Ulaştırmada karayollarının, otomotivleşmenin yarattığı ve yaratacağı bütün olumsuzluklar yıllarca dile getirildi ve hiç olmasa bir noktadan sonra, bu aymazlığın yavaşlatılıp diğer alternatiflere, deniz,demiryolu ulaşımına , kara yolunda da kitle ulaşımına yönelmek gerektiğinden söz edildi. Gerekçeler son derece anlaşılırdı. Otomotivleşme, dışa bağımlı bir sanayi ve ithalata dayalı bir arz demekti. Bu, döviz açığı yaratıyordu, bir. Yanı sıra, özellikle başta İstanbul olmak üzere büyük kentlerin altyapısı, dokusu bu kadar araç trafiğini kaldırmıyor, bir dizi işgücü, zaman, enerji kaybına yol açıyordu. Otomotivleşme, dışa bağımlı yakıt demekti ve sonuçta, otomotivleşme arttıkça enerji ithalatı da artıyordu. Kirlenme, doğa tahribatı, gerilimli hayatlar cabası…

Bütün bu usanmazca sürdürülen ikazlara rağmen dönüp dolaşıp geriye baktığınızda otomotivleşmeyi-özellikle otomobilleşmeyi- yavaşlatmada bir arpa boyu yol alınamadığına ve AKP iktidarı döneminde yani 2003-2010 döneminde otomotivleşmenin yüzde 70 arttığına tanık oluyoruz…



Kaynak:TÜİK,Motorlu Kara Taşıtları veri tabanı

AKP’nin ilk iktidar yılı olan 2003 sonunda 9 milyonu bulmayan motorlu kara taşıtı sayısı, 2010 sonunda 15 milyonu aştı. Bu, geçmiş 7 yılda trafiğe çıkan araç sayısının yüzde 70’in üstünde artması demektir ki, korkunç bir tırmanmadır . Özellikle trafiğe çıkan otomobil sayısındaki patlama dikkat çekicidir. 2003’te trafikte 4,7 milyon otomobil varken 2010 sonunda sayı 7,5 milyona yaklaşmıştır. Bu, 7 yılda trafikteki otomobil sayısının yüzde 60 artmasıdır.

Dış kaynakla çarkı dönen ekonominin izlediği düşük kur politikası, yerli otomotivin de otomotiv ithalatının da rüzgarı oldu. Bankaların taşıt kredileri ile de bu süreci kışkırttı. Otomotivleşmeye AKP’nin verdiği gazın gerisinde, dehşetli bir otomotiv ithalatı, otomotiv yan sanayi ithalatı, yakıt ithalatı var. Ama bundan önemlisi, bu araç trafiğine hazır olmayan büyük kentlerin yüz yüze kaldıkları trafik kaosu, kirlenme ve kentsel çöküş var.

Otomotiv parkının 2010 itibariyle illere dağılımına bakıldığında, 81 il arasında ilk 10 ilin, araç varlığının yüzde 55’ine sahip olduğunu, otomobillerin de yüzde 61’inin 10 ilde toplandığını görüyoruz. İlk sırada tabii ki İstanbul var ve toplam motorlu taşıtların yüzde 18,5’unu barındırıyor.



Konu, otomobil olunca, Türkiye’deki her 4 otomobilden neredeyse 1’inin İstanbul trafiğinde olduğu anlaşılıyor.

Böyle bir araç trafiğinin, eninde sonunda 3. köprüyü, giderek 4. köprüyü, tüp geçitleri, tünelleri vs.yi dayatacağı açık değil miydi? İşte İstanbul’da otomobilleşmenin kaçınılmaz olarak yeni köprüler dayatması, AKP’nin bu benden sonrası tufan anlayışının sonucudur ve büyük sorumsuzluktur. Trafiğe paçayı kaptıran ikinci büyük metropol Ankara’dır. Başkent’te de büyük bir araç trafiği kaosu yaşanırken sırada İzmir vardır.

Otomotivleşme keşmekeşine, olabildiğince kayıtsız kalıp çanak tutan AKP iktidarı, özellikle İstanbul’da kamu kaynaklarını, İstanbul’un toprak rantını, bu keşmekeşe çözüm bulmak adı altında, bir avuç –çoğu yandaşı- toprak sahibine, müteahhide peşkeş çekmeye hazırlanmakta, bu konuda bulunmuş görünen her “çözüm”, kamu kaynaklarının yağmasından, doğanın hunharca tahribatından ve İstanbul’un kent dokusunu iyice yıpratmaktan başka bir şeye yaramamaktadır. Bu kıyıma daha güçlü bir biçimde karşı durulmalıdır.