Herkesin dilinde “adalet” sözcüğü, “hak-hukuk” sözcükleri hemen her konuşmada yer alıyor. Oysa “gelişmiş toplumlarda, adalete gerçekten güven duyulan, kimsenin hukuk dışına çıkmadığı ülkeler”de adalete, hukuka bu kadar çok vurgu yapıldığını asla göremezsiniz. Türkiye’de durum bunun tam tersi ise nedenini araştırmak, sorgulamak gerekmez mi peki?

Örneğin dün Ergenekon davası duruşmasında gazeteci ve Milletvekili Mustafa Balbay ile Mahkeme Başkanı arasındaki konuşmalardan bazı bölümler şöyle:

Balbay “İnsanların ‘adalet’ ararken kendini ‘tutsak’ hissetmediği bir Türkiye özlemi duyarak konuşmama başlıyorum”..

Mahkeme Başkanı “Savunmayı aşan sözler söylüyorsunuz”..

Balbay “Sayın Başkan niyet mi okudunuz?”

TUTSAK, HAK, HUKUK, HİLE..

Başkan “Konuşmanızın başından anlaşılıyor. Arkasından ne geleceği açık. Biz kimseyi ‘tutsak’ etmiyoruz (...) Burada ‘hukuksuzluk’ yaşanmaz, burada ‘kanunlar’ uygulanır.

Balbay “Burada 5 yıldır ‘tutuklu’ yargılanan insanlar var. Biz de insanız (...)

Daha sonra Balbay “özel yetkili mahkemelerin artık yeni bir dava almayacağını, kaldırıldıklarını” hatırlatarak; “Hukuk dilinde bu ‘kanuna karşı hile’ demektir. Siz geçici olarak görevlisiniz ama hala dosyalara yeni ilaveler yapıyorsunuz” sözleriyle “bu gidişle davanın hiç bitmeyeceğini” anlatmaya çalışıyor.

4-5 YILDIR DİNLENEN SANIKLAR!!

Üye Hakim Sedat Haşıloğlu ise şunları söylüyor: “Hem köşe yazarı, hem milletvekili olarak burada bulunuyorsunuz. Ama mahkeme kürsüsü bu iki faaliyetin icra edileceği yer değildir... Bu ‘hakkın kötüye kullanılması’dır. Mahkeme bu durumda müdahale eder. ‘Mahkeme 4-5 yıldır sanıkları dinliyor’. Darbe günlükleri hakkında konuşun, darbeye yönelen insanlara destek verdiğiniz iddia ediliyor”..

Mustafa Balbay bu sözlere “Halkın yüzde 50 oyunu alarak seçildiğini, halkın güven duyduğu, kefil olduğu birinin bu şekilde yargılanamayacağını, ayrıca ‘kendisinde çıkan belgelerin daha önce yayımlanmış kitaplarında yer aldığını’ söylediğini ama dinlemediklerini anlatarak, “terörün her türlüsüne ‘hayır’ diyen biri olduğunu” söyleyerek cevap veriyor.

ÖZEL YETKİLİLER ‘HUKUK’ DIŞI

Görüldüğü gibi “hak-hukuk-hukuk dışı uygulama-adalet” sözcükleri neredeyse her cümlede mevcut.. Ama bir de işin “kim haklı, kim yerinde kullanıyor” bölümü var ki asıl önemli olan bu. Herkesin ve Hükümet yetkililerinin “özel yetkili mahkemeler hukuk dışıdır” dediği ve bu nedenle kaldırılan mahkemelerin hala “Ergenekon ve Balyoz” gibi davalara bakması ve görevlerinin “sadece bunlarla sınırlı olması” kabul edilir bir “keyfi karar” değildir. Aynen Üye Hakim’in “Mahkeme 4-5 yıldır sanıkları dinliyor” sözünün yarattığı tablonun kabul edilir bir durum olmadığı gibi..

Hangi hukuk devletinde, hangi mahkeme insanları 4-5 yıl “tutuklu” olarak bekletebilir, dünya üzerinde olacak şey değildir bu.. Nitekim yıllardır AB’nin Türkiye raporlarında, uluslar arası basın kuruluşlarının raporlarında “tutukluluk süreleri” konusunda uyarılar olmasına rağmen dinlenmiyor.

Eğer bir ülkede katilleri, tecavüzcüleri, terör örgütü mensuplarını, uluslar arası soyguncuları “tutuksuz” yargılıyor ama yazarları, milletvekillerini, Genelkurmay Başkanı’nı, bilim adamını “mahkumiyet” şartlarında yıllarca yaşatıyorsanız o mahkemelerin “adalet”i, “hukuk”u hatırlatma hakkı olamaz.

Adaletin tarifi ile bu yapılanlar yan yana getirilemez.

TBMM sorgulamıyorsa, toplum ve medya bu konuları sorgulamak, gündemde tutmak zorundadır!

*****


Yassıada kararı kaldırılacaksa..

27 Mayıs darbesi döneminin Başbakan’ı Adnan Menderes hakkındaki mahkeme kararını kaldırmak için harekete geçilmesi iyi bir haber.. Zira “idamlarından sonra” bile olsa, Menderes’i, Polatkan’ı, Zorlu’yu geri getirmeyecek de olsa 1990’da TBMM’nin onlara “itibarlarını iade etme” kararı alması, aynı yıl naaşlarının “Anıt Mezar”a taşınması doğru karardı, şimdi eğer bu girişim sonuca ulaşırsa 27 Mayıs darbesi tümüyle “yanlış, haksız, demokrasi dışı, hukuk dışı” bir eylem olarak tarihte yerini alacak.

Bu girişime bakarak “sıra 12 Eylül darbesine ve 27 Nisan muhtırasına geliyor” demek mümkün müdür acaba? Zira yapılması gereken bu.. Tarih önünde 12 Eylül, 12 Mart ve 27 Nisan’ı da, “sorumlularını” da mahkum etmektir. Hem de bazılarını korumaya çalışmadan, konuşmalarda nasıl “darbe ve muhtıra” olarak kullanılıyorsa yargı tarafından da aynı şekilde değerlendirilmesine fırsat vererek..

Aksi takdirde, hele de 27 Mayıs kararları geçersiz kılındıktan sonra (kılınmasa bile “doğrunun bu olduğu” gösterilmiş oldu) tarih sonsuza kadar diğer darbe ve muhtıralara ayrıcalık tanınmasının, kişisel kararlarla korunmalarının peşini bırakmayacaktır.

Ve tabii, referandum öncesi verilen sözler de “tutulmamış” olacaktır. “Evet”lerin karşılığı verilmelidir oysa!

NOT: Adnan Menderes’e ailesinin, eşinin, çocuklarının bile önünde öyle çok hakaret edilmiş, öyle işkenceler yaşatılmış ki o darbenin felaketi fotoğraflarda yüzünden, halinden okunuyor. Keşke ona ve döneminin diğer siyasetçilerine bunları çektirenlerin cezalandırıldığını görmek mümkün olsaydı. Bugün böyle eylemleri yapmamış insanlara 20 yıl hapis cezası veriliyorken gerçek darbe ve muhtıraların es geçilmesi olabilir mi?