Yargıda fettullahçı düşmanlığı, teşhirciliği yeni değildir. Eskiden beri bazı gruplar, kendi gruplarının teşkilatlanmalarını kamufle etmek adına bu cemaatin her yeri ele geçirdiği; veya cemaat sempatizanlığının arttığı iddialarını dile getirirler. Benim bildiğim yargıda her zaman güçlüler hakim olmuştur ve güçlere sempati duyulmuştur. Belli davalar, her zaman o güçlülerin o günkü güncel çıkarlarına uygun olarak görülmüştür.

 

Ben belli bir cemaat, belli bir mezhep, belli bir klik, belli bir siyasi parti lehine davalar görüldüğüne, tümüyle bu grupların inisiyatifinde davaların sonuçlandığına inanmıyorum. Her grubun kendi başına tüm davaları lehine veya belli bir ideoloji aleyhinde yönlendirme isteğinde olsa bile, bunu başaramayacaktır. Adli ve idari yargıda bazı davalar üzerinde bu intiba, bu algı bilinçli olarak güçlendirilmiştir. Cumhurbaşkanı Gül'ün seçimi sırasında Anayasa Mahkemesindeki 361 krizi ile ilgili dava, başörtüsü yasağına yönelik dava ve kararlar, AKP'nin kapatma davasında, kayıp trilyon davası, Deniz feneri davasında ve benzeri bazı siyasilere ve gruplara yönelik davalarda belli bir ideolojinin, siyasi görüşün veya askeri güçlerin ağır bastığı, etkisinin olduğu söylenebilir. Yine Ergenekon davası, balyoz davası, KCK davası, DHPC, Hizbullah davalarında, özel yetkili mahkemelerdeki bazı davalarda cemaatlerin, siyasi partilerin, hükümetin ideolojik görüşlerinin ve ortak iradesinin ve militer güçlere karşı yürütülen kutsal ittifakın ağır bastığı söylenebilir. Yine Gezi eylemleri davalarında, Beşiktaş çarşı grubu darbe davasında, paralel darbe ve dinleme davalarında, özel yetkili mahkemelerin karar verdiği bazı davaların yeniden yargılanmasında, yolsuzluk soruşturmalarının görülmesinde, yapılan tahliyelerde yine belli bir siyasi partinin, hükümetin, onunla birlikte hareket eden cemaat, grup, kliklerin ve aralarında yaptıkları ortaklığın etkisinin olduğu da herkesçe rahatlıkla söylenebilir. Yargı çeşitli zamanlarda güçlülerin gücünü gösterme amacına uygun bir otorite aleti olarak kullanılmışsa da; yargının kendi ayağına sıkmak gibi, varoluş nedenini, adaleti tamamen ortadan kaldırdığı hiç bir dönem bu kadar net görülmemiştir. Yargı hiç bir zaman toplumun tüm kesimlerini tek bir kesiminin insafına bırakabilecek bir bir ortam oluşturamaz. Çünkü millet adına hareket eder. Benim anlamadığım, bir zamanlar hükümetin istediği her şeyi verdiğini savunduğu grubun elinden, verdiği her şeyi aldıktan sonra bile tatmin olmayıp, tasfiyeyi toplumsal bir tasfiyeye götürür gibi, daha önce takdir ettiği grubu kötülemeyen insanları da, toplumsal ayrışmaya götürmesi, sempatizan olarak suçlayarak ayrımcılığı derinleştirecek adım atmaya devam etmesidir. Toplumda ermeni-yahudi-mason-alevi-solcu-milliyetçi-Kürtçü düşmanlığını popüler hale getirildikten sonra, bu düşmanlıklardan çok ileride, dindarlığına kefil olduğu insanları toptan sempatizanlarıyla veya aleyhinde olmayanlarla birlikte yok etmeyi amaçlamak, savaş hukuku, intikam hukuku dışında bir hak ve hukukla bağdaşmaz. Bu siyasi görüşe yakın olanlar bile, yeni bir istiklal mücadelesi yapıldığını öne sürerek, bunu kabul etmektedir. Hatta bilhassa bu son ittifakla yapılan yargılamalarla ilgili ciddi tutarsızlıklar karşısında millette yargıya karşı oluşacak tepkilerin dahi umursanmadığı, hatta yargıyı günah keçisi ilan ederek bazılarının kendini tüm eleştirilebilecek icraatlardan kurtarmaya çalıştığı da savunulabilir.

Artık yargıya topyekun bir saldırı yapılmakta, bu saldırı yargılama faaliyetinin dışında, özlük haklarına, maaşlara, ihraç ve uzaklaştırmalara, kesintilere, tayinlere, HSYK seçimlerine, Yargıtay'ın seçimlerine, istinaf kuruluşuna ilişkin düzenlemelere, torba yasalara karışarak iyice yargı teşkilatını mesleğine olan saygısını kaybettirecek, biran önce emekliliği düşündürecek bir hal almıştır. 3 Farklı HSYK dönemlerinden geçmiş bir hakim olarak, her HSYK döneminde benzer prensler, sürgün tarzında tayinler olmuşsa da; hiç bir HSYK döneminde bu kadar meslektaşına nefret kusan bir meslek grubu, bu yönde yağcılık, goygoyculuğun, nefret söyleminin açıktan yapılmasına şahit olmadık. Bilhassa bir sitede bu iş gizli müdavimlerle açıkça HSYK'yı mesleki kıyıma götürmek için açıktan manüpülosyan yapmıştır. Bu manipülasyonlarla birlikte günümüzde Disiplin affına ilişkin kararların, düzenlemelerin de maalesef mesleki itibarı gözetilmeden başka kriterlerle yürütüldüğünü düşünüyorum.

Birde ne yazık ki, yapılanların unutturulması adına, her zaman seçim sürecindeki bazı adaylara yapıldığı gibi, medyasıyla birlikte yapılan spekülasyonlar işin cabasıdır. Şu son dönemeçte her grubun, her ideolojinin kendine göre haklı bir sebebi bulunacaktır. Ancak kan davaları, rövanşist kısır döngüler, hem adalete kimsede güven bırakmamış, hem de yargının kendi kendini intiharına, kamikaze girişimlerine neden olunmakta, kanser hastalığı tarzında bağışıklık sistemi hastalıkları gibi, yargı kendi bünyesine, kendi hücrelerine amansızca saldırmaktadır. Bunun durması için yazılan tüm yazılarda, bir kısım fanatikler tarafından sürekli yaftalanmaktadır. Artık buna bir dur diyelim. Artık en azından bir yargı mensuplarının da etik değerlere kavuşmasını isteyelim. Mesela; "bir insanı öldürmek bütün insanlığı öldürmek gibidir, kendine yapılmasını istemediğini başkasına yapma, düşene bir tekme de sen vurma" gibi basit bir hukuk normundan bile azıcık istifade etme zamanıdır. İnsafı, vicdanı elden bırakmayalım. Ekmek yediğimiz mesleğe tükürmeyelim.
Muzaffer İren 

Hakim