Moskova’nın sert tepki vermeyeceğini tahmin etmek biraz Rus dış politikasını bilenler için ise sürpriz değil. Gözüken o ki, Moskova da adres olarak FETÖ’nün gösterilmesine çok güçlü itiraz etmeyecek. Ancak bu elbette sadece göz önünde böyle olacak.

Çağlar Tekin/HABER ANALİZ
Moskova’nın beklenildiği gibi sert tepki vermeyeceğini tahmin etmek biraz Rus dış politikasını bilenler için ise sürpriz olma özelliği taşımıyordu. Gözüken o ki, Moskova da adres olarak FETÖ’nün gösterilmesine çok güçlü itiraz etmeyecek. Ancak bu elbette sadece göz önünde böyle olacak.

Dün akşam saatlerinde Rusya’nın Ankara Büyükelçisi Andrey Karlov cihatçı bir polisin saldırısı sonucunda hayatını kaybetti. Saldırının hemen ardından öncelikle Büyükelçi'nin öldürüldüğü sergi açılışına katılan yandaşlar ve Aktroll’ler tarafından etkinliği düzenleyen CHP’li Çankaya Belediyesi’ne, saldırganın polis olmasının ardından ise FETÖ’ye suç yıkmaya çalıştılar. Aynı esnada gözler Rusya’nın vereceği tepkiye, Putin’den gelecek açıklamaya çevrildi. AKP’nin kıdemli “gazeteci”si Abdülkadir Selvi, yine AKP’nin gizil gücü CNNTürk’te saldırıyı bir polis memurunun işlediğini açıkladı. Bu açıklamanın ardından Çankaya Belediyesi’ne yönelik suçlama geri çekilirken öncelikle polisin Nusra Cephesi’ne bağlı olduğu iddia edildi ve sonrasında beklendiği üzre FETÖ öne sürüldü. Açıkçası buraya kadar beklenilmedik bir şey yoktu.

Türkiye’de her taşın ardında FETÖ bulmak, her suçun müsebbibini FETÖ ilan etmek artık bir gelenek. Ne de olsa FETÖ’nün “her istediğini veren” hukuk dışı bir şekilde terör örgütüne yardım ve yataklık gibi bir dizi suçtan yargılanmak yerine “kandırıldım” diyerek sıyırmış, hukuksuzluğu ülkenin “en yüksek yönetsel noktası”nda meşru kılmıştı. Rusya’dan da gelen “yumuşak” açıklamalar da AKP yönetiminin ve her alandaki komiserlerinin yüreklerini ferahlatmıştı. Kimileri hariç elbette.

"FETÖ'nün işi" ne kadar işe yarar?

Moskova’nın beklenildiği gibi sert tepki vermeyeceğini tahmin etmek biraz Rus dış politikasını bilenler için ise sürpriz olma özelliği taşımıyordu. Gözüken o ki, Moskova da adres olarak FETÖ’nün gösterilmesine çok güçlü itiraz etmeyecek. Ancak bu elbette sadece göz önünde böyle olacak. Yoksa FETÖ’yü bilen aklı başında herhangi bir karakter bu işin içinde olmayacağını da tahmin eder. Bu elbette FETÖ’nün temiz bir örgüt olduğu anlamına gelmiyor. Aksine, FETÖ’nün kendini Rusya’nın düşmanlığını bu düzeyde üzerine çekmeyecek kadar "zeki" bir oluşum olmasından kaynaklı. Rusya’nın öfkesini doğrudan üzerine çekebilecek az sayıda cehalet timsali örgüt var. AKP’nin bunlardan biri olduğunu biliyoruz. Diğerleri de AKP’nin Suriye’de korumaya çalıştığı, hayallerini dayandırmaya çalıştığı ÖSO, Fetih Ordusu (ki lideri Kaide’nin Suriye kolu Nusra ve Fırat Kalkanı’nı da destekleyen Kaideci Ahrar’uş Şam) gibi cihatçılar. Nitekim Doğu Guta’da işgal ettikleri küçük bir bölgeye sıkışmış ÖSO ve Nusra’ya bağlı çeteler dün kutlama videoları yayınladılar. Rus Diplomatı öldüren cihatçı da cinayetin hemen ardından Nusra neşidinden bölüm okuyordu.

Açılan sınırlar

Rusya’ya yönelik böyle bir saldırının Nusra Cephesi diyerek geçiştirilemeyecek olması ayrı bir gerçeklik. Ancak kim Nusra'nın da basit bir gerçeklik olduğunu söyleyebilir ki? El Kaide'nin kuruluşunda CIA'in, Mossad'ın, Irak ve Suriye'de güçlenmesinde de AKP'nin rolünü kim yadsıyabilir? Türkiye, Suriye savaşının henüz başlamadığı günlerden itibaren sınırını bu örgütlere ve bunları eğitmek üzere coğrafyamıza gelen onlarca istihbarat örgütüne açmış durumda. Hatay'a, Antep'e, Kilis'e, Urfa'ya yolu düşen, büyük bir araştırma dahi yapmadan bunun farkına rahatlıkla varabilir. Dünyanın dört bir yanından gelen cihatçılara ve bunların peşinden Anadoluya gelen istihbarat örgütlerine açılan kucakla; sabah "Şii İran" akşam "Nusayri Suriye" türü mezhepçi politikasıyla, yalan haberlerle kitle tabanını Rusya-Suriye-İran karşıtı bir hatta sürükleyen AKP, Türkiye'yi tarihinin provokasyona en açık dönemine soktu. Türkiye artık kimin ne iş çevirdiği belli olmayan bir garip muz ülkesi haline dönüştü bu anlamda.

Moskova'dan cinayete bakış ve muhtaçlık hukuku

Ama, saldırganın hangi örgüte ait olduğu sorusunun cevabı bu cinayetin ardından Erdoğan ve iktidarının sorumluluğunu da gölgelemiyor. Bunun Moskova’dan da bu şekilde gözüktüğüne kimsenin en ufak şüphesi de olmasın. Nihayetinde Türkiye’de Rusya’ya yönelik bir hedef gösterme siyasetinin uzun süredir yürüdüğü kimsenin reddedemeyeceği bir gerçek. Üstelik, Rusya’ya bunun gerçekçi bir düşmanlık olmadığı, iç politikanın kurtarılmasına yönelik bir hamle olduğu da ifade ediliyor. Zira bir yandan Başbakan Binali Yıldırım Moskova’da Halep’ten cihatçıların boşaltılacağı açıklamasını yaparken, aynı saatte bir grup cihatçı da Rus Konsolosluğu’nun önüne yönlendiriliyor. Bu eylemliliği AKP’nin örgütlediğine yönelik kimsenin bir şüphesi yok. Söz konusu eylemin üzerinden henüz 12 saat geçmişken, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin Halep için Erdoğan’la beraber bir anlaşmaya vardıklarını açıklıyor. Ankara’dan buna herhangi bir yalanlama ise gelmiyor. Nasıl gelsin ki, Erdoğan’ın Rusya ile ilişkisi bir denkler ilişkisi değil, aksine bir muhtaçlık hukuku var arada. Rusya ile arası açılınca İsrail’e koşan “dünya liderliği”, ABD’den gelen darbe rüzgarı (15 Temmuz olarak düşünülmesin bu tek başına) Rusya’ya koşarak özür diliyor. Dün “Rus uçağının vurulma emrini ben verdim” yarışına girenler, “Bir daha olsa yine vururuz”cular, birden “Ben yapmadım Miki yaptı” demeye başlıyor. Karaktersiz politika, her İslamcı harekette olduğu gibi AKP’de de tek ilke.

Devletin cihatçılaştırılması

Hem sadece bir aydır Halep’ten süpürülen katil sürüleri için Rusya’yı hedef göstermek buradaki tek kabahat değil. Yıllardır yazdığım üzere, devlet kadrolarının İslamcılaştırılması, devletin İslamcılaştırılması terörle mücadelenin önündeki en önemli engel halini alıyor. Bunun bir dizi sebebi var. Bunlardan bir tanesi, özellikle devlet kadrolarının tarikatlara devri, eğitimin gericileştirilmesi, temel iktidar söyleminin İslamizasyonu terörist ile devlet memurunun arasındaki çizginin giderek belirsizleşmesine yol açıyor. Yani devlet memuru halkını koruması gereken teröristler ile söylem eşitliğine doğru ilerliyor. Halkın huzuru için görev yerine Hilafete yakışan hükümet başkanı için, şehitliği öven iktidar için, Allah’la arasındaki en önemli bağ olan tarikat liderinin huzuru için görev yapmaya başlıyor. Bir diğeri de görev dağılımında yetkinliğe dayalı değil; hangi tarikattan, iktidar partisinin hangi torpillisinden geldiğine göre görev tanzimi yapılıyor. Bu sayılanları bir hayli artırılabilir, ancak, en tehlikeli kısmı ise dinci düşüncenin sorgulamayı engellemesi. Sorgulamayan birey analitik düşünme yetisi kazanamıyor. Yani her halükarda emniyet ve istihbarat tamamen “Allah’a havale” hale geliyor. Bazen de yukarda saydığım odakların “iyiliği” adına ya doğrudan suç işleniyor, ya da işlenen suça göz yumuluyor. Uzatmayayım, yoksa bu silsilenin sonu gelmeyecek.

Putin için işlevli "ölü iktidar"

Gelelim Putin’in bu denkleme nasıl odaklanacağına. Rus dış politikası, Türkiye’de dış politika denilince akla gelen cinsten, esip gürleyen, sonra da köşesine çekilip özür üzerine özür dileyen bir tarza sahip değil. Büyük devletlerin dış politika adımları soğuk kanlı ve uzun erimli hamleler şeklinde gelişir genellikle. Dünyanın bugün geldiği noktada uzun erimli planlar çok gerçekçi olmasa da Rusya için “kısa erim” Türkiye’ninkinden bir hayli farklı anlamlar taşıyor. Öncelikle, Putin’in Türkiye’de uzun erimde laik bir devlet talep ettiği fikrinin doğru olduğuna inanıyorum elbet. Lakin, bugün için bu istek güncelliğe pek sahip değil. Erdoğan’ın “ölü iktidarı” Putin için şu an çok daha işlevli. Rus diplomatın öldürülmesinin ardından Rusya’nın görece yumuşak çıkışını buraya bağlamak gerek. Son 200 yıllık tarih içinde öldürülen ilk Rus diplomat olan Karlov için Moskova’nın duyduğu öfke, düşüncesiz adımlara tahvil olmayacak yani. ABD’nin yeni yönetimi ile birlikte dışarıda tamamen Rusya’nın kontrol alanına yanaşarak kendine iki dev arasında alan açmaya çalışan Erdoğan, Rusya’nın doğrudan hedefi olmama adına başta Suriye olmak üzere ayak sürüdüğü birçok başlıkta artık daha hızlı adımlar atmak zorunda kalacak. Bu mahkumiyet hali ise Erdoğan’ın bir süredir arkasını kollayan Putin’in Türkiye dış politikasında arık çok daha etkin bir hal alacağını şimdiden söylemeye olanak tanıyor. Bu çirkin saldırı nihayetinde Suriye halkının güç durumunun daha hızlı toparlanmasına yol açacak. Türkiye hızlı bir şekilde sınırını cihatçılara kapatacak ve kontrolündeki cihatçılar için düşük saldırganlıklı bir yola sebep olacak. Daha fazla uzatmama adına rahatlıkla söyleyebilirim ki, Türkiye’nin Suriye Ordusu’na cihatçılarla mücadele esnasında destek olacağına yönelik uzun süredir dile getirdiğim tezim için uygulama zamanlaması bir hayli öne çekilmiş oldu bu saldırıyla. Elbette iktadarda kalmak için çabaşayan Erdoğan’ın hayallerinin üzerine toz yağmuru yağması da bunun cabası. Türkiye iç politikası için ise Rusya’ya yönelik düşmanlık salvolarının artık sonuna gelmiş oluyoruz. Bu başlıkta artık AKP çok daha ürkek olacak. Bu durumda sıkışan Erdoğan-AKP kliği ise ülkeyi rahatlatacak hamleler yapamayacağından şimdilik İran’a yönelik mezhepçi, saldırgan söylem dozu zaman zaman artıp zaman zaman düşerek devam edecek. Bu da iç politikadaki mezhepçi söylemin süreklileşeceğini ve özellikle Suriye Kürtleri ile ilgili yeni hamlelerin beklenmesi gerektiğini söylemekle eş değer. Bu başlıkları da daha sonra derinlemesine ele alacağız.

Şimdilik, Putin'in Türkiye'nin rolünü görmezden gelir gibi davranırken, Erdoğan ve AKP iktidarının 6 yıldır bölgeyi kan gölüne çeviren politikalarının etkilerini minimize edecek bir kas kullanımı ile yetineceğini söylemekle yetinebiliriz.

http://www.abcgazetesi.com