Televizyonlarda yayınlanmakta olan dizi filmlerindeki yoksulluk güzellemelerini gördükçe, 70’lerde çokça içtiğimiz Birinci sigarasını anımsarım nedense. Hani burjuva içeceği diye filtreli sigaraları reddederek adeta solculuğumuzun kanıtı olarak içtiğimiz Birinci sigarasını…

Öğrencilik yıllarımıza denk gelen bir dönemin öyküsünü anlatan “Öyle Bir Geçer Zaman Ki…” adlı televizyon dizisi de Birinci sigarası örneklerinden…

Bir yanda, RTÜK tarafından yasaklansa da canlandırdığı karakterle “gavur” tanımını sonuna kadar hak eden çok kötü bir kadın, genç bir kızı satın almaya çalışan karanlık ve zengin bir adam, vicdansız bir baba…

Diğer yanda, yoksul ama onurlu bir anne, her türlü zorluğa karşın zengin değil yoksul genci seçen bir kız ve her biri onur abidesi çocuklardan oluşan çok yoksul bir aile…

Senaryo kurgusu ve izlenirlik bakımından başarılı olduğu yadsınamaz dizinin. Yapımcısı bakımından başarı olan bu durum, yaşamın olağan akışına ne denli uygun ve izleyiciye nasıl bir çözüm öneriliyor diye hiç düşündük mü?

Liberal kapitalist düzenin bireyci çözümlemeleri bağlamında olayları değerlendirdiğimizde; anlatılan hikaye bir yönüyle “kaderim bu, böyle yazılmış yazım” ve “ölmek var dönmek yok”, diğer yönüyle “gemisini kurtaran kaptan” ve “enayilik etme, fırsatı tepme” mesajlarını vermekte, kamusal müdahalelerin ise yine bireysel beceri ya da beceriksizlikler bağlamında ele alındığı görülmektedir.

Birinci içmenin ötesine geçerek, olaya toplumcu bir açıdan baktığımızda, ailenin tek barınağının herkesin gözünün önünde yanmasını izlemekle yetinen konu komşuya öfkelenmek yerine, sahnelenen orta oyununu sessizce izlediğimiz için kendimize öfkelenmemiz gerekmez mi?

Bireyi kutsayan liberal akımlara kapılarak, gemisini kurtaran kimi eski solcular bir yana, sosyalist çözümlemelere inananların bile neredeyse unutmakta olduğu, özgürlük, eşitlik ve kardeşlik ideallerinin yeniden anımsanma zamanı gelmedi mi sizce?

Dayanışma, toplumsal kalkınma, adil paylaşım ve sosyal devlet gibi kavramlar günümüzde demode sayılıyorlar. Oysa bırakın sosyalist bir yönetimi, hukuka saygılı bir sosyal devlet uygulamasında bile böylesine umarsız bir aile ile karşılaşılmamalıdır.

Bireysel kahramanlıklarla bezeli hamasi öykülerle avunmak yerine, dayanışma ve topyekun mücadeleyle hak arama ve alma yolu seçilmeli diye düşünüyorum. İlk olarak ta, yurttaşlarına en az yaşam standardını sağlamakla yükümlü olan sosyal devleti talep etmek gerekirken, zengin kapılarında sadaka dilenmekten, yani “Allah devletimizden razı olsun” anlayışından vazgeçmek gerekiyor.

Benzer birçok film ya da dizi film gibi, yoksulluğa güzelleme yaparak adeta yoksul kalmayı özendiren ve televizyon aracılığıyla toplumu uyutan bu tür çalışmalar, “iyi solcu, kötü sağcı” gibi şablon tiplemeleriyle de dikkat çekmektedir. Bu yolla kitleler yine esastan uzaklaştırılmakta ve gerçek toplumsal dinamikler ve sınıfsal çatışmalar adeta yok sayılmaktadır ne yazık ki.

Ortalaması ne olursa olsun, adil olarak paylaşılmayan ulusal gelirin toplumun kalkınmışlığını göstermediği açıktır. Aksine, adaletsiz gelir dağılımı, yoksulluk ve yolsuzluk birçok kötülüğün doğrudan nedenidir. Filmlerdeki fakir ama ölümüne dürüst tiplemelerin ne denli gerçek dışı olduğu, aynı televizyonların “üçüncü sayfa” haberlerinden rahatlıkla anlaşılabiliyor oysa.

Kolundaki çanta için yolda yürüyen genç kızları yerlerde sürükleyenler, üç kuruş için komşusu Fatma nineyi boğazlayanlar, babasının emekli maaşından yararlanabilmek için muvazaalı boşanma yapanlar, işsizlik yüzünden intihar edenler ve eklenebilecek yüzlerce örnek, sizce kalkınmış bir toplumun göstergeleri olabilirmi? Eğer öyleyse, ekmek çalan çocukların kolları kesilmeli, yumurta atanlar okuldan atmalı, ki topluma kötü örnek olmasınlar ve iyi çocukları da yoldan çıkarmasınlar.

Liberal kapitalist sistemin, dinci üfürüklerle beslenen Yeni Dünya Düzeni’nin neden olduğu toplu akıl tutulmaları, kabul etmek gerekir ki, kapitalizmin başarısıdır. Çünkü, “Yendim seni Ali Kaptan” diye böbürlenen ve tüm yoksulların göğsünü kabartan delikanlı, aslında piyasa ekonomisinin milyonlarca mağduruna ninni söylüyor. Sonra da, ekranın altından; “Bugünllük televizyon yeter, bütün çocuklar uykuya” yazısı geçiyor.

Toplumsal talepleri dile getiren ve ezilenlerin toplu hak arama çabalarını anlatan dizi filmleri neden yapıl(a)maz sizce?

Unutmamak gerekir ki; insan onuru ve yaşamı Sadakacı Sermaye” düzeninin insafına teslim edilemeyecek kadar değerlidir. Oysa zaman öylesine değişti ki, en masum gençlik anılarımızın bile SS tarafından insafsızca sömürüldüğü bir Dünya’da yaşıyoruz artık.

Yeni Yaklaşımlar