çek karnesinden düzenlenmiş bir çek de olabilir. Dolayısıyla burada suçun konusunu oluşturacak olan çekin mutlaka 5941 sayılı Kanunun 2. maddesindeki ilave şartları taşıyan bir çek olması gerekmemektedir. Keza bu çekin suçun konusu olabilmesi için bankaya kanuni ibraz süresi içinde ibraz edilmesi ve de karşılığının hesapta bulunmamış olması dolayısıyla karşılıksızdır işlemine tabi tutulan bir çek olması lazım gelir. Ali Bey’in söylediklerine ilave olarak şunları söyleyeceğim. Bu suç, ancak ihmali davranışla işlenebilen bir suçtur. Bu suçu oluşturan fi il, çekin karşılığının kanuni ibraz süresi içinde bankaya ibrazında ilgili hesapta bulundurulmaması ve bu nedenle de bu çek hakkında karşılıksızdır işleminin yapılmasına sebebiyet verilmesidir. Karşılıksızdır işlemi, suçun konusunu oluşturan çekin karşılığını ilgili banka hesabında bulundurmakla yükümlü olan kişi tarafından değil, ilgili banka görevlileri tarafından yapılabilir. Bu nedenle, karşılıksızdır işlemi, söz konusu suçun neticesi değildir. Çünkü netice, failin fi ilinin dış dünyada sebebiyet verdiği değişikliktir. Ali Bey’le görüşlerimiz bu noktada farklılık arz etmektedir. Bu itibarla, failin çekle ilgili olarak karşılıksızdır işleminin yapıldığı hususundan bilgisinin olmaması, bu suçun oluşumu üzerinde etkili olmaz. Fail, çekin karşılığının hesapta bulunmadığını bilmekle birlikte, banka ile arasındaki anlaşmaya göre kendisine kredi sağlanmak suretiyle bu çekin karşılığının hesapta bulundurulacağını düşünmüş olabilir. Buna rağmen, çekin karşılığının hesapta bulunmaması sebebiyle banka tarafından çekle ilgili olarak karşılıksızdır işleminin yapılmış olması halinde, bu suç oluşacaktır. Bu nedenle, çekle ilgili olarak karşılıksızdır işleminin yapılması, bu suçun neticesi değil, bu suç bakımından bir objektif cezalandırılabilme şartı oluşturmaktadır. Bu husus, özellikle söz konusu suçtan dolayı şikâyet ve dava zamanaşımı süresinin işlemesi bakımından önem taşımaktadır. Bu itibarla, hesapta para bulunmamasına rağmen, banka görevlileri tarafından çekle ilgili olarak karşılıksızdır işleminin yapılmasından imtina edilmiş olması halinde, objektif cezalandırma şartı gerçekleşmediği için, fail hakkında cezaya hükmedilemez. Çekle ilgili olarak karşılıksızdır işleminin yapılmasından imtina edilmesinin banka görevlileri bakımından bir suç oluşturduğunu da gözden uzak tutmamamız gerekir. Benim bu farklı görüşlerimin doğruluğunun da sorgulanması gerekir. Yapılacak tartışmalarla, bu görüşlerin doğru olup olmadıkları zaman içerisinde ortaya çıkacaktır. 3167 sayılı eski Kanundaki düzenlemeler son derece belirsiz olduğu için, suçun ne zaman işlendiği konusunda tartışmaya açık görüşler ileri sürülmüş ve içtihatlar oluşmuştur. Yeni Kanunun sistemi ise, bu muğlâklığı, tartışmaya açık olan içtihatların ortaya çıkardığı belirsizliği giderecek mahiyette düzenlemelerdirler. Burada söz konusu suçun manevi unsuru itibariyle son derece tartışmalı bir zeminde bulunuyoruz. Ali Bey ile temel konularda hiçbir farklı görüşümüz yoktur. Ama suçun manevi unsuru bakımından belki Dairenin yaklaşımı itibariyle burada farklı bir zeminde olduğumuz durumu ortaya çıkmıştır. Öncelikle şunu ifade etmemiz lazım gelir ki, eğer bir suç tanımında o suçun taksirle işleneceği açıkça belirtilmemiş ise o fi ilin taksirle işlenmiş olması ceza hukuku yaptırımına bağlanmaz. Bir fi ilin eğer taksirle işlenmiş olması kanunda suç olarak tanımlanmışsa o suç tanımı bize aynı zamanda şu mesajı da veriyor: Bu fi ilin kasten işlenmesi de başka bir suç oluşturuyor. O zaman karşımıza bir soru geliyor. Eğer biz yeni Çek Kanunu’nun 5. maddesinin birinci fıkrasındaki suç tanımının taksirle işlenen bir suça özgü bir suç tanımı olduğunu kabul ediyorsak o zaman çekin karşılıksız çıkacağı bilinerek düzenlenmiş olması halini başka bir suçla karşılamamız gerekiyor. Burada aklımıza şu soru gelebilir: Ben çeki düzenlerken çek, ileri düzenleme tarihli bir çek de olsa bunun karşılığını üzerinde yazılı düzenleme tarihi itibariyle kanuni ibraz süresi içinde ilgili hesapta bulundurmayacağım. Buna rağmen bunu düzenliyorsam tamam burada dolandırıcılık suçu vardır, hiçbir sorun yok. Ama ileri düzenleme tarihli bir çeki düzenlediğim an itibariyle böyle bir niyetim yok. Yani o tarihte bu parayı ödeyeceğim, ilgili banka hesabında karşılığını bulunduracağım ve bu çeki de bir mal satışı dolayısıyla düzenliyorum. Mal bilahare ayıplı geldiği için, ayıplı malı değiştir diyorum karşı tarafa, çek hamiline; eğer ayıplı malı değiştirmiyorsan çekin bedelini ödemiyorum dediğimde ben artık dolandırıcı değilim. Çünkü çekin karşılığını ilgili banka hesabında bulundurmama yönündeki kararlılığım çekin düzenlendiği tarihte değil, daha sonra ortaya çıkan şartlar itibariyle oluşmuştur. Böyle bir durumda benim çekin karşılığını ilgili banka hesabında bulundurmamam şeklindeki fi ilim, taksirli bir fi il olarak değerlendirilemez, kasıtlı bir fi ildir. Böyle bir durumda benim nasıl cezalandırılacağım sorunu karşıma çıkmaktadır. Belki burada şu denebilir. Bu suç hem taksirle hem de kasten işlenebilen bir suçtur. Ceza Kanunu’nun 21 ve 22. maddelerindeki düzenlemelere baktığımızda ceza hukuku sorumluluğu bakımından manevi unsura özgü olarak böyle bir düzenleme yok. Böyle bir düzenleme sadece Kabahatler Kanunu’nda var. Diğer ülke kanunlarında da Türk Ceza Kanununda ve Kabahatler Kanununda yer alan düzenlemelere paralel hükümler yer almaktadır. Mesela Alman Ceza Kanunu’na baktığımızda, bir fi ilin taksirle işlenmiş olması eğer suç olarak tanımlanmak isteniyorsa o suç tanımında o fi ilin taksirle işlenmiş olduğunun açıkça belirtilmesi gerekir. Buna karşılık Alman Düzene Aykırılıklar Kanunu diyor ki; idari para cezası veya sair bir idari yaptırım uygulanmasını gerektiren düzene aykırı fi iller, kanunda aksine hüküm yoksa hem kasten işlenebilir, hem taksirle işlenebilir. Eski Ceza Kanunu’nun 45. Maddesinde yer alan kabahatler bakımından manevi unsura ilişkin hüküm, İtalyan Ceza Kanunu’ndan tercüme edilişi sırasında tercüme hatası olmakla beraber, temel mantığı itibarıyla bu şekilde bir formülasyona sahipti. Sadece kabahatler bakımından yani sadece idari yaptırımı gerektiren fi iller bakımından kabul edilen bir prensibin, suçlar bakımından da uygulanabileceği yönündeki düşünceyi doğru bulmuyoruz. Burada, çekin kanuni ibraz süresi içinde, bankaya ibrazında karşılığının ilgili banka hesabında bulundurulmaması ve bunun sonucunda çekle ilgili olarak karşılıksızdır işleminin yapılmasına sebebiyet verilmesi fi ili bir suç olarak tanımlandığına göre, bu suç ancak kasten işlenebilen bir suçtur diyebiliriz. Ancak belirtelim ki, Hükümet Tasarısının gerekçesinde bu fi ilin taksirle dahi işlenebileceği yönünde bir açıklama var. Tasarının Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Alt Komisyonu’nda görüşülmesi sırasında bu yanlışlığın giderilebilmesi amacıyla madde metnine kasten ibaresi eklenmiştir. Tasarının Adalet Komisyonu’nda yani üst komisyonda görüşülmesi sırasında ise, Tasarı metninden kasten ibaresi şu gerekçeyle çıkarılmıştır. Zaten taksirle işleneceği ilgili maddede açıkça belirtilmediğine göre, bu suçun kasten işlenebilen bir suç olduğu kabul edilmelidir. Bu nedenle, Hükümet Tasarısı’ndaki gerekçeden hareketle bu suçun hem kasten hem de taksirle işlenen bir suç olduğunun kabul edilmemesi gerektiğini düşünüyorum. Ali Bey’le bu konuda farklı bir noktada olduğumuzu ifade etmek istiyorum. Ama bakalım Yargıtay burada nasıl bir yol izleyecektir, bunu zamanla göreceğiz. Bir son nokta üzerinde durmak istiyorum. Elbette ki çekin karşılığının ilgili banka hesabında bulundurulmaması mükerreren işlenebilen bir fi il olabilir. Ama yeni Ceza Kanununun tekerrüre ilişkin hükümleri burada uygulanamaz. Çünkü yeni Ceza Kanununun tekerrüre ilişkin hükümleri mükerreren işlenen suçtan dolayı öngörülen cezanın ve de somut olayda hükmolunan cezanın hapis cezası olması haline özgü hükümler içermektedir. Burada söz konusu suç bakımından hapis cezası öngörülmediği için Ceza Kanununun ve ona bağlı olarak İnfaz Kanunu’nun tekerrüre ilişkin hükümleri burada uygulanmaz. Burada söz konusu suç bakımından özellik arz eden bir nokta üzerinde daha durmak istiyorum. Kişi bu suçu bir defa işlediğinde bu kişi ile ilgili olarak koruma tedbiri veya güvenlik tedbiri olarak çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı kararı verilmektedir. Hakkında çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı kararı verilmiş olan kişi buna rağmen bilahare çek düzenlerse, yani bu yasak varlığını devam ettirdiği süre zarfında ister kendi adına ister başkası adına vekil veya kanuni temsilci sıfatıyla düzenlediği çeke imza atarsa, bu fi il 5941 s. Kanunda ayrı, bağımsız bir suç olarak düzenlenmiştir. Kanun’un 7. maddesinin altıncı fıkrasında bu fi il müstakil bir suç olarak tanımlanmıştır. Bu çekin karşılığı bilahare ilgili banka hesabında bulundurulmuş olsa bile, bu suç oluşur. Yani burada kanunun şöyle bir amacı var. Birincil amaç olarak, eğer kişi çek düzenlediyse düzenlediği çekin karşılığını ilgili banka hesabında kanuni ibraz süresi içinde bulundurmakla yükümlüdür. Kanunda yapılan düzenlemelerle, bunu bulundurmayı sağlamak istiyoruz. Yani çeke olan güveni korumak istiyoruz. İki, bu çekin karşılığı eğer bilahare ödenmiş ise devlet olarak cezalandırmaktan sarfınazar ediyoruz. Çünkü bizim burada birincil amacımız, kişiye bir suç işlediği için ceza vermek değil. Burada birincil amacımız bu çekin karşılığının meşru hamiline ödenmesini sağlamaktır. Daha sonra soruşturma evresinde veya kovuşturma evresinde ve hatta hüküm kesinleştikten sonra çekin karşılığı lehtara bu kanun hükümlerine göre ödendiğinde, bu ceza soruşturması sona eriyor, kovuşturma bakımından düşme kararı veriliyor ve hüküm verilmiş ise ceza mahkûmiyeti bütün sonuçlarıyla ortadan kalkıyor. Bu suçun karşılığında ceza yaptırımı olarak sadece adli para cezası öngörülmüştür; ama adli para cezasının Türk Ceza Kanunu ve İnfaz Kanunu hükümlerine göre ödenmemesi halinde hükümlü, zorlama hapsine tabi tutulacaktır. Bu yönü itibariyle İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’ne Ek 4. Protokole ve Anayasa’nın 38. maddesinin sekizinci fıkrasında belirtilen hükme aykırı bir durum ortaya çıkacak mıdır sorunuyla karşı karşıya geliyoruz. Öncelikle şunu ifade edeyim. Gerek Ek 4. Protokolün birinci maddesi, gerek Anayasa’nın 38. maddesinin sekizinci fıkrası sözleşmeden kaynaklanan bir yükümlülüğün yerine getirilmemesi dolayısıyla değil, yerine getirilememesi dolayısıyla kişinin özgürlüğünden yoksun bırakılamayacağı hükmünü içermektedir. Yerine getirmemeye yani bilinçli ve kasıtlı olarak yerine getirmemeye yönelik bir özgürlükten kısıtlama yasağı getirmiyor. Mesela, güveni kötüye kullanma suçunda da sözleşmeden kaynaklanan bir yükümlülüğün yerine getirilmemesi söz konusudur. Güveni kötüye kullanma suçunun karşılığında TCK’da hapis cezasının öngörülmüş olmasının ne Anayasaya ne de Ek 4. Protokole aykırı bir durum söz konusudur. Çekin karşılığının çeşitli zorunluluk hallerinin varlığı nedeniyle ödenememiş olması dolayısıyla, maddenin gerekçesinde açıkça vurgulandığı üzere, ceza hukuku sorumluluğu cihetine gidilemeyeceğine göre; ödenmemiş olan çek dolayısıyla kişi hakkında adli para cezasına hükmedilmiş olması ve bu adli para cezasının infazı sürecinde, infazın gereklerine kişinin uygun hareket etmemiş olması halinde zorlama hapsine tabi tutulması, ne Anayasa’nın 38. maddesine, ne de İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’ne Ek 4. Protokole aykırı bir durumdur. Beni dinleme lütfunda bulunduğunuz için hepinize teşekkür ediyorum. Saygılar sunuyorum. OTURUM BAŞKANI PROF. DR. RIZA AYHAN – Sayın Hocama çok teşekkür ediyorum açıklamalarından dolayı. Efendim, biz bu çeke tedavül çeki diyoruz. Bankadaki mevcuttan, yani kendi parasından ödeme vasıtasıdır diyoruz. Katiyen kredi vasıtası değildir, diyoruz. Ancak, Saygıdeğer Hocaların, Saygıdeğer konuşmacıların da ifade ettikleri gibi çekle ödemeler esnasında çekin Cenevre Yeknesak Anlaşması’na uygun olmayan bir gelişmesi meydana geldi. Dünyada hiç görülmeyen bir vadeli çek uygulaması gündemde. Çekten cayma fevkalade olumsuz neticeler verdi. Çek piyasası sağlıklı bir şekilde işlemedi. 1985 yılında bunların hepsi görüldü. 3167 sayılı Kanun çıktı. 3167 sayılı kanunun asıl amacı da çeki gerçek bir çek olarak tedavüle sunabilmek idi. Ancak 3167 sayılı kanunun çek hamillerini koruyan bir tedbirler yığını olarak ileriki tarihlerde değerlendirildi. Bu kanunun amacı da doğrudan doğruya çeki normal çek vasfına kavuşturmak. Yani artık bize güven versin maksadını güdüyor. Artık bu kanunun bu maksadı yerine getireceğini umuyoruz. Çünkü sürekli olarak kanunun değişmesi, kanundaki istikrarın kaybedilmesi kanuna olan güveni de ciddi manada sarsmaya başladı. Biz özel hukukçular birazcık rahatmışız Hocam çok bir şey değiştirmemişsiniz; ama ceza hukuku açısından herhalde tekrar bir gözden geçirilmesi gerekiyor. Görünen o ki daha kanun başlangıcından itibaren tatbikatla teorinin arasında birazcık görüş farklılığı olmuş. Bu konuşmaları artırıp bu görüş farklılığını bir an evvel gidermemiz gerekir. Efendim tabi ben Saygıdeğer Konuşmacılara da görüşlerini sormak istiyordum. Toplantı başlayalı iki saati buldu. Tabi bir ara verip soru-cevap faslına geçebiliriz; ama saatin 16:15 olduğunu da nazara alacak olur isek, eğer itiraz olmazsa ben soru-cevap faslına geçilmesini teklif ediyorum. Bu itirazın önceliği tabi konuşmacılarda; ara verelim derlerse arkadaşlarımızın güzel ikramları varmış. Hem çay içip hem soruları geliştirebilme imkânımız olur. Yoksa hemen sorulara geçelim denirse, soruları alır, ondan sonra soruları, ikramları değerlendirirken tekrar tezekkür edebiliriz diye düşünüyorum. DİNLEYİCİ – 15 dakika ara verip sonra devam etsek acaba? OTURUM BAŞKANI PROF. DR. RIZA AYHAN – Tabi efendim. Efendim oylarınıza arz ediyorum. Ara verelim diyenler? Evet. Zor da olsa epeyce el kalktı. O zaman bir 15 dakika ara verelim. Buyurun efendim. 5941 sayılı Çek Kanunu Paneli , 2010 paneli konuşmalarıdır.