Günlerdir bir “çözüm” muhabbetidir gidiyor, herkesin ağzında çözüm aşağı, çözüm yukarı.. Terör duracaksa doğaldır, tabii ki aklı olan herkes terörün bir an önce bitmesini, masum insanların acımasız saldırılarla hayatını kaybetmekten kurtulmasını ister.. Bugüne kadar hepimiz de “bir an önce bitirilmesini, öyle ya da böyle bir çözüm bulunmasını” istedik, bunu tekrarladık durduk..

Olmadı, zira terör örgütü ve onu destekleyenlerin asıl taleplerinin ne olduğu açıkça dillendirildiği gibi terör eylemleri de paralel şekilde sürdürüldü ki hala oradan buradan “güvenlik güçlerinin geçeceği yollardan” bombalar çıkıyor.. Halen devam eden eylemlere ve ortadaki çelişkiye rağmen şimdi “Hükümetle terör örgütünün anlaşmaya varacağı”nın tekrar gündeme geldiğini görmek bir umut ışığı yarattı, ama..

BAYIK YANLIŞ BİLİYOR!

Ama bu çelişki dediğimiz şeyin de bir sınırı olmalı değil mi? Mesela bir yandan İmralı’da terör örgütü lideri ile “bir halk kahramanı” havasında konuşulurken ve örgütün “silah bırakacağı” net şekilde topluma söylenirken diğer tarafta aynı gün KCK Yürütme Konseyi Üyesi Cemil Bayık çıkıp “AKP Hükümeti sorunu ‘silah bırakma’ ve silahlı güçlerin mevzileri terk etmesi gibi konuşursa bu yaklaşım çözüm niyeti olmadığını gösterir. Çünkü bu sorunlarda önce siyasi konular müzakere edilir, sonra silahlı güçlerin durumunun ne olacağı konuşulur” diyorsa..

Kandil’deki PKK Lideri Karayılan “silahın bırakılmayacağını” söylüyorsa, çelişkinin böylesi ile çözümden söz edilebilir mi?

Cemil Bayık yanlış biliyor, bu sorunlarda önce terörü yapanlar silah bırakır, sonra bir devlet masaya oturabilir. Önce IRA ile İngiltere arasında çözümün nasıl başladığına baksın, eski Başbakan Tony Blair’in “Örgüt silah bırakmasa asla görüşme olamazdı” açıklamasını (hem de Türkiye’de yaptı açıklamayı) okusun, ondan sonra konuşsun.. Kaldı ki İngiltere ile IRA sorunu hala bitmiş değildir..

MİLLET NİYE ZORLANDI?

3 Ocak’ta yapılan İmralı görüşmelerine katılan Mardin Bağımsız Milletvekili Ahmet Türk Pazartesi günü yaptığı konuşmada “İmralı’nın taleplerinin devleti zorlamayacak türden olduğunu” söyleyerek bundan duyduğu memnuniyeti belirtti..

Madem ki şimdi terör örgütünün lideri Öcalan ve örgütün siyasi destekçileri “barış” dedikleri “terörün bitmesi için yapılan görüşmeler”den bu kadar memnunlar ve madem ki talepleri de “devleti zorlamayacak türden”miş bugüne kadar neden şiddet gösterileri eşliğinde devlete “yol haritaları” dayatıldı, yol haritaları yanında “Güneydoğu için sınırlarının değiştiği” coğrafi haritalar ortaya çıkarıldı, özerklik talebinin terörün sebebi olduğu söylendi, onlar neydi?

Madem ki “talepler devleti zorlamayacaktı” bu talepler neden cinayetler eşliğinde değil de demokratik yollardan TBMM’de dile getirilerek çözüm daha önce aranmadı? Devleti zorlamayacak talepler için (ki Öcalan her zaman avukatlarıyla örgütünü yönetti, istediği mesajı iletti) neden yüzlerce, binlerce asker sivil insanın ve ailelerinin hayatı bitirildi? Güç gösterisi yapmak için insan hayatı ile oyun mu oynuyorlardı?

Devleti zorlamayacak talepler için millete yıllarca kan ağlatarak onu niye zorladılar?

‘OYALARSANIZ’ TEHDİDİ!

Cemil Bayık yaptığı konuşmada “Bu kez de AKP bizi oyalama taktiği içine girerse eşekten düşmüşe dönerler, yutmayız” diyerek tehdit etmeyi de unutmamış. Yani eğer bu son görüşmelerde talepleri yerine getirilmezse terör örgütünün eskisinden beter şekilde teröre başlayacağı açıkça ortada.. O nedenle Hükümet’in “devleti zorlamayacak talepler”in ne olduğu konusunda başta Ana Muhalefet Partisi olmak üzere diğer siyasi partileri ve toplumu aydınlatması, “yeni Anayasa”da bu yönde yapılması düşünülen değişiklikleri TBMM’ye ve halka açıklaması gerekiyor. Sonuçta “eğer bir hata olursa” bunun ceremesini herkes birlikte çektiğine göre bu zorunludur!

*****


Balyoz Mahkemesi şimdi ne yapacak?

Bu siyasi davalarda iddianamelerin, gerekçeli kararların sanık avukatlarından önce basına, özellikle de hepsinden önce “en göze batan gerçekleri, su yüzüne çıkmış olayları bile keyiflere göre çarpıtan, yargısız infazlarıyla tanınan basın”a verilmesi zaten hukuka yeterince aykırıydı.

Bilirkişi raporlarının, CD’lerin sahte olduğunu gösteren en açık-net kanıtların mahkemeler tarafından yine keyfe göre dikkate alınmaması da yeterince hukuka aykırıydı. Ama; Genelkurmay Başkanlığı daha önce de tam tersini söylemişken Balyoz davasının gerekçeli kararında “Dava konusu tüm delillerin asıllarının Genelkurmay’da bulunduğu ve onlar tarafından mahkemeye gönderildiği” şeklinde yer verilen bilginin tamamen gerçeğin aksi olması konusunda artık “hukuksuzluk, adaletsizlik” yorumu bile az kalır.

Dün Genelkurmay Başkanlığı “Bunun doğru olmadığını, daha önce Harekat Planı adlı bölüm ve ekinin mevcut olmadığının bildirildiğini” açıkladı. Neydi acaba, Mahkeme Genelkurmay’ın “mevcut şartlarda” susacağını (aynen Hilmi Özkök, Aytaç Yalman gibi), bu gerçeğe bile gözlerini kapatacağını mı düşünmüştü? Yoksa adalet dağıtması, örnek olması gereken yargının bile yalan söyleyebileceğine mi inanmak gerekiyor? Balyoz Mahkemesi benzerine rastlanmayacak kadar kötü bir örnek verdiği gibi bu “darbe hazırlığı iddiası” davalarının güvenilirliğini tümüyle yok etti, bakalım bu işten nasıl çıkacaklar!

*****


Sen Ata’nı aşağılarsan başkası da..

Kuzey Kıbrıs’taki Türk bayrakları , Atatürk heykeli, O’nun “Ne Mutlu Türküm diyene” sözü Belçikalı bir AB Parlamentosu üyesi tarafından soru önergesiyle gündeme getirilmiş. Belçikalı, Güney Kıbrıs’ta böyle sembollerin, heykellerin görülmediğini, Kuzey Kıbrıs’ta ise bunların gözü rahatsız ettiğini bildirmiş.

Eh, Atatürk’e kurtardığı ülkenin kendi vatandaşları saygısızlık eder, onu dillerine dolar, böylesine özel bir önderi, büyük bir atayı bile aşağılama çabasına girerlerse kendini bilmez yabancısı da (her ne kadar bunu Türkiye’deki bazı işgüzarlardan bağımsız yapmadığı, onların kışkırtmasıyla AB’ye taşıdığı ortada olsa da) bunu yapar..

Onun öldüğü günden başlayarak Batılı devlet adamlarının, hatta savaşta yendiği komutanların “Atatürk 20’nci yüzyılın en büyük liderlerinin başında gelir” dediği, onu “dönemini tüm diğer liderlerinden farklı gördüğü”, Avrupalı ünlü tarihçilerin kalın ciltli kitaplarda O’nun hayatını-başarılarını anlattığı bilinirken Türkiye’de Atatürk’ü halkının gözünde değersizleştirme gayreti gösterenlerin çıkması gerçekten ülke adına utanç verici bir durum.

Utanması gerekenlerin yüzü kızarmıyorsa başka ne söylenebilir ki?