Türkiye’de, Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde; Kuzey Afrika’da, Tunus’tan Cezayir’e hızla öğrenci protestoları, isyanları yaygınlaşıyor. Bu öğrenci protestolarını, 1960’ların, 1970’lerin eylemlerinden farklı kılan yanlar var. Öncekilerde, öğrenci gençlik, “işçi sınıfının aydını olma”, onlara öncülük etme, “bilinç taşıma” adına örgütlenir, eylemler ortaya koyardı. Bugünkü öğrenci eylemlerinde bu motif eksik olmasa da, asli olan bu değil. Bu defa başka. Bugünün eylemlerinde, öğrenciler, bizzat kendi başlarına gelen musibetleri savuşturmak, kapitalizmin kendilerine ettikleriyle hesaplaşmak ve en önemlisi gelecekte başlarına geleceklerin kaygısıyla hareket ediyorlar. Öğrenciler, üniversitede güvencesiz çalıştırılan genç asistanları da bir mücadele bileşeni olarak yanlarında buluyorlar.

***
Kapitalizm öğrencilere ne yapıyor? Günümüzün neoliberal kapitalizmi eğitimi ticarileştirip piyasalaştırdı. 1980 öncesinde kamusal bir hizmet olan, parasız eğitim, bugün meta haline getirildi. Metalaşan eğitim öğrencilere, ailelerine para ile satılıyor. Türkiye’deki eğitimden gidelim. Daha ilköğrenimden itibaren sınav maratonları için bir dershane koşuşturması ve aile bütçesinden dershanelere akıtılan paralar… Sonrasında lise eğitimi boyunca özel okullara akıtılan paralar, kamu görünümlü okulların velilerden sürekli sızdırmaya çalıştıkları kaynaklar… Üniversite için yine dershanelere akıtılan paralar… Üniversite çağında vakıf üniversitelerine aktarılan neredeyse küçük bir servet boyutunda aile kaynakları, kamu üniversitelerinde örtülü örtüsüz harcamalar ve kalitesi iyice düşen bir üniversite eğitimi…Öğrencilerin yetersiz burslar, öğrenci kredileri ile geçinme zorlukları, sağlıksız yurt, barınma koşulları…Bütün bunlar kendilerine “müşteri” muamelesi yapılan öğrencinin ve ailesinin isyanına yol açıyor. Aile sineye çekse de öğrenci gençler, haklı olarak, artık bu istismara katlanamıyor.

***
Günümüz öğrenci eylemlerine damgasını vuran bir gerçeklik de “geleceksizlik kaygısı”…Artan işsizlik, özellikle küresel krizle gelen yeni işsizlik dalgası gençlerde , büyük endişelere yol açıyor. Bu, her ülkede böyle. ABD’de, AB ülkelerinde yüzde 10’un üzerine çıkan ve uzun süre bu oranın altına inmeyecek işsizlik, gençliği, mezuniyet sonrasının bilinmezliğine sürüklüyor. Türkiye koşullarında resmi işsizlerin üçte birini oluşturan 1 milyon kişinin 15-24 yaş grubundaki gençlerden oluşması yeterince endişe verici. Gençler arasında resmi işsizlik tarım dışında, kentlerde yüzde 26’yı biliyor.

Daha da kaygı verici olan, 3 milyon gencin ne eğitimde ne de işte olması. Bu durumda 1 milyonu resmi işsiz, 3 milyonu işgücü dışında olmak üzere, 4 milyon genç nüfusun işsiz ve atıl olduğu bir ülkenin ağır havasını soluyor gençlik. Yeterince kaygı verici, yeterince gelecekten endişe duymaya neden bir tablo bu…Buna bugünden isyan etmeyip de ne yapsın gençlik? Diplomalar, en güzel yılları harcayarak, kıt aile kaynaklarını kullanarak elde edilecek ama o diplomalar iş kapısını açamayacak….Bu acımasızlığı yaşayan milyonlarca genç örneği gözünün önünde duruyorken, üniversiteli bu geleceksizliğe nasıl isyan etmesin!…

***
Eylemci öğrencilerin en yakın müttefiki yine üniversiteden, genç asistanlar.
Lizbon Sözleşmesiyle başlayan Bologna Süreci çerçevesinde üniversitelerde piyasalaşma ve ticarileşme artarken üniversitenin akademik kadrosu da bir “maliyet öğesi”ne dönüştü. Öğretim elemanlarının maliyetini en aza indirdiği sürece, eğitim işletmesi kârını maksimize edecekti. Bunun için de güvencesiz çalıştırma, iş yükünü maksimize etme , en düşük ücreti ödeme öne çıktı. Avrupa ve ABD üniversiteleri arasındaki kârlılık temelindeki rekabetin ve neo-liberal politikaların bir ürünü olan Bologna Süreci’nin asistanlara yansıması, iş güvencesinin giderek daha fazla ortadan kaldırılması şeklinde oldu. İş güvencesinden yoksun bırakılan asistanlar böylece sermayenin talepleri doğrultusunda kâr getiren projelere yönelmek zorunda bırakıldılar.

Genç asistanlar, öğrencilerle aynı safta, üniversite ve yükseköğrenimin piyasalaşmasına karşı eşit, parasız ve kamusal bir yükseköğretimi savunuyorlar. Üniversitede paranın değil, bilim ve sanatın hâkim olabilmesi için sermayenin her düzeyde üniversiteden dışlanmasını istiyorlar.
İtiraz, üniversitelerin kendi mali kaynaklarını yaratması ve bunun sonucunda sermayenin mütevelli heyetleri ya da benzeri şekillerde üniversite yönetiminde yer alması anlamında bir “özerkliğe”….

Eylemler, öğrencilerin sadece müşteri ve ürün olarak üniversiteye “katılımının” öngörülmesine karşı. İstenen ise şu: Tam anlamıyla bir akademik özgürlük, öğrencilerin ve emekçilerin kendi öz örgütleri aracılığıyla gerçek katılımı.