Suçsuzluk karinesi

Ceza hukukunun temel ilkeleri vergi suçları için de geçerlidir.   Vergi suçlarının 213 sayılı V.U.K’da düzenleniyor olması bu kuralı değiştirmez.

5237 sayılı TCK’nın 5. maddesi  “ Bu Kanunun genel hükümleri, özel ceza Kanunları ve ceza içeren kanunlardaki suçlar hakkında da uygulanır.” demektedir.

Buna göre TCK’nın genel hükümleri V.U.K’da düzenlenen suçlar için de geçerlidir.

Suçsuzluk karinesi (masumiyet)  T.C. Anayasasını 38/4. maddesinde düzenlenmektedir. Buna göre herkes suçlu olduğu bir mahkeme kararı ile kanıtlanıncaya kadar suçsuz olarak kabul edilir.

Anayasanın 38/4 maddesine göre “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz.” demektedir.

KAST

5237 sayılı TCK’nı 21. maddesine göre suçun oluşması için kastın varlığı şarttır. Kast ise bir suçu bilerek ve isteyerek işlemektir. Kastın varlığını ispatlama külfeti sanıkta değildir.

TCK 21 “Suçun oluşması kastın varlığına bağlıdır. Kast, suçun Kanuni tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesidir.

Vergi suçu raporları

213 sayılı V.U.K’nın 359. maddesinde düzenlenen suçlar hakkında Cumhuriyet Başsavcılarının dava açabilmesi için ilgili vergi dairesinin suç duyurusunda bulunması gerekir. Vergi idaresinin suç duyurusunda bulunabilmesi için ise olayla ilgili bir suç raporunun düzenlenmesi gerekmektedir.   Cumhuriyet savcıları vergi idarelerinin bu suç raporlarına göre iddianame düzenlemekte ve dava açmaktalar, mahkemeler bu suç raporlarını esas alarak yargılama yapmaktadırlar.

Vergi idareleri zamanında ve yerinde etkin denetimler yapamadıkları için genellikle suç tarihinden birkaç yıl sonra geriye dönük olarak inceleme yapmakta ve suç raporları düzenlemektedirler.

Dava dosyası kovuşturma devam ederken bilirkişiye gönderilmekte ve çoğunlukla bilirkişiler vergi suç raporları doğrultusunda raporlar vermektedirler.

Özellikle naylon fatura suç raporlarında zamanında ve yerinde etkin denetimler yapılamadığı için genel ve soyut ifadelerle suçlamalar yapılmakta ve sanığa suçsuz olduğunu kanıtlama külfeti yüklenmektedir.  Bu durum yukarıda anayasanın anılan maddesine,” suçsuzluk karinesine” aykırıdır.

Danıştay genel ifadelere dayanan, somut delillerle kanıtlanamayan vergi mahkemesi kararlarını bozmaktadır. Danıştay, 2008/3402 esas, 2010/84 karar ve 20.01.2010 tarihli kararında “Fatura alınan şirket hakkında yapılan tespitlere göre, şirketin sahte fatura düzenlediği konusunda kuşkular bulunsa da, söz konusu şirketin düzenlediği tüm faturaların sahte olduğu şeklinde bir genelleme yapılması mümkün olmayıp, anılan şirketin KDV indirimi kabul edilmeyen şirket adına düzenlediği faturaların sahte ve muhteviyatı itibarıyla yanıltıcı olduğu hususunun açık ve somut bir şekilde ortaya konulması gerektiği’ne hükmetmiştir.

Danıştay, 2007/6199 esas, 2009/1745 sayılı  kararında “Sahte fatura kullanılması nedeniyle yapılacak tarhiyat ve ceza kesme işleminin; sahte fatura düzenlediği iddia edilen şirket veya şirketler hakkında yeterli ve somut tespitlere dayanması gerektiği” ne hükmetmiştir.

Görüldüğü gibi Danıştay naylon fatura suçlamalarında genelleme yapılmamasını, suçlamaların yeterli ve somut delillere dayanması gerektiği görüşündedir. Danıştay’ın bu görüşüne rağmen uygulamada vergi idareleri vergi suçu raporlarında mükellefleri genel, soyut,  somut delillere dayanmayan ifadelerle suçlayarak cumhuriyet savcılıklarına suç duyuruları yapmakta,  cumhuriyet savcıları bu suç raporlarına göre iddianame düzenlemekte ve yargılama bu şekilde başlamakta ve sanıktan suçlu olmadığını kanıtlaması beklenmektedir. Bu durum Türkiye’deki kötü yargılamanın bir devamıdır. Bu nedenlerle Türkiye kötü yargılamada AİHM istatistiklerinde ikinci sırada yer almaktadır.

Geniş imkanlara sahip vergi idarelerinin bilemediklerini yurttaşlar nasıl bilecekler?

Fatura kesen firmanın vergi ödevlerini yerine getirmemesi

Danıştay bir başka kararında mükelleflerin fatura aldığı firmaların vergi ödevlerini yerine getirmemesinden sorumlu olamayacağına hükmetmiştir.

Vergi suçu raporlarında ise mükellefin fatura aldığı firmanın vergi ödevlerini yerine getirmemesinden mükellef sorumlu tutulmaktadır.  Kod uygulaması ve bu uygulamanın yerini alan uygulamalar bu durumun en açık örnekleridir. Vergi daireleri firmaları sakıncalı olarak kodlamakta ve zincirleme olarak bu firmadan fatura alan mükelleflerinden alışlarının KDV’sinin düşülmesini istemektedirler. Bu uygulamalar genellikle geriye dönük yapılmakta ve mükellefin kusurlu olup olmadığına bakılmamaktadır.

Danıştay E. 2008/7281, K. 2012/2865 ve 23.5.2012 tarihli kararında “Alışların Sahte Faturalarla Belgelendirdiğinin Açık ve Somut Bir Şekilde Ortaya Konulması Gerektiği - Ticari Yaşamda Malı Satın Alan Mükellefin Malı Satanın Vergi Yükümlülüklerini Yerine Getirip Getirmediği Hususunda Bilgisinin Olmamasının Olağan Olduğu” olduğunu söylemektedir.

 

Mükelleflerin çalıştığı dönemde faal olan firmalar sonradan işi terk etmiş olabilirler, vergi idareleri bu durumda bu mükelleflerden alım yapan mükellefleri suçlamakta ve cezalandırmaktadırlar. Örneklersek bir mükellefin 2005 yılında iş yaptığı bir firmada 2009 yılında yoklamalar yapılıyor, firma yerinde bulunamıyor ve firmanın naylon fatura düzenlediğinden şüpheleniliyor, işte bu durumda vergi idaresi bu firma ile 2005 yılında iş yapan mükellefleri cezalandırmaktadır.

İstanbul SMMM Odası Başkanı Yahya Arıkan  “Bu işte bir terslik var” yazısında bu konuda şöyle diyor:

“Bilindiği üzere, tüm beyannameler, alış ve satış formları elektronik ortamda vergi dairesine iletilir. Sistem bunlar üzerinde çapraz kontroller yapar. Yetmez, binlerce kişiden oluşan vergi denetim elemanları inceleme yapar. Peki nasıl olur da vergi idaresi sorun tespitini 5 yıl sonra yapar ve elinde hiçbir güç bulunmayan vergi mükelleflerinden sorun tespitini anında yapmasını ister.”

Sonuç olarak ceza hukukunda sanığın suçluğu esas iken vergi idarelerince hazırlanan suç raporlarında ve suç duyurularında mükellefler olaydan 5 yıl sonra yapılmış denetlemelere dayanarak genel ifadelerle, hiçbir somut delil olmaksızın suçlanmakta ve kendilerinden suçsuz olduklarını kanıtlamaları istenmektedir. Bu durum anayasaya, uluslararası sözleşmelere ve Danıştay kararlarına aykırıdır ve adil değildir.

Rahmi Ofluoğlu
Hukukçu