Cuma günü, Sonbaharın huzur veren sessizliğinde dinlenmek üzere, İstanbul’un gürültüsünden alelacele kaçmak istedim. Ama Türkiye’nin trafik gerçeği, İstanbul’dan çıkıp gitmeme kolayca müsaade etmedi. TIR’ın biri Sultanbeyli’de otoyol Azrail’liğine soyunmuş, kim bilir, benim gibi hafta sonunu güzel bir sonbahar dinlencesi olarak tasarlayıp yola çıkan 9 insanın, sonsuza dek sonbahardan yoksun kalmasına neden olmuştu.
Bu iç karartıcı trafik kazası nedeniyle, biran önce ulaşmak istediğim Sapanca’ya 4 saat gecikme ile varabildim. Sapanca’ya vardığımda Cuma akşamının gün batımını görme şansım kalmamıştı…
Ertesi gün tam beklediğim gibi güzel ve güneşli bir sonbahar sabahına uyandım. Doğanın anaç rengi yeşil, onlarca yeni renk doğurmuştu çevrede. Güzel bir kahvaltıdan sonra, Sapanca Gölü’nün dingin sessizliğinde kısa bir yürüyüş yaptım. Küçük mavi sandal, yalnız iskele ve zemini kaplamış sarı Çınar yapraklarından oluşan muhteşem bir sonbahar kartpostalının içinde yaşıyor gibiydim.
Öğlen vakti tepesi sisle kaplı Keltepe’deydim. Körfezi kuşbakışı gören bu tepenin adı, pazarlamaya daha uygun olur düşüncesiyle son yıllarda Kartepe olarak değiştirilmiş. Oysa Keltepe daha otantik ve daha doğal bir addı bu güzel dağ için… Çevremde rengarenk orman örtüsü, aşağılarda sonsuza uzanan bir halı gibi duran İzmit körfezi ve arkada tepesi karlı Keltepe…
Güzel bir sonbahar manzarası ama tepede yalnızca manzara sonbahardı.  Hava kış gibi soğuktu. Tepede üşüyen ellerimi, dağın eteklerinde adı gibi saklı bir bahçede yanan tandır kuyusunun gür ateşinde ısıttım. Manzara da insanın içini ısıtıyordu. Ancak, yol boyunca doğanın eşsiz cömertliği ve güzelliğine inat, insan elinden çıkma çirkin yapılaşmalar ve daha da üzücü olanı, tüm yol boyunca adeta bu güzelliğe tükürürcesine atılan çöpler…
İnsanın yaşadığı doğal çevreye bu öfkesi ve düşmanlığı anlaşılır gibi değil. Adeta, doğanın cömertliğine inat bir ihanet bu…
Akşama, Maşukiye’de Alabalık ve rakı keyfi anlatılamaz, bir gününüzü ayırıp gitmenizi öneririm.
Pazar günü İstanbul’a dönerken ertesi gün başlayacak yeni haftaya hazır olduğumu düşünüyordum. Sultanbeyli’den geçerken, Cuma akşamı yaşadığım kabusu yeniden anımsadım. Ancak, tam o sıralarda Van’da yaşananlardan haberdar değildim henüz.
Spikerin radyodan yankılanan telaşlı sesi ve fondan yansıyanlar, sessizliği delen çığlık gibiydi. Duygularımı nasıl ifade edeceğimi bilmiyorum bu durumda. En iyisi Başbakan gibi, “Bir daha da geçmem Sultanbeyli’den…” demek galiba.
Dönüş yolculuğunun son durağı, Çamlıca tepesiydi. Keltepe’den İzmit Körfezi’ne baktığım gibi baktım İstanbul’a Çamlıca’dan.
Minareli kent siluetini bozar acayip gökdelenlere rağmen, halen Dünyanın en güzel manzarasının Çamlıca’dan seyrettiğim bu İstanbul manzarası olduğunu söylemeliyim. Aksi halde İstanbul’a haksızlık etmiş olurum.



Yeşim TURAN/ Adaletbiz
 
 

- - - -